Yunanistan’ın kuzeyinde yer alan Florina’ya yolunuz düşerse, kentin kuzeyine doğru devam eder ve dağları aşa aşa uzayan ince uzun karayolunu takip ederseniz, Prespa (Prespes) adlı masalsı bir bölgeye inersiniz. Küçük Prespa (Λίμνη Μικρή Πρέσπα) ve Büyük Prespa (Λίμνη Μεγάλη Πρέσπα) göllerine evsahipliği yapan bu sınır bölgesi geniş ormanlardan ve 19 adet köyden oluşuyor.
Makedonya, Arnavutluk ve Yunanistan arasında kalan bölgenin Yunanistan’ın aşağıda kalan illerine uzaklığı ve yalıtılmışlığı yaşayanlar açısından olumsuz durumlar da yaratıyor. The Cultural Triangle of Prespa’nın (CTP / Prespes’in Kültürel Üçgeni) kurucusu olan, proje koordinatörlüğü, sivil toplum ve yerel kalkınma alanlarında uzun yıllardır çalışan Gabriela Scheiner de bu olumsuzluğu gidermek adına hem bölgede hem de Yunanistan’ın birçok yerinde uzun yıllar çalışmış, emek vermiş bir isim.
Viyana Musical School of the Theater an der Wien’dan mezun olan Gabriela dansla uğraştığı yıllarının ardından Prespa’ya yerleşerek, CTP aracılığıyla yürüttüğü 24 yıllık çalışmasının ardından kısa bir süre önce Viyana’ya dönmeye karar verdi.
Yaptıkları çalışmalarla kırsal izolasyonun yerel topluluklar üzerindeki etkilerini kültürel, ekonomik ve eğitimsel düzeyde azaltmayı hedefleyen CTP, kapalı olan sınırların açılmasına dair de çalışmalar yürüttü. Avusturya’dan gelerek, hiç bilmediği bir bölgede ve hiç Yunancası olmayan genç bir Avrupalı göçmen kadın olarak Gabriela’nın kişisel hikayesini son derece ilgi çekici ve cesur buluyorum. Teklifimi kabul ederek sorularımı yanıtlayan Gabriela Scheiner ile yaptığım söyleşiyi aşağıda okuyabilirsiniz.
Viyana Musical School of the Theater an der Wien’dan mezun olduğunuzu okudum. Prespa’ya gelmeden önce neler yapıyordunuz ve Prespa'ya yerleşmeye nasıl karar verdiniz?
Sanata her zaman ilgim vardı. Annemin şarkıcı olduğu, hiç okula gitmemiş dedemin ise 5-6 değişik enstrüman çaldığı bir ailede büyüdüm. Bu melodiler ve bu müzikal altyapı sayesinde sanata yönelik ilgim başladı.
18 yaşındayken Viyana Üniversitesinde önce psikoloji, sonra gazetecilik ve ardından başka diğer bazı bölümlere kayıt yaptırdım. Bir süre sonra bunların beni pek de ilgilendirmediğini, sadece okuyup çalışmak istemediğimi fark ettim. Daha yaratıcı şeyler yapmak istiyordum.
Theater an der Wien adlı bir müzik okulu açacaklarına dair bir duyuru vardı. O zamanlar Andrew Lloyd Webber'in 'Cats' gibi müzikalleri büyük ses getirmişti. Lisedeyken, spor ve jimnastikte başarılıydım ve dans etmeyi çok seviyordum. Oturma odasında sürekli dans eden o tipik kızlardandım. 1984'te 20 yaşındayken okula kaydoldum ve iki yıldan fazla bir süre devam ettim. Mükemmeldi. Derslerimiz devam ederken akşamları tiyatronun hoparlörlerini açıp gösterileri veya provaları dinliyorduk.
Okuldan sonra Almanya'da ve ardından İtalya'da bir dans grubuyla çalıştım. Yalnız dizlerim hep sorunluydu ve sonunda ameliyat olmam gerekiyordu; bu yüzden dans etmeyi bırakmaya karar verdim. Bu noktadan sonra ne yapacağımı bilemez hale gelmiştim; zira bütün dünyam tiyatroydu.
Ve sanırım bundan sonra Yunanistan’a gelmeye karar verdiniz?
Evet, 1987 yılında dansı bıraktım. Kısa bir süreliğine Yunanistan'a geldim. Hayatımda çok ama çok zor bir dönem olduğunu hatırlıyorum çünkü depresyon geçiriyordum. Kendimi küçük bir pansiyonda küçük bir odaya kapattım. Bir arkadaşım vardı, bana her gün yemek getiriyordu. Bir gece kendimi çok kötü hissettiğimde, o ve bir arkadaşım - her ikisi de müzisyen - pansiyondaki penceremin altında gitar çalıp şarkı söyleyerek beni eğlendirmeye çalıştılar.
Yunan zihniyeti bu işte. Çok etkileyici ve ilham vericiydi. Bana hayatın yaşamaya değer olduğunu hissettirdi ve geçirdiğim 10 günün ardından bambaşka bir insana dönüşerek bu odadan ayrıldım. Daha sonra bir yıl daha Viyana'ya gittim ama sonunda 1988'in sonunda geri dönerek Yunanistan'a yerleştim.
Peki Prespa’ya yolunuz nasıl düştü?
Önce birkaç yıl Atina'da yaşadım. Bir ajans açtım, yurtdışından gelen sanatçıları temsil ediyordum. Aynı zamanda ‘Selanik 1997, Avrupa'nın Kültür Başkenti’ (Thessaloniki 1997, Cultural Capital of Europe) programının koordinatörlüğünü yapan bir piyanistle de çalışıyordum. 1995 yılının sonunda beni, programın sanat direktörlüğünü yapmam için davet etti. 1997 yılında program yöneticisi olarak çalıştım.
1998'de işi bıraktım ve kendimi yine hayatımda ne yapacağımı bilemediğim bir durumda buldum. Program yöneticisi olarak çalışırken Florina'da bir etkinliğe katılmıştım. Florina'da gecelemektense Prespa'da küçük bir otelde kalmaya karar verdim.
Prespa'ya ilk gelişimdi. Saat oldukça geçti. Doğru yolda mıydım ya da ta Arnavutluk'a mı sapacaktım emin bile olamıyordum. Ama bir noktada Prevali'ye çıkmadan önce sağ yola saptım ve zirveye ulaştığımda dolunay yeni yeni ortaya çıkıyordu. (Prespa bölgesine geçiş Prevali üzerinden yapılır. Buradan Prespa havzasına güneyden giren ziyaretçiler, iki adasıyla önlerinde uzanan Küçük Prespa Gölü ve kuzeyde dar bir su şeridi gibi Büyük Prespa'nın görkemli manzarasını görürler.)
Dolunay ışığında dağlardaki kar gümüş bir battaniyeye benziyordu ve Küçük Prespa gölü ayı yansıtıyordu. Hayatımda gördüğüm en güzel manzaraydı. Ertesi gün inziva yerlerini görmek için Büyük Prespa gölünde tekne turuna çıktım. Panagia Eleousa’ya gittim ve orada bana bir şey oldu. Bu küçük kiliseden içeri girip yere oturdum ve birdenbire ağlamaya başladım. 24 saat boyunca!
Bu olaydan sonra hem hayatımda hem de içsel olarak birçok değişiklik yaşadım. 1998 yılıydı. Niye ne yapacağımı bilemiyordum. Atina'ya geri dönmek istemiyordum, Selanik'te de kalmak istemiyordum. Bu yüzden Prespa'da biraz zaman geçirmeye karar verdim. Avrupa Kültür Başkenti programındaki bir meslektaşım Kalithea'da Avrupa-Balkan şairleri ve şiir sığınma evini (The Euro-Balkan Asylum for Poets and Poetry in Kalithea) kurmuştu ve daha önce orada bir etkinlik de düzenlediğimden, kalmaya karar verdim.
Sanırım CTP’yi 2000’de kurdunuz, değil mi? Ve 24 yıl boyunca yürüttünüz.
Evet ama bu planladığım birşey değildi. Yani Prespa'da bu kadar uzun süre kalacağımı, sivil toplum içinde yer alacağımı ve bir STK kuracağımı hiç düşünmezdim. Her şey bir öğleden sonra Kallithealı iki çocukla karşılaşmamla başladı. Şiir sığınma evinin avlusunun etrafında büyük bir duvar vardı. Duvarın üstüne çıkıp oturdular, milyonlarca soru sordular. İlk başta pek konuşmak istemedim ama kaçamadım da.
Ben de onlara boş zamanlarında ne yaptıklarını sordum. Yaptıkları fazla bir şey yoktu, ailelerine yardım ediyorlar ya da meydanda futbol oynuyorlardı. Noel için bir tiyatro oyunu düzenlememizi isterler mi diye sordum. İnanılmazdı, iki dakika içinde köyün bütün çocukları bahçede toplanmıştı. Bir romandan uyarladığımız tiyatro oyunuyla ilk etkinliğimize giriştik. Kostümler, süslemeler hazırladık. Selanik'ten genç bir gitaristi davet ettik ve Kallithealı sevimli, utangaç bir kızın yazdığı şiirleri okuduk. Sonunda Kalithea çok güzel bir Noel etkinliğine ev sahipliği yapmıştı.
Bu faaliyet sayesinde çocuklara yönelik bölgede herhangi bir aktivitenin olmadığını fark etmiştim. Ortak fikirler paylaştığım çok aktif bazı kadınlarla tanıştım. Mesela Dimitra Tamba, Agios Germanos'taki tavernanın sahibiydi. Ve Agios Achilios'tan Vera Efthimova. Üçümüz Agios Germanos'ta meydanda bulunan eski kahvehaneyi kiralamaya karar verdik ve içinde kütüphanesi de bulunan bir merkez açtık.
Yunanistan'da Avusturyalı göçmen bir kadın olarak yaşamak nasıldı? Prespa'da göçmen bir kadın olarak neler yaşadınız?
Göçmen olmak farklı zamanlarda, farklı yerlerde, farklı şeyler yaşattı. Size 90'ların başında yaşanan birkaç olayı anlatayım. Bir Yunanla evlendim ve bana Yunan vatandaşlığına da geçmek isteyip istemediğim soruldu. Avusturya büyükelçiliği ise, Yunanistan vatandaşlığını alabilmem için Avusturya vatandaşlığından vazgeçmem gerektiğini söyledi. Bu nedenle vazgeçtim Yunan vatandaşlığına geçmekten.
1991 yılında ABD’ye ticari vize başvurusunda bulunacaktım. Amerikan büyükelçiliğinde vize görüşmesi için bekleyen birkaç kişiydik. Yunan vatandaşlarının tamamı oldukça uzun bir mülakattan geçmek zorunda kaldılar ve üstelik çoğuna vize de verilmedi. Sıra bana geldiğinde ise çok tedirgindim, iki haftalık vize istemiştim. Tüm prosedür yaklaşık üç dakika sürdü ve bir yıllık vize aldım. Avusturya pasaportuna sahip olmak bir ayrıcalıktı.
Bununla birlikte, sadece Prespa'da değil ama genel olarak Yunanlar, sık sık Avusturyalıları ve Almanları doğrudan İkinci Dünya Savaşı ile ilişkilendiriyorlar. Bundan kaçamıyordum ve çok tuhaf tepkiler alıyordum. Bazıları Avusturyalıların iyi, Almanların kötü olduğunu söylüyordu. Bazıları Avusturyalıların o kadar da kötü olmadığını söyleyip, Hitler’in Avusturyalı olduğunu ekliyordu. Bu bağlantı insanların zihnine o kadar güçlü bir şekilde yerleşmiş ki! Bu durum köylerde daha sık yaşanıyordu, özellikle de yaşlılarla konuşurken. Erkek olsaydım her şey nasıl olurdu bilmiyorum.
Yunan halkı son derece misafirperverdir (foloxenoi). Bu olağanüstü misafirperverlikleri, güzel havasına, bol güneş ışığına ve insanların sıcaklığına uyum sağlamayı baya kolaylaştırıyordu.
Köydeyken hiç casus olmakla ya da buna benzer şeylerle suçlandınız mı?
Evet, çok tuhaf ve komik olmasına rağmen yaşandı. Kallithea'da yaşarken pek dışarı çıkmıyordum ve insanlar benim kim olduğumu, nereden geldiğimi ve neden orada olduğumu bilmiyorlardı. Çok kısa saçlarım vardı, erkek mi kadın mı olduğumu merak ediyorlardı. Bir keresinde bir büyükbaba yanıma gelip: “Sen kimin oğlusun?” diye sormuştu.
Çok küçük bir topluluğa yeni biri geldiğinde insanlar sizi bir kategoriye sokmaya çalışır. Bir Prespalıyla evli değildim, köy okuluna yeni öğretmen olarak gelmemiştim ya da belediyede, otelde çalışmıyordum. Hakkımda hikayeler uyduruldu ve bir tanesi de benim bir Alman casusu olduğumdu. Mesela o dönemde Yunanistan ile Kuzey Makedonya arasında bir anlaşma yoktu. Yeni olan her şeye karşı pek çok önyargı ve güvensizlik vardı. Prespa çok izole bir bölge. 60'lı, 70'li yıllara kadar, tam yılını hatırlamıyorum, insanların Prespa sınırından girmek için giriş iznine ihtiyaç vardı.
Peki sizce bu korku ve güvensizliğin yanı sıra, bölge halkının çocukları için yapılan aktivitelere ve CTP’ye karşı olumlu geri dönüşleri oluyor muydu?
Evet kesinlikle. Ebeveynlerle pek iletişimim olmadı. Öncelikle çocuklara odaklandık ve çocukların ne istediklerini gözlemlemeye çalıştık. Kütüphane vakit geçirdikleri, kitap okudukları ve oynadıkları bir yerdi. Çeşitli oyunlarımız ve kitaplarımız vardı. Sanatçıları, çocuk kitabı yazarlarını ve illüstratörleri davet ettiğimiz birçok atölye çalışmasını da hayata geçirdik. Etkinlikleri de okul saatleri içerisinde mutlaka okullarla işbirliği içinde gerçekleştirdik. Her hafta yabancı gönüllülerimiz aracılığıyla köylere CTP kutusuyla gidip çocuklarla ulaştık, farklı kültürlerden gençlerle kaynaşmalarını hedefledik. Sanata ve el becerilerine yönelik birçok faaliyet gerçekleştirdik.
Prespa'da mesafeler fazla, köyler birbirinden çok uzak. Yani çocuklar okuldan sonra köylerine döndüklerinde, onları öğleden sonra veya akşam saatlerinde tekrar toplamak neredeyse imkansızdı. Tabii bu nedenle köylere biz gittik. Bazen bir köyde sadece tek bir çocuk katılım sağlamış bile olsa bu etkinlikleri devam ettirdik. Faaliyetlerden memnun olan birçok ebeveyn vardı ama aynı zamanda yaptığımız şeyi neden yaptığımızı ve nasıl finanse ettiğimizi de tam olarak anlamıyorlardı. Mesela çocuklara folklör dersi vermeye gelen iki genç dans öğretmeniyle çalıştık. Haftada bir kez gönüllü olarak ve bir saat uzaklıktaki bir mesafeden; üstelik tek kuruş da para almadan kendi arabalarıyla geliyorlardı. Bir ara bir çocuğun babası bana şöyle dedi: “Çocuklarımızın üzerinden çok para kazanıyorsun”.
Bu görüş Prespa halkının önemli bir kısmına hakimdi. İnsanların para almadan, sadece çok uzak bir yerde çocuklara bir şeyler sunmanın tatminini yaşayarak bir şeyler yapacaklarına inanmıyorlardı. Belki de yerel gönüllülerimizin olmamasının, sadece Avrupa'nın her yerinden gelen gençlerin bizimle çalışarak Prespa'daki çocuklara ve gençlere aktiviteler sunmasının nedeni de budur. Bu aynı zamanda izole bir yerin sert kültürüyle de ilgili.
Prespa'nın farklı olan tarafı da travma yaşamış bir yer olması. İç savaş zamanında yaşananlar, ABD ve Avustralya’ya yaşanan göçler de bölge insanını derinden etkilemiş ve değiştirmiş olmalı.
Kesinlikle. Bu muhtemelen en önemli noktalardan biridir. Savaştan bu yana pek çok aile parçalandı, insanlar ayrılmak zorunda kaldı, bazıları kaçtı, bazıları bölgeye getirildi, bazıları sonradan göç etti. Bu gerçekten zordu ve hala da zor. Ayrıca Yunanistan ile Kuzey Makedonya arasındaki kapalı sınır da izolasyon ve dışlanma hissini artırıyor. Büyük Prespa gölü sınır kapısının bu yıl ya da gelecek yılın başında açılacağına yönelik büyük ümit besliyoruz.
Bahsettiğiniz tüm tarihi gerçekler, insanların mesafeli, korkulu ve şüpheci olmasının önemli nedenleridir. Bununla birlikte birçok şey de iyiye gitti, olumlu yönde değişti. Prespa kadınlarına bakın. 1997 yılında Prespa'ya ilk geldiğimde kahvehanelere giden tek kadın bendim. Yaşlı adamlarla iskambil oynuyor ve içki içiyordum. Öğle veya akşam yemeği için bir eve davet edildiğinizde, erkekler için bir masa, kadınlar için de çocuklarıyla birlikte ayrı bir masa kurulurdu. Her zaman erkeklerle aynı masada oturan tek kadın bendim. Ayrıca kadınlar pek dışarı çıkmıyorlardı. Tanrıya şükür bu şimdi farklı.
CTP'nin şu ana kadar bölgedeki başarıları hakkında ne düşünüyorsunuz?
Tüm etkinlikleri düzenlediğimiz gençler artık ya okuyor, farklı şehirlerde çalışıyor ya da bir kısmı geri dönüyor. Prespa'ya her gittiğimde, bu insanların ve ebeveynlerinin birlikte yaptıklarımızdan dolayı minnettar olduklarını hissediyorum.
Özellikle AGH (Avrupa gönüllülük hizmeti (AB)) uluslararası gönüllülerimizin burada olduğu zamanı çok iyi hatırlıyorlar. Çok daha canlıydı, gönüllüler aracılığıyla çok farklı kültürlerden ve yerlerden insanlar bölgeyi ziyaret ettiler. Prespalı gençler yeni şeyler öğrendiler, farklı zihniyetlerle tanıştılar. Bunun bu nesil için fırsatlar yaratmaya yardımcı olduğuna inanıyorum. Bunların ana başarılar olduğunu düşünüyorum.
Elbette sınır ötesi düzeyde Arnavutluk, Kuzey Makedonya ve diğer birçok Balkan ülkesiyle de çok çalıştık ama yerel toplum üzerindeki en büyük etkinin, ağırladığımız uluslararası gönüllüler aracılığıyla olduğuna inanıyorum.
Peki Prespa'yı bir veya iki cümleyle nasıl tanımlarsınız?
Peki, karışık duygularıma değineyim. Bir yandan CTP ekibinin değişimin parçası olmasından dolayı minnettarım. CTP, insanların hayatlarında olumlu yöndeki değişimin bir parçası olabildi. Tam tersi olarak CTP takımının ve gönüllülerin de Prespa'da geçirdikleri zamandan çok etkilendiklerini ve belki de bu deneyim sayesinde hayatlarının değiştiğini düşünüyorum. Öte yandan biraz da üzülüyorum çünkü değişimler çok yavaş oluyor. Mesela ilk konuşmamı 2004 yılında Philoxenia uluslararası turizm fuarında sınır ötesi turizm potansiyelinden bahsederek yaptığımı hatırlıyorum: 'Üç ülke, iki göl, tek hedef'. Şimdi yıl 2024 ve biz halâ gölün yanındaki sınırları geçemedik. Yani burada değişim çok yavaş ve tek bir ömür yeterli değil.
Yakın gelecekte sınırlarla ilgili herhangi bir değişiklik görüyor musunuz?
Evet kesinlikle. Yunanistan ile Kuzey Makedonya arasındaki Laimos köyünün arkasındaki sınır kapısının ya 2024 sonu ya da 2025 başında açılacağı açıklandı. Bunun da Prespa'daki durumu değiştireceğine inanıyorum. Daha az izolasyon hissi, ekonomik gelişme, komşularla güçlü ilişkiler ve belki daha fazla insanın bu muhteşem bölgeye geri dönmesi. Şu anda Kuzey Makedonya'nın Prespa, Dolno Dupeni, Brajchino, Krani köylerine ulaşmak için 127 kilometre yol kat etmek gerekiyor. Sınırlar açıldıktan sonra bu mesafe sadece 5, 10 kilometre olacak. Oradan Ohrid'ye 60 kilometre. Harika olacak.
(SVA/AS)