2019 seçimlerinde liderlerin rolü neydi? Bu soruyu, seçmenlerin oy verme güdüleri üzerinden yanıtlamaya çalışalım.
Burjuva tarihyazımı, tarihi genellikle büyük adamların (evet özellikle adamların, cinsiyetçi bir tarihtir bu) başarıları üstünden kurgular. Böylelikle, Amerikan tarihi de Osmanlı tarihi de Japon tarihi de yöneticiler üstünden anlatılır. Bu tarih, bir devlet başkanının diğerini, bir padişahın diğerini ve bir hükümdarın ötekini izlediği bir erkekler geçididir. Siyasete de böyle bakma eğilimi baskındır, çünkü Marx ve Engels’in dediği gibi, “çağımızın egemenlerinin düşünceleri toplumda egemen düşünceler haline gelir” (1-). Bunun içindir ki yaygın eğilim, seçim sonuçlarının ‘büyük adam’lara bağlanması biçimindedir.
Böyle bir bakış, seçmen iradesini yok sayar. Buna göre, adaylar öylesine etkilidir ki, seçmen, otomatik olarak, kendiliğinden bu adaylara yönelir. Bu çekici liderlik özellikleri, sık sık, karizma gibi gizemli öğelere bağlanır. Başka etmenlerle açıklanamayan başarıları, şansa da bağlayamıyorsak, karizmayı işe koşar zihnimiz.
Öte yandan, çeşitli psikoloji araştırmaları, ortalama olarak, başkalarının başarısızlıklarını kendilerine, başarılarını ise çevresel etmenlere yıktığımızı söylüyor. Böylelikle ortalama bir birey, kendisini kötü hissetmeyip hayatına devam ediyor. “Bende de aynı olanaklar olsaydı ben de başarılı olurdum” gibi bir düşünce öne çıkıyor. Kuşkusuz, herkes kendini başkalarıyla karşılaştırmaz; ancak yine de, en azından kendilerini başkalarıyla karşılaştırma eğiliminde olanlar için böyle bir bulguyu not edebiliriz.
Peki 2019 seçimlerinde öne çıkan liderlere bu bilgi ve bulgular ışığında baktığımızda neler söyleyebiliriz?
İdeoloji, ekonomi, sosyoloji ve psikoloji
Bu soruyu yanıtlamadan önce, dört seçmen profilini anımsayalım (2-): İdeolojik seçmen, ekonomik seçmen, sosyolojik seçmen ve psikolojik seçmen. İdeolojik seçmen, kemik seçmendi: “CHP’ye ya da AKP’ye, sola ya da sağa, din düşmanlarına (ya da Kılıçdaroğlu gibi Alevilere!) ya da Kemalizm düşmanlarına oy vermem” diyen seçmen profili bu idi. Ekonomik seçmen, “iyice battık, bundan sonra bunlara oy, moy yok” diyordu ya da tam tersi, “ülkeyi çökertmek için dış güçler ve muhalefet bir olup ekonomik kriz çıkartıyor. Hükümetin desteğe ihtiyacı var. Oyum AKP’ye” diyordu. Sosyolojik seçmen ise, toplumsal ve topluluksal aitliklerine göre oy veriyordu: “bizim bütün sülale zaten AKP’lidir” ya da “biz arkadaşlarla aramızda tartıştık, CHP’ye oy vereceğiz” diyordu. Son olarak, psikolojik seçmen, liderle bir bağ hissediyor ona göre oy kullanıyordu: “Çünkü o, dünya lideri” ya da “artık huzur istiyoruz; falanca bağırıp çağırmıyor, güleryüzlü birisi; diğer siyasetçiler hep esip gürlüyor, bizi ayrıştırıp kutuplaştırıyor” diyordu.
Bu girişten sonra artık sorularımızı yanıtlamaya hazırız:
Ekrem İmamoğlu: “Oy vermesen de en azından benim için dua et, o da olur”
İmamoğlu’na neden oy atıldı? Yukarıdaki seçmen profillerine karşılık gelen dört nedenle:
İdeoloji: CHP’li kemik seçmen, “AKP’yi durdurmalıyız” diye oy verdi. Fakat İmamoğlu, klasik bir Kemalist’e benzemiyordu, bu nedenle kimi Kemalistleri küstürmüş olacaktı. DSP’nin hesabı bir ölçüde buydu; CHP’nin küskünü DSP’ye yönelecekti, fakat bu hesap tutmadı.
Buraya HDP seçmenini ya da genel olarak Kürt seçmeni de koymalı. Onların oyu da İmamoğlu’nun başarısında etkili oldu. HDP’nin Batı’da aday çıkarmama kararı olumlu bir hareketti. Fakat keşke HDP ileri gelenleri bu konuya seçimden önce hiç girmeselerdi. Seçimden sonra rahat rahat konuşabilirlerdi. Seçimden önce girdikleri kimi polemiklerin İmamoğlu ile Yavaş’a birkaç puan kaybettirmiş olması olası. Bu polemiklerin (yandaş basın çarpıtsa da çarpıtmasa da) AKP kökenli küskün seçmeni AKP’ye ya da MHP’ye yöneltme olasılığı güçlü idi. İmamoğlu, HDP’li seçmeni ötekileştirmeyen demeçleriyle fark yaratmayı bildi.
Ekonomi: İmamoğlu’na “Ülkeyi batırdılar, işsiz aç geziyoruz. Bunlar bir daha gelmesin de kim gelirse gelsin” diyerek oy verenler oldu. İmamoğlu’ndan halkçı ve Keynes’gil bir belediyecilik bekleniyordu. Belediyenin İstanbulluların yaşam kalitesini yükseltmesinin ötesinde, iş olanakları yaratması isteniyordu. Bu taleplerin ne kadar karşılanacağını göreceğiz.
Sosyoloji: “Biz tüm arkadaşlarım, akrabalarım İmamoğlu’na oy veriyor” diyerek oy verenler oldu. Sosyolojik seçmen ayrıca hemşeriliği çok önemser. Ankara’daki durumun tersine, 3-5 kuşak İstanbullu olan sayısı çok yüksek değil. Bu nedenle, adayın İstanbullu olup olmaması değil, köken şehri önem kazanıyor. Sivas’a ek olarak Karadeniz şehirlerinin İstanbullu nüfusta bir ağırlığı var. İmamoğlu’nun Karadenizli olması, sosyolojik seçmen için olumlu bir etken olmuş olabilir.(3-) Google’da İmamoğlu’yla ilgili olarak en çok arama yapılan anahtar sözcüklerden biri, “İmamoğlu nereli” biçiminde.
Psikoloji: Bu nedene daha fazla yer ayırmamız gerekiyor: İmamoğlu’nun kimi liderlik özelliklerinin öne çıktığını ve bunun seçmen psikolojisini etkilediğini ileri sürüyoruz:
Bir kere birçok videoda da görüleceği üzere, çarşı-pazar ziyaretlerinde “CHP mi? O zaman sana oy vermem; nereden buldun o partiyi” ya da “soyadın ne güzel, İmamoğlu, senin CHP’de ne işin olur” diyen halktan insanlara, gülerek, içtenlikle ve sevecenlikle verdiği, “vermek istemiyorsan verme; ben yine de sana hizmet getireceğim. Oy vermesen de benim için dua eder misin?” gibi yanıtlarla, farklı görüşteki seçmenleri etkileyebildi.(4-)
Ülke genelinde, AKP’den rahatsız olan sağ seçmen, İYİ Parti, Saadet ya da CHP’ye oy vereceğine, MHP’ye oy verdi; bu da MHP’nin beklenmedik bir başarı elde etmesine neden oldu. Oysa İstanbul’da, AKP’den rahatsız kimi AKP’li seçmenin de İmamoğlu’na oy verdiğini tahmin ediyoruz. Bu, kendisinin dindarlığından ve güleryüzlü, Mevlanaca ya da esnafça siyaset yapmasından ileri geldi. Esnaf, “falancaya mal satmam” diyemez. İmamoğlu da, konuya “önemli olan, “bağcıyı dövmek değil üzüm yemek” gibi baktı. Doğrusu da buydu.
CHP’liler CHP’li diye, dindarlar dindar diye oy attı; böylece İmamoğlu, hiç birbirine benzemeyen seçmenlerin sevgilisi oldu.
Binali Yıldırım: “Adımı Alevi komşumuz koydu. Adımda Ali var”
Binali Yıldırım ise, Millet ittifakı dışında oy almayı başaramadı. Kendisi de aslında İmamoğlu gibi sertlik yanlısı bir siyasetle ilişkilendirilmeyen, sevilen, neşeli bir isimdi. Ancak, kendi seçmeni dışında kimseyi ikna edemedi; sayısal olarak kendi seçmeninin oyunun onu başarıya götürmek için yeterli olduğunu düşünmüş olmalı. Amatör sayılabilecek çabaları içinde Alevilerden oy istemesi örneği, akıllarda kaldı: “Adımı, Alevi komşumuz koydu. Adımda Ali var.” (5-) demesi güldürdü ve sosyal medyada bir mizah dalgasına konu oldu.(6-) Kendinden olmayan seçmenin gözünde, Yıldırım, kötü biri değildi, ama iyi biri de değildi; çünkü o başbakanlık döneminde başkanlık sisteminin getirilmesi vb. nedenlerle ‘etkisiz eleman’ gibi görülüyordu. Bu tür akıl yürütmelere göre, kendi iradesi yoktu; o bir tür kuklaydı; seçimi alırsa, İstanbul’u o değil, Erdoğan yönetecekti.
Sonuç olarak, İmamoğlu’nun ve Yıldırım’ın liderlik özelliklerinin sonuca ne kadar etki ettiğini sayısal olarak saptamak olanaksız. Ancak seçim ucu ucuna sonuçlandığına göre, bu özelliklerin olmazsa olmaz olduğu ortaya çıkıyor. İmamoğlu’nun olumlu ve Yıldırım’ın olumsuz liderlik özellikleri, sonuçta etkili olmuştur. Yine de ideolojik, ekonomik ve sosyolojik seçmen profillerinin gücünü göz ardı edemeyiz. Bu güçler olmasa liderlik çok da fark yaratmayabilirdi. Kilide giremeyen bir anahtar, altından da olsa kapıyı açamayacaktı.
Mansur Yavaş: Hakkı yenmiş harbi Angara delikanlısı, Angara çocuğu
Mansur Yavaş, İmamoğlu’nun tersine, hiç bilinmeyen bir isim değildi. Önceki seçimi ucu ucuna kaybettiği için Ankaralıların belleğine kazınmıştı. Gökçek’in etkisi düşünüldüğünde, Yavaş gibi o zamanlar az bilinen bir ismin seçimi ucu ucuna kaybetmesi bile büyük bir başarı olarak görülmüştü. Başarının ötesinde, bu durum, AKP’li kimi seçmenlerin gözünde bile bir haksızlık sayılmıştı. Birçok ülkede olduğu gibi ülkemizde de mağdurlar ve mazlumlar çoğunluktadır. Halk, mağduru da mazlumu da sever; çünkü mağdur/mazlum kendi gibidir, onu kendine yakın sayar. Birçok örnekte bu mazlum/mağdur sevgisinin başarısını görürüz. Yavaş, bu “hakkı yendi” algısı nedeniyle, mağdurluk rüzgarını arkasına almış oldu. Bunun dışında neden Yavaş’a oy verildi?
İdeoloji: Ankara, bu açıdan oldukça ilginçti. İdeolojik seçmenler, çoğunlukla, Yavaş’a oy verenler değil vermeyenler arasındaydı. Örneğin, sürekli olarak, parti değiştirmesi anımsatılıyordu. Bu tür açıklamalar şuna varıyordu: Sonunda CHP’de karar kıldığına göre, kendisinde bir terslik vardı, güvenilmezdi vb. Bu kesimde, “MHP’de kalsaydı oy verirdim” diyenler vardı, oysa MHP’de kalsa neden aday gösterilsindi ki…
Yavaş’ın ne kadar çok MHP kökenliden oy aldığını bilemiyorum. Fakat seçim öncesinde ülkücü geçmişinin çok geri planda olması dikkat çekiciydi. Bu nedenle, İmamoğlu örneğindeki durumun tersine, Yavaş seçmenlerinin çok azının ideolojik olduğunu tahmin ediyorum. Ayrıca, bilindiği gibi, HDP oyları Ankara’da İstanbul’dakinden çok daha az. Üstelik Yavaş, seçimi ucu ucuna almadığı için, HDP seçmeninin Ankara’daki sonuç üzerinde daha az etkili olduğunu söyleyebiliriz.
Ekonomi: İmamoğlu örneğine benzer biçimde, işsizlik ve ekonomik kriz nedeniyle Yavaş’a oy atanlar oldu; fakat AKP sıralarında bu ekonomik açıklamaların etkili olmadığını görüyoruz; yoksa Yavaş daha yüksek oylar alacaktı. Neden etkili olmadığını az önce açıklamıştık: AKP seçmeni, krizi AKP’ye, hükümete ya da Erdoğan’a değil, dış güçlere ve muhalefete bağlıyor. Aslında tersten bakarsak, ortada kötü bir durum da var: Ekonomik krizin olmadığı önceki seçimde Mansur Yavaş ucu ucuna kaybediyordu; oysa bu kez ekonomik kriz var, bir sürü başka gelişme olmuş ve ancak birkaç puan farkla kazanabiliyor. Buna da dikkat çekmek gerekiyor. Beklenense, açık ara fark olmasıydı.
Sosyoloji: İşte bu noktada, seçim psikolojisiyle sosyolojisi içiçe geçti. Yavaş seçmeninin önemli bir bölümü, adayları ‘Angaralı’ (evet böyle ‘g’ ile söylüyorlardı) olduğu için destekliyorlardı. İlk gerekçeleri buydu. İstanbul’da olmayan bu ‘buralı olma’ vurgusu, Ankara siyasetinin farkını ortaya koyuyor. Belki AKP de Ankaralı bir aday koysaydı, Yavaş’ın işi çok zor olacaktı.
Psikoloji: Yavaş, İmamoğlu gibi sevimli bir aday değildi, daha sert bir havası vardı, fakat esip gürlemiyordu. Polemiğe nadir olarak girdi. Kendinden emindi. Seçimi kazanacağına yürekten inanıyordu. Sert görüntüsünün yanında halkçı, halktan biri gibi bir imge sunuyordu. Ankaralı ataerkil ideolojiye bağlı seçmenin tercih edeceği bir ‘harbi delikanlı’ imgesi vardı. Hakkı yenmişti ama bu kez kendini ezdirmeyecekti. O, bir kere olurdu. Seçimin son günlerindeki karalama kampanyası, seçmenin Yavaş’a yönelik ilgi ve sevgisini kırmaya yetmedi. Ayrıca, kimi seçmenler, Beypazarı’ndaki icraatlarını ölçü alıyor, kararlarını ona dayandırıyorlardı. Ankara’ya hizmeti olmuş bir isimdi. Karşı taraf ise Ankaralı bile değildi.
Mehmet Özhaseki: Seçimin gizli öznesi
Ankaralı olmanın bu kadar önemsendiği bir seçimde Özhaseki’nin yine de bu kadar yüksek oy alması dikkat çekicidir. Kendisi seçim sahnesinde nadir olarak görüldü. Adeta bir gizli özneydi. Seçime gerçekten giriyor muydu, o bile belli değildi. Sanki sessizce bekleyerek seçimi kazanacağına emin gibiydi. Ona oy vermeyenlerin önemli bir bölümü, kendisini hiç tanımadıklarını söylüyorlardı. Özhaseki de Yıldırım gibi, kendi seçmeni dışındaki seçmenlerden oy istemek üzere kaydadeğer bir kampanya yürütmedi; AKP-MHP seçmeniyle kısıtlı kaldı.
Sonuç olarak, Mansur Yavaş, mağdur/mazlum, Ankaralı harbi delikanlı gibi imgeler üzerinden, özellikle ekonomik, sosyolojik ve psikolojik seçmeni biraraya getirmede başarılı oldu.
Sonuç: Sörfçü olarak liderler
Özetle, 2019 seçimlerinde İstanbul’da ve Ankara’da liderlik özelliklerinin daha fazla öne çıktığını ve seçim sonucunun olmazsa olmaz bir öğesi olduğunu görüyoruz. Yine de, oyların çoğunun liderle ilgili değil, ideolojik, ekonomik ve sosyolojik etmenlerle ilişkili olduğunu belirtmek isterim. ‘Büyük adam’ anlatısı doğru değil. Siyaseti hâlâ kitleler yapıyor ve liderler, kitlelerin yarattığı dalgalar üstünde sörf yapabildikleri ölçüde yükselebiliyorlar. Doğru zamanda doğru yerde, doğru insan olmak gerekiyor. Yetenekli, esnek, zinde birer sörfçü olmalılar ama bu, tek başına yeterli değil: Dalgasız da bir yere gelemiyorlar… Ve dalgalar da sonuna kadar yükselmiyorlar. O ünlü sözdeki gibi, “halkın Deniz’lerinin (önderlerinin) denizleşen halk(lar)la buluşması” gerekiyor...
Dipnotlar:
(1-) Bkz. Marx, K. ve Engels, F. (1846/1976). Alman İdeolojisi. Seçme Yapıtlar. Birinci Cilt. Ankara: Sol.
“Egemen sınıfı meydana getiren bireyler, başka şeyler yanında, bir bilince de sahiptirler ve sonuç olarak düşünürler; bu bireyler, bir sınıf olarak egemen oldukça ve tarihsel çağı bütün genişliğince belirledikçe, elbette ki, bu bireyler sınıflarının bütün genişliğince egemendirler ve öteki şeyler bakımından olduğu kadar, düşünürler, fikir üreticileri olarak da egemendirler ve kendi çağlarının düşüncelerinin üretimi ve dağıtımını düzenlerler; o halde onların düşünceleri, çağlarının egemen düşünceleridir.” (s.51)
(2-) Gezgin, U.B. (2019). Ekonomik Kriz Bir İktidarı Düşürür mü? Dört Seçmen Profili. Biamag, 23.02.2019.
(3-) İmamoğlu’nun Karadenizliliği’yle ilgili olarak bkz. Sputnik News (2019). İmamoğlu'ndan 'Sen ne biçim Karadenizlisin?' sorusuna yanıt. Sputnik News, 07.03.2019.
(4-) Bkz. Ekrem İmamoğlu’nun Sultanbeyli Semt Pazarı’nda Teyzeyle Komik Diyaloğu - Yerel Seçim 2019.
(5-) Bkz. Sputnik News (2019). Binali Yıldırım’dan Alevilere: Adımı, Alevi komşumuz koydu, adımda Ali var. Sputnik News, 10.03.2019.
(6-) Bkz. Solak, G. (2019). Binali Yıldırım’ın Alevilerden Oy İstemesi Üzerine Atılmış 18 Eğlenceli Tweet. 11.03.2019. (UBG/HK)