Düşünelim... Normal olanı ve olmayanı tahayyül edelim...
Büyük bir gazetede Berat kandiliyle ilgili bir haber. Mardin'de bir camide "Kürtçe mevlit" okunuyor. Bu durum, büyük bir gazetede haber oluyor. Mezopotamya ovasına nazır hatta bizzat üzerinde kurulu ve başta Kürtlerin olmak üzere pek çok topluluğun kadim yerleşim yerlerinden biridir Mardin. Hal böyle olunca rasyonel aklın gereği olarak Londra Westminister Abbey'deki kadetralde İngilizce ayin yapılması ne kadar haber değeri taşırsa veya taşımazsa Mardin'deki bir camide Kürtçe mevlit okunması da o kadar haber değeri taşır veya taşımaz. Elbette bahsi geçen haberi yapan gazetenin muhabirleri bir şeyin farkındalar Kürtler kendi topraklarında ve çok uzun zamandır sistemli olarak siyasal iktidarın modernist/ tek tipleştirmeci baskısı ve asimilasyoncu uygulamalarının ortasında yaşamaya adeta mahkûm bırakılmışlardır. Fakat bu itibarla, Siyasal iktidarın ötekileştirdiği ve baskı altına aldıkları içinde sadece Kürtlerin olduğu söylemi aşırı bir indirgemecilik olabilir, çünkü bu topraklarda tepeden inmeci politikalarla ötekileştirilen modernleşme lafzı altında, ulus-devlet yapılanması için gerekli görülen, her an devletin sopası başlarının üstünde olan her kesim, devletin bekaası! için kontrol ve baskı altında tutulmuştur.
Ünlü İngiliz filozofu ve aktivisti Edmund Burke Fransız ihtilalcilerine mealen şöyle sesleniyordu; "Kendi halkınıza işgalciler gibi davrandınız. Ticaretinize sermayesiz başladınız". Bu sözler Burke'ün ölüm fermanı ile karşı karşıya kalmasına yol açacaktı. Türkiye'de de benzer şekilde Kürt meselesi mayınlı arazi gibidir. Konuyla ilgili yaptıklarınız ve söylemleriniz her an sizi alaşağı edebilir ve hatta birçok düşünür, gazeteci ve entelektüelin başına geldiği gibi en verimli çağınızı hapishanelerde geçirmenizi sağlayabilir.
Bugüne değin Kürt meselesi (-ki cumhuriyet ve hatta Osmanlı son döneminin en başat ve kilit meselelerinden biridir) yoğunluğu ve muhatapları dönemsel olarak değişmesine rağmen çoğunlukla söylemsel ve nihayetinde sufli mahiyetteki ileri-geri gelip gitmelerden öteye taşınamamıştır. Meselenin kimileyin ekonomik, kimileyin sosyal, az da olsa politik yönü gündeme taşınsa da asıl orijini hep ıskalanmıştır. Kürt meselesindeki kilit kurumların başında gelen siyasi partiler tutumlarını konjonktürel ve politik gündemlerine göre günübirlik değerlendirmenin ötesine taşıyamamışlardır. Şöyle ki "Kürt meselesi" realitesini iktidardaki partilerin kah oy hesabı kah başka hesaplarla gün yüzüne çıkartmak isteseler de muhalefet her daim, bunu "vatana ihanet-bölücülük" olarak değerlendirmekten öteye gitmemiştir. Örneğin; Kürt açılım ile ilgili CHP genel başkanı Deniz Baykal; "Şu anda amacı kaynaştırma, bütünleştirme değil de ayrıştırma olan çevreler bu süreci ayrıştırmaya yönelik politikalar için bir mesafe kazanma fırsatı olarak değerlendiriyorlar ve o doğrultuda birtakım açılımlar yapmak istiyorlar" demektedir. Bir nevi CHP lideri iktidarı bölücülükle suçlamaktadır. Bir diğer muhalefet partisinin lideri Devlet Bahçeli ise bu açılımı "Demokratikleşme süreci adı altında Türkiye'yi bölmeye çalışan ihanet sahiplerini daha fazla cesaretlendirmekten başka kabulü mümkün değildir" şeklinde değerlendirmektedir.
Gelinen aşamada hiçbir siyasi iktidarın ortaya koyamadığı iradeyi ortaya koyduğu düşünülürse mevcut hükümet takdire şayan bir tutum içindedir. Her ne kadar zaman zaman "irade gerilemesi" olarak okunabilecek "korkakça" tutumlar sergilense de hükümetin meselenin çözümüne yönelik tutumu belirginlik kazanmaya başlamaktadır.
İçişleri Bakanı, Başbakanın "Kürt açılımı" olarak adlandırdığı, Kürt sorununun çözümü yönünde hükümetin iradesini yansıtmaktadır: "Çalışmalarımızda çeşitli ülkelerin bu konudaki tecrübelerini inceliyor, değerlendiriyoruz... Ülkemizin ve insanımızın şartlarına uygun kendi modelimizi uygulamaya çalışıyoruz. Bu çalışmaların sonucunda inşallah çözüm konusunda dünyaya örnek olacak bir Türkiye modeli de biz oluştururuz..." demektedirler.
Kürt meselesinin çözümü yönünde muhtelif yollar ve stratejiler geliştirilebilir. Nihayet alternatif seçenekler arasında en makulu ve meselenin tarafları/ mağdurları/ muhatapları açısından en olabilir olanı kendini dayatacaktır. Ancak kanımca en can alıcı nokta meselenin siyasi bir açılım mı yoksa "açılım" kamuflajlı bir siyaset mi olduğudur. Şüphesiz eğer siyasi açılım söz konusuysa bir şekilde uzlaşma sağlanabilecektir. Ama eğer bugüne değin yapıla gelen gibi sadece "kamuflajlı" bir söylem söz konusuysa şiddet ve belirsizlik devam edecek ve meseleyi daha da içinden çıkılmaz hale getirecektir.
Kürt meselesi de bu süreçte Hintli Prens Lampedusa'nın söylediği gibi; "hiçbirşey değiştirmemek için her şeyi değiştirmek gerekiyordu" sözüne dileriz örnek teşkil etmez. Umulur ki hiç değilse bu kez çözüm yönünde insan hak ve özgürlüklerini her daim ön planda tutan kalıcı bir "Türkiye modeli" oluşturulmuş olur. Bu meselenin çözümü noktasında gecikilmiş her an ülkemizin, toplumumuzun insan ve ekonomik kaybı olarak ilerde her zaman karşımıza çıkacaktır. Bu meseleyi çözmek ve tarihin tozlu sayfalarında bırakmak zorundayız.(YD/EÜ)
* Yaman Demirci, Midyat Habur gazetesi, genel yayın yönetmeni.