Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu (BGST) üyesi oyuncu, yazar ve yönetmen Cüneyt Yalaz'la lise tiyatrosu ve Şişli Terakki Lisesi'nin düzenlediği Gençlik Tiyatroları Festivali'ni konuştuk.
Bize kendinizi tanır mısınız?
1966 doğumluyum. Eskişehir Anadolu Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü mezunuyum. Yüksek lisansımı Boğaziçi Üniversitesi Atatürk Enstitüsü'nde yaptım. Tez başlığım "1960'larda Türkiye Tiyatrosu'nun Politikleşmesi" idi. Ciddi anlamda tiyatroyla Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları'nda tanıştım ve uzun yıllar burada tiyatro yaptım. Mezuniyet sonrası, 1995'te kurduğumuz Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu'nda tiyatro yapmaya devam ettim. Halen de bu toplulukta oyuncu, yazar ve yönetmen olarak çalışmalarımı sürdürüyorum. Mimesis Tiyatro Çeviri/Araştırma Dergisi'nin editörlerinden biriyim. 1999 yılından beri de Şişli Terakki Lisesi'nde tiyatro eğitmenliği yapıyorum, Terakki Oyuncuları'nı çalıştırıyorum.
Terakki Oyuncuları'nda oyun seçimini nasıl yapıyorsunuz?
Oyun seçiminde Brecht, Shakespeare, Lorca gibi klasiklerden faydalanıyorum. Fakat bu metinleri yeniden yazıyorum, kısaltıyorum ve en önemlisi gençlerin diline uyarlıyorum. Dil derken sadece konuşulan dil anlamında değil, anlatım biçimi olarak da gençlerin daha kolay iletişim kurabileceği bir dili kastediyorum. Bunun için mesela mizahi anlatımı daha ön plana çıkarıyorum. Oyunlardaki dinamizmi vurguluyorum. Çelişkileri, çatışmaları daha berrak, daha belirgin hale getiriyorum, vs. Çalışmaya disiplinli olarak katılan herkesin daha uzun süre sahnede kalmasını sağlayabilmek ve sahne üzerinde daha kolektif bir anlatım dili yakalayabilmek için mevcut sahneleri kalabalıklaştırıyorum. Oyun çalışmalarına doğaçlamalarla başlıyoruz. Oyuna yönelik doğaçlamalar yapıyoruz. Ve bu doğaçlamalarda ortaya çıkan öğeleri, esprileri oyun metnine yerleştirmeye çalışıyorum. Bu da anlatım dilinin "gençleşmesine" katkı sağlıyor.
Oyun seçiminde yaşanan sorunlardan birisi de tiyatro edebiyatının erkek egemen tarihinden gelen bir sorunla ilgili. Oyun metinlerinin çok büyük bir kısmı erkek karakter ağırlıklıdır. Kadın karakterler hem az sayıdadır, hem de erkekler kadar iyi tasvir edilmemiştir. Tabii ki Lorca gibi üstatları bir kenara koyarak söylüyorum bunu. Gelgelelim genel bir eğilim olarak tiyatro çalışmalarına katılan öğrencilerin büyük bir çoğunluğunu kız oyuncular oluşturur. Bu yüzden oyunlara yeni kadın karakterler eklemek gerekebiliyor. Yine de bazı kız oyuncuların erkek karakterleri oynaması kaçınılmaz oluyor.
Rol dağılımını nasıl yapıyorsunuz?
Rol dağılımını mümkün olduğunca geç yapıyorum. Tiyatro çalışmaları öğretim yılı başında başlıyor ama rol dağılımını Nisan ayı civarında, yani oyuna yaklaşık bir ay kala yapıyorum. Böylece oyun çalışmaları sürecinde herkes çok sayıda rolü deniyor. Öğrencilerin oyunculuklarının gelişimi için bu çok önemli. Baştan küçük rol verilince oyuncunun ilgisi ve motivasyonu azabiliyor. Sahneleri kalabalıklaştırınca ve rol dağılımını geciktirince öğrenci kolektif ortamla daha iyi uyum sağlıyor ve zamanla büyük rol-küçük rol ayrımının önemli olmadığını, üretilen şeyin kolektif bir ürün olduğunu daha iyi kavrıyor.
Lise tiyatrosunda yaşanan sorunlar nelerdir? Neler yapılmalı?
En önemli sorunlardan biri gençlere yönelik yazılmış oyun olmaması. Ama tabii bu genel olarak oyun metni üretimindeki sorundan bağımsız değil. Yetişkinlere yönelik ne kadar iyi oyun metni üretiliyor ki gençlere yönelik üretilsin. Eli kalem tutan kişiler, dramatik edebiyata eğilimli kişiler oyun yazarı olmaktansa senarist olmayı tercih ediyor. Tiyatro kumpanyasının içinden yetişen, tiyatronun dinamiklerini bilen ve çağdaş dünyadaki, güncel yaşamdaki gelişmelere tepki veren oyun yazarlarına ihtiyacımız var. Sinema bunu beceriyor. 11 Eylül oluyor, hemen onlarca film çekiliyor. Ama tiyatroda bu refleks yeterince güçlü değil. Örneğin Türkiye'de de Kürt sorunu, yoksulluk, yüzlerce problem var ama bunları konu edinecek, iyi metinler ortaya çıkarabilecek oyun yazarları çok az.
Lise tiyatrosundaki sorunlara dönersek, özellikle devlet okullarındaki olanaksızlıklara değinmek gerekiyor. Hemen hiçbirinde iyi durumda tiyatro salonu yok. En iyisinde çok amaçlı salonlar var. Onlar da tiyatro için ne kadar elverişli ayrı tartışma konusu. Birçok okulun salonsuz olduğunu düşünürsek "buna da şükür" diyorsunuz.
Bunların yanı sıra bazı okul idarelerinin baskıcı tutumlarının olması, Milli Eğitim'in sansürcü ve kısıtlayıcı uygulamaları, ailelerin engellemesi, baskılaması gibi sorunlar hala var.
Diğer bir sorun -ki bence en önemlilerinden biri- bu alanda çalışma yapabilecek eğitmen yok denecek kadar az. Gençlerle tiyatro yapmak başka bir şey. Hem tiyatroyu iyi bilmeyi, hem de gençlerle iyi diyalog kurabilmeyi gerektiriyor. Yaptığınız işi çok sevmeniz, gerçekten keyif almanız gerekiyor. Kişisel egonuzu tatmin aracına dönüştürmemeniz gerekiyor. Kendi imgelerinizi gençlere zorla dayatmamanız, onlara uygun elbise dikmeniz gerekiyor. Ortak üretim yapmak koşullarını kurmak gerekiyor. Ve tüm bu gerekliliklerin sistem-içi bir bakışla yerine getirilmesinin zor olduğunu düşünüyorum. Örneğin çok iyi oyuncular, tiyatrocular, konservatuar mezunları bu işi beceremeyebiliyor. Bazen tiyatroyla amatör olarak ilgilenmiş bir edebiyat öğretmeni çok daha başarılı olabiliyor. Bana göre tiyatrocu olmak gerekiyor, sadece oyuncu değil. Işığını, teorisini, yazımını, eğitmenliğini bilmek gerekiyor. Eğitim ve araştırma gerekiyor.
Son olarak şunu da söyleyeyim, lise tiyatrolarında eğitim çalışmaları ve dramaturji meselesi çok geri planda kalıyor. Toplulukların çoğu temel oyunculuk eğitimi çalışması yapmadan oyun çalışmasına geçiyor. Ayrıca oyunların birçoğunda dramaturji çalışması yapılmıyor. Oyuncuya oynadığı oyunla ya da karakterle ilgili bir soru sorduğun zaman doğru dürüst bir cümle bile kuramayabiliyor. Çünkü böyle bir çalışma yapılmamış, oyuncunun bu konuda düşünmesi teşvik edilmemiş
Gençlik tiyatrosunda dikkat edilmesi gereken hususlar nelerdir?
Oyun seçiminde dikkatli olmak gerekir. Çok ağdalı ve uzun metinlerin olmaması gerekir. Bazı metinler edebi olarak iyi olabilir ama sahneye taşındıklarında cılız kalabilirler. Oyun metninde değişiklik yapmanız, gençlerin ilgisini çekebilecek bir hale getirmeniz gerekebilir. Çelişkilerin basitleştirilmesi gerekir. Daha Brechtyen, daha somut çatışmalar gerekir. Ayrıca eğitmenin kendi düşüncelerini, mesajını gençlere dayatmaması gerekir. Oyun vasıtasıyla söylediğiniz şey ne kadar doğru, ne kadar haklı bir şey olursa olsun, oyunu birlikte gerçekleştirdiğiniz gençler bunu özümsememişse, sahiplenmemişse, ortaya samimiyetsiz bir iş çıkar. Onların da sahiplenebileceği şeyi söylemek gerekir. Unutmamak gerekir ki tiyatroyu gençlerle, gençlere yönelik olarak yapıyorsunuz. Öncelikli olarak iyi bir hikaye anlatmak, bunu becermek iyi bir başlangıç noktası olabilir.
Liselerarası yarışmalara, festivallere nasıl bakıyorsunuz?
Aslında ben prensipte liselerarası tiyatro yarışmalarını doğru bulmuyorum. Öğrencilerin psikolojisi için doğru bir şey olmadığını düşünüyorum. Zaten bütün hayatlarında yarışma halindeler. Tiyatro yaparken de yarışmaya katılmak doğru değil. Rekabet duygusu psikolojik, etik, politik açıdan sorunlu. Ödül alamayanlar yıkılıyor, yaptıkları işe saygılarını yitirebiliyor, ödül alanlar sanki çok büyük bir iş başarmış havasına girebiliyor. Oysaki sanatın vurgulaması gereken şey daha bütünleştirici, daha buluşturucu bir ruh hali olması lazım.
Bir diğer mesele de şu: Ben lisede amatör olarak sanat yapıldığını, yapılabileceğini düşünüyorum. Yani lise tiyatrosu müsamere olarak değerlendirilmemeli. Burada bir sanat yapıtı üretiyorsunuz. İzlediğimiz lise oyunları arasında müsamere ve sanat yapıtı ayrımını yapabiliriz. Böyle bir seçme yapmak mümkün. Ama bir topluluğun sanat yaptığını, o düzeye geldiğini tespit ettikten sonra, onun yapıtını objektif olarak ölçümlemek bence mümkün değil. Çünkü herkesin sanata bakışı, dünyaya bakışı farklıdır. Bu yüzden de bir sanat eserine her jürinin yaklaşımı farklı olacaktır. Bir jürinin beğenmediği oyunu bir başka jüri çok beğenebilir. Bu anlamda da tiyatro yarışmalarının sakıncalar içerdiğini düşünüyorum.
Terakki Vakfı Gençlik Tiyatroları Festivali'ni bize anlatır mısınız?
Terakki Vakfı Gençlik Tiyatroları Festivali de son tahlilde bir yarışma. Ama yarışma vurgusu daha zayıf olan bir yarışma. Her sene İstanbul'daki başvuru yapan tüm okulları geziyoruz. Yaklaşık her sene 30 lise başvuruyor ve biz -Festival Koordinatörü Orhan Kurtuldu ve ben- onların oyunlarını ya da genel provalarını ya da sıradan bir provalarını ziyaret ediyoruz. Bana göre festivalin en önemli ayaklarından biri burası. Çünkü gittiğimiz okullarda tiyatro üzerine sohbet ediyoruz, izlediğimiz oyun ya da oyun parçası üzerine eleştiri ve önerilerde bulunuyoruz hatta bazen çalışma bile yaptırıyoruz. Bu anlamda deneyimli iki tiyatrocunun gençlerin ayağına gidip onlarla bir şeyler paylaşması çok değerli diye düşünüyorum. Ardından gezdiğimiz okullar arasından en iyi beşini seçiyoruz. Bu beş oyunun festivalde gösterimi yapılıyor.
Burada diğer yarışmalardan farklı olarak sunulan olanakları vurgulamak gerekiyor. Terakki Vakfı'nın kültür merkezleri son derece profesyonel mekanlar ve profesyonel kadrolara sahip. Oyununu sergilemeye gelen topluluk buradaki imkanlardan bir gün boyunca sonuna kadar faydalanabiliyor, teknik ekip onlara çok iyi hizmet sunuyor ve gün sonunda oyunlarını sergiliyorlar. Birçok yarışmada olduğu gibi kötü koşullarda, iki ayağınız bir pabuca girmiş bir şekilde gösteriye çıkmıyorsunuz.
Bir de festivalin son günü yapılan kokteyl son derece buluşturucu bir atmosfer sunuyor. Topluluklar -ki festivale seçilmemiş topluluklar da bu kokteyle davetli- birbirleriyle tanışıyor, eğleniyor, vs. Ve sonrasında gruplar arası ilişkilenmeler gelişebiliyor. Eğer topluluk eğitmenleri öğrencilerini illaki ödül odaklı bir biçimde motive etmemişlerse öğrenciler arasında iyi bir kaynaşma yakalanıyor. Ama bazı negatif örnekler de yaşanıyor ve bunun eğitmenin hırslarından kaynaklı olduğu düşünüyorum.
Gençlik tiyatrosu açısından devlet okulları ile özel okullar arasında bir fark gözlüyor musunuz?
Açıkçası benim gözlemim şu yönde: Tüm olanaksızlıklara karşın tiyatro düzeyi açısından devlet okullarında daha fazla başarı yakalandığını görüyoruz. Son üç dört yıldır ilk beşe giren oyunların dördü devlet okullarından gelen oyunlar oluyor.
Burada kenar mahalle okullarındaki tiyatro çalışmalarındaki gelişmeye dikkat çekmekte fayda var. Son yıllarda bu tür okullardan çok iyi topluluklar, çok iyi oyunlar çıkabildiğini görüyoruz. Örneğin Otakçılar Lisesi, Gültepe Lisesi vs. Varoşlarda daha fazla sayıda öğrenci tiyatro yapmak istiyor. Bunun iki nedeni var bence, ya da iki neden öne çıkıyor: Birincisi bu liselerdeki öğrencilerin kendilerini ifade edebilecekleri alanların kısıtlılığı. Tiyatro onlar için kendilerini ifade edebildikleri bir araç olarak değer kazanıyor. İkincisi ise geleceğe dair umutsuz bakışları içinde oyunculuğun kendileri için bir çıkış noktası olabileceğini düşünüyorlar, hissediyorlar. Buralardaki okullarda çok sayıda öğrencinin tiyatrocu, oyuncu olmak istediğini görüyoruz. Annesinin başı bağlı, ailesi son derece geleneksel, çocuk sahnede aşk sahnesinde oyunculuk yapıyor. Yani aileler de çocuğu bu anlamda destekleyebiliyor. Ben buna Harlem sendromu diyorum. Nasıl ki Amerika Birleşik Devletleri'nde yoksul siyah mahallelerinde basketbol bir çıkış umudu verir insanlara, burada da dizilerin etkisiyle, sinema ve televizyon sektörünün etkisiyle oyunculuk ya da tiyatro bir çıkış umudu veriyor. Burada tiyatro sanatı açısından umut vaat eden bir potansiyel var, ama bu potansiyel doğru kanallara akamadıkça bu gençleri ve bizi ciddi hayal kırıklıkları ve düzeysizlikler bekliyor.
Şu an hangi oyunu çalışıyorsunuz?
Şu anda 25 kişi ile eğitim çalışması yapıyoruz. Henüz bir oyun seçiminde bulunmadık. Ocak ayında oyunumuz netleşir ve çalışmalara başlarız. (İP)