"ABD 2002'nin başından beri skandallar yaşıyor"
Doğru, Kriz Amerika'dan geldi. Fakat hiç kimsenin ummadığı bir yerinden yani ABD'den geldi. Son 5 yılın 10 trilyon dolarlık cüssesine rağmen en dinamik büyüyen ülkelerinden biri olan Amerika Birleşik Devletleri (ABD), 2002 yılı başından beri muhasebe skandalları ile çalkalanıyor. Şeffaflığın ana vatanından "güvendiğimiz dağlara kar yağdı" şeklinde gelen haberler tüm dünyada sermaye piyasalarına olan güvensizliği artırıverdi.
Neredeyse 15 yıldır belini doğrultamayan NIKKEI, 5000'lerden 1200'lere gelen NASDAQ, sene başından beri üzen DOW JONES ve büyük ağabeylerine bakıp da örnek alan Avrupa Borsaları, ortaya çıkardıkları kayıplar nedeniyle "özel emeklilik fonları" ve "özel fonlar için bir karabasan haline geldiler.
Enron ile başlayan facia, Worldom, Vivendi, Xerox, Merck gibi devlere de sirayet ederken peşleri sıra dünyanın en büyük denetim firmalarını da sürüklediler. Şu ana kadar Arthur Andersen ve Price Waterhouse Cooopers bu skandallarda öne çıkan kurumlar oldular. Arthur Andersen faaliyetlerini rakiplerine devretmek zorunda kaldı. Ahlak açısından tasvip edilmeyen hareketlerin yapıldığı ve menfaat sahiplerinin kandırıldığı da Amerikan basınından yansıyan haberler arasında.
"ABD kötü durumda"
Kısacası bir çok kişinin beklediği küresel kriz ya da şok, kimsenin tahmin etmediği bir yerden geldi. Aslında tek başına bu da çok önemli değil. Euronun dolara karşı yükselişinin Avrupa Birliği (AB) ekonomisinin kuvvetinden değil ABD ekonomisinin zayıflığından olduğunu bilen profesyoneller parite serüveninden uzak durmaya başladılar. çünkü Avrupa ekonomisi euronun değerini ispatlayacak hiçbir şey yapmadı. Hatta bu aşırı değerlilikle başta Almanya olmak üzere AB ülkelerinin ihracat potansiyelini etkisizleşmesi işten bile değildir.
ABD kötü durumda ve bu durum AB'yi olumsuz yönde etkiliyor. Yani euro ve dolara yatırım yapmak konusunda tereddütler oluşmuş durumda. Altın desek, o da tam 4 ay içinde onsu 280'li dolarlardan 320'li dolarlara geldi. Bu seviyelerden bir yatırıma girmek ne kadar mantıklı olur bilinmez.
Bono tahvil tarafına gidersek, orada durum facia. Ülke ekonomilerinin akıbeti bilinmediği için onların çıkardığı borçlanma kağıtlarına da ilgi azalıyor. Hisse senedinden hiç bahsetmiyorum, zaten yazının başında genel güvensizliğin buradan başladığını anlattım.
"Irak operasyonu gündemi değiştirecek"
Dünya ekonomisi ABD nedeniyle öyle bir sarmala girdi ki, Irak'a askeri müdahale haricinde gündemi değiştirecek bir gelişme yok gibi gözüküyor. Sadece Türkiye değil dünyada da mali ve reel sistemin kendini sorgulandığı ve çürük elmaların ayıklandığı bir dönem yaşadığımızı hatırlatmak istiyorum. Tek fark, ABD'deki şirketlerin büyüklüğünün Türkiye kadar büyük olması.
1-2 milyar dolarlık şirketleri incelemek ve denetlemek belki kolaydır ama, piyasa değeri 100-200 milyar dolarlık şirketleri denetlemek uzaktan göründüğü gibi olmayabilir. Eninde sonunda şirketin sunduğu bir çok rakamı doğru olarak kabul etmek zorundasınız. Her hangi bir yatırım uzmanı da bu şirketler hakkında ancak ve ancak muhasebe hesaplarına bakarak yorum yapabilir. Yoksa bu şirketlere kalkıp gidip incelemeye kalksanız 1 yıl falan sürer.
Tabii yukarıda sayılanların hiç biri bu şirketlerin yaptıklarını haklı çıkarmaz. Aşırı büyüme ve bu büyümenin organizasyon içinde yozlaşmaya yol açması ve denetimsizliklerin başını alıp yürümesi, giderek bu şirketlerin kamu kurumları gibi negatif seleksiyona yönelmesini ve kaynakları har vurup harman savurmasına yol açmış.
Her biri devlet büyüklüğünde olan bu firmalar, bizlere iyi bir ders verdi: Halka açıklık oranı neredeyse yüzde 80'leri bulan ve bu nedenle tepesinde patronu olmayan şirketler eninde sonunda iyi denetlenmezlerse, yozlaşacak ve beraberinde koca bir ekonomiyi hatta dünyayı götürecek hale gelebilirler.
Dünya yepyeni bir küresel krize hazırlanadursun biz de "bu bize ders olsun" deyip duracağız herhalde.(NK/BB)
* Doç. Dr. Emre Alkin: İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Öğretim Üyesi