* Fotoğraf: Erbil’deki Kürt Ulusal Kongresi hazırlık toplantısı.
“Stranên me belav dibin çar alî
Çarmedor
Li jêr
Li jor
Li ser berayiyê fereh
Li ser bilindayiyê kûr
Û gurr
Li ser gerûya jînê.”
Rojen Barnas / Kadiz-Nûbihar*
Cengiz Çandar “Mezopotamya Expresi-Bir Tarih Yolculuğu”** kitabının 435. sayfasında Bağdat yakınlarındaki bir villada Güney Kürdistan Goran Hareketinin lideri Nuşîrevan Mistefa ile bir sohbetinden söz eder.
“Kaldığımız villanın kendisi ‘tarihi’ anlam taşıyordu. Daha ilk gün, Nuşîrevan Mistefa; bu bulunduğumuz oda çok tarihi bir yerdir demişti. Burası Saddam döneminde Muhabberat’ın Konukevi olarak kullanılıyordu. 1984’te Saddam ile Kürdistan Yurteseverler Birliği (KYB) olarak Kürt sorununa çözüm müzakerelerimizi burada yürütmüştük. Senin oturduğun şu koltukta (Cengiz Çandar’ı kastederek) Saddam oturuyordu. O görüşmeler sizin yüzünüzden kesildi. Kenan Evren kestirdi. Bir gün Saddam geldi ve o koltuğa oturdu, ‘görüşmeleri kesmek zorundayız’ dedi. ‘Türkiye karşı çıkıyor, eğer bir uzlaşmaya varırsak, Kerkük Yumurtalık Boru Hattını kapatacaklarını söylediler. Türkiye’yi karşıma alamam. Kusura bakmayın’. Görüşmeden sonra bizi güvenliğimizi sağlayarak eskortla kuzeye (Irak Kürdistanı’na) gönderdi. Dağlara geri döndük ve savaşa devam ettik”
Nitekim bunun doğrulamasının da söz konusu olduğunu ve Saddam’ın tezgahı olmadığı da bir başka kaynakla pekiştirilir. David McDowall’in Türkçeye “Modern Kürt Tarihi”*** olarak çevrilen kitabında 1984 yılının anılan günlerinde Türk Genelkurmayı ve Dışişleri Bakanlığının Bağdat’a bir ziyaret yaptığını o ziyaretin ardından bizzat Saddam’ın katılımıyla yürütülen Irak’taki Kürt Barış görüşmelerinin kesildiği uzun uzadıya anlatılır.
İşin açıkçası bugünlerde, 19 Temmuz 2013 itibariyle Güneybatı Kürdistan’da Rojava’da oluşan Kürdistani yapının birinci yıldönümünde; bütün hayatlarını Kürde ve Kürdistani değerlere düşmanlık üzerine kurgulamış olan siyasetçi, bürokrat ve medyatik aktörleri dinleyip okuyunca tarihin asla yanılmadığını ve farklı şekillerle yeniden yaşandığını / yaşatıldığını bir kez daha fark etmiş oldum. Nerede Kürtlerle ilgili olumlu bir gelişme yaşanıyorsa / yaşanacaksa hemen Türk resmi tezlerinin olanca kırmızı çizgileri hayata geçirilmeye çalışılıyor.
Bugün artık dünya da biliyor ki; Kürtler Ortadoğu’da kendi iradeleri dışında renkli kalemle sınırları çizilerek bölünmüş, parçalanmış bir ulustur. Öylesine bölünmüş parçalanmış ki, hangi ülke, Kürdün kendisine düşen vatan toprağını kendine katarak yine kendine ait saymışsa; ona kendi dilini, kültürünü de çeşitli yöntemlerle dayatarak diğer parçadaki Kürdü kendi soydaşına yabancılaştırmış. Bu sebeple İran Kürdü, dil ve kültürle bir miktar Farslaşmış, Irak ve Suriye Kürdü birazcık Araplaşmış, Türkiye Kürdü de asırlık cumhuriyetin ret ve inkâr politikalarıyla “hayli” Türkleştirilmiş, en azından dil ve kültürde. Bu durum Kürt halkının adlarına Rojava, Rojhelat, Başur ve Bakur dediği dört Kürdistan parçasında yaşayan Kürtlerin birbirlerine de yabancılaşmalarının diğer adıdır aslında.
Şimdi Ortadoğu yeniden dizayn edilirken Kürt Halkı, yabancılaşmaya inat; kendi rızası hilafına çizilmiş sınırlara çok haklı olarak kendi “Milli Misakı” üzerinden itiraz hakkını kullanıyor. Irak Kürdistanı’nda Mela Mıstefa Berzanî’nin oğlu Mesud’un Sayın Öcalan’ın Özgürlüğüne de referans vererek Öcalan’ın çağrısıyla sonbaharda Güney Kürdistan’da Kürt Konferansının toplanması için çabası budur. Rojava’da PYD lideri Salih Müslim’in Suriye Kürdistan’ında bir Kürt siyasal birlikteliği oluşumu çabası bu vesileyledir. İran, ha keza!
Türkiye Kürdistan’ında ise “Demokratik Barış, Birlikte Yaşama ve Çözüm Süreci” için bunca iyi niyet gösterisi ve eforun ortak bir tek adı vardır artık: Sayın Abdullah Öcalan’ın yıllar evvel altını bold kalemle çizdiği Demokratik Konfederalizm Meselesi. Bir siyasal hareket ve lideri için herhalde en kıymete değer olan; tarih yazılırken öngörüsünün ve tarzı siyasetinin zamanın imbiğinden geçerek kendini doğrulamasıdır.
Bu sebeple ister Irak Kürdistanı’ndaki Federe Kürdistan Bölgesel Yönetimi, isterse Suriye Kürdistanı’ndaki PYD’nin Halk Savunma Birlikleri örgütlenmeleri hangi parçada, ya da dünyanın neresinde yaşıyor olursa olsun her bir Kürdü heyecanlandırmaya yetiyor. Bunun anlaşılması gerekir. Bu durum modernite çağında anlaşılmaz milliyetçilik olarak okunmamalı, aksine anlaşılır bir mantıkla gecikmiş Kürt uluslaşma sürecinin yapı taşları olarak kabullenilmeli.
Bu vesileyle bugünlerde Türkiye Barış Meclisinin ve Sonbaharda da İsveç’teki Nobel akademisinin Dünya Barışına birey kimlikleriyle kattıkları nedeniyle önerilmesini bekledikleri Barış Ödülüne adaylık için; ben fazlasıyla hak ettiğine inandığım Sayın Abdullah Öcalan’ı Barış Ödülüne aday olarak gösteriyorum. (ŞD/AS)
* Barnas, Rojen, Kadiz, Nûbihar, 2013.
** Çandar, Cengiz, Mezopotamya Exspresi, İletişim, 2012
*** McDowall, David, Modern Kürt Tarihi, Doruk, 2004