Irak da var mı işin içinde mesela? Kim varsa oraya savaş açılacak ya!
Söz konusu edilen ihtimal, bütün bu "soğuk" akıl yürütmeler, yorumlar gerçek bir savaş ihtimali üzerine yapılıyor. En az 11 Eylül günü yaşanan ve sadece filmlere ya da bilgisayar oyunlarına benzer bölümlerini görmemize izin verilen terör eyleminin sonuçları kadar acı, bir o kadar gerçek bir savaştan söz ediliyor. Bir fikir beyan etmeden önce, bir strateji, bir taktik açıklamadan önce mutlaka herkesin 11 Eylülde yaşanan trajediyi şiddetle kınaması isteniyor, "ama" diye başlayan cümleler kuranlara -ki bu Amerikan politikalarının eleştirisi anlamına geliyor- neredeyse Usame'nin adamları gözüyle bakılmaya başlandı.
Barışseverlik ve terörsevmezlikle
Amerika'nın başlattığı "küresel cadıavı", Amerikansever medyamızda da bir başka anlamda sürdürülüyor. Her türlü bilgiyi, haberi Amerikan süzgecinden geçmiş haliyle edinmek zorundayız, çok özel bir çaba gerekiyor başka bilgi kaynaklarına ulaşmak için. Üstelik, biliyoruz ki, bu bilgiye ulaşmak için gereken ne yabancı dili, ne de teknolojik alet edevata sahip olabilecek ekonomik gücü var bu ülkede insanların. Ve, "ama" diyerek başlayan açıklamalar ve yorumlara, kendilerine hiç yakışmayan bir barışseverlik ve terörsevmezlikle karşı çıkıyorlar.
Amerikan yönetiminin, hem de bildim bileli -çok uzun zamandır da biliyorum doğrusu- sürdürdüğü gerek açık, yani silah ve bombayla, gerek yarı-açık ekonomik ve her türlü insani olmayan ambargoyla, dünyanın en az yarısına yönelik sürdürdüğü sistematik teröre dikkat çekilmesi, terörsever olmanıza yetiyor.
Gizil, pek teknolojik ve özellikle bizim gibi arka-bahçe ülkelerde pek de işe yarayan terörün ince hallerinden hiç söz etmiyorum. Medyamızda şimdilerde egemen olan nasıl bir terör karşıtlığıdır ki, sadece Amerikalıların canı yandığında ortaya çıkar ve bu nasıl bir barış isteğidir ki, onyıllardır topraklarında savaş hüküm süren ülkelerde yaşanan acılar, bu isteğin dile getirilmesine yetememiştir. Ama -bu yazıda çok ama olacak, üzgünüm- aynı adamlar, aynı programlarda, aynı yazılarda "ama" bile demeden Türkiye'nin bu işten nasıl kârlı çıkacağını, geçmişindeki ağır insan hakları ihlallerinin ne kadar meşru olduğunu bütün dünyanın nasıl gördüğünü, daha bir sürü saçma sapan şeyi, altı bin ölünün üzerinde sırıtarak anlatıyorlar.
Hem hayatını kaybeden Amerikalılar için acı çekip, hem de yeni acılar için ne yaparsa yapsın Amerikanın yanında olamazsınız; başka coğrafyalardaki insanların hayatlarını alıp Amerikalıların önüne atarak onların acılarını dindiremezsiniz! Meşru olan ne ve bütün bu programlarda, yazılarda sözü edilen meşruiyetin Amerika'da, Irak'ta, Afganistan'da, Filistin'de acı çeken insanlar için anlamı ne? Aynı tümcede virgülle, yani aynı türden sözcükler oldukları için -sadece bir yazı oyunu bu- virgülle bir araya getirilebilen bu ülke insanlarının şimdi tek bir benzerlikleri var: Ölüm acısı yaşıyor olmak . Onları trajik bir biçimde bir araya getiren şey bu, sadece böyle bir benzerlikleri var, ne dilleri benzer, ne renkleri, ne dinleri, ne sevdikleri yemekler, ne şarkıları... Şimdi, olup bitenleri meşrulaştırabilmek ve yüreklerini soğutabilmek için yeni ölümlere ihtiyaç var. Amerikan yönetimi, halkının önüne "yeterince ölüm" vaat ederek çıktığında varolmayı sürdürebileceğini biliyor, tıpkı 11 eylül günü kendi ölümleri de dahil binlerce ölümle yüreklerini soğutabilenlerin, yüreklerini ve beyinlerini tutuşturan inancı kurgularken Amerikan yönetiminin yol açtığı ölümleri, yoksulluğu kullandıkları gibi... "Ama aynı şey değil.."
diyebilirsiniz. Doğru, aynı şey değil, pek çok fark var, ama bu farklar ne yazık ki, çok kağıt üstünde ve sokaktaki insan için hiç fark etmiyor.
Bir tek elbiseler farklı
Sosyal psikoloji kuramlarının insanın böyle zamanlardaki davranışlarına ilişkin açıklamaları içinde, genelleştirilebilirlik bakımından en işe yarayanları, en çok da Amerikalı deneklerle çalışılarak elde edilmişlerdir. Bu kuramlara göre, insan itaat eder, çoğunluğa uyar, kendisini zayıf, güçsüz ve belirsiz bir düşmanla karşı karşıya hissedip engellenirse günah keçileri icad eder ve onların canını şöyle ya da böyle yakarak kendiyle barışmaya çalışır; bunları hep beraber yaptığında sonuçlar daha da trajik hale gelir. Usame Bin Ladin gibilerinin, binlerce, milyonlarca insanı etkileyen, ölmeyi bile göze alabilecek kadar etkileyen meşrulaştırma zeminleriyle, Bush'un şimdilerde bulunduğu zemin arasında hiç fark yoktur; elbiseler farklı, duruş, gülüş, bakışlar o kadar... Modernleşmenin beşiği, çok kültürlülüğün teorik post-modern kalesi Amerika'da da insanlar, canları yandığında, korktuklarında, belirsiz bir tehditle karşı karşıya kaldıklarını hissettiklerinde, rengine bakarak sadece, insan öldürebiliyorlar. Tepesi yanmakta olan bir kuleden sıra düzeniyle hiç paniğe kapılmadan inebilecek kadar rasyonel insanlar, suçlu olduğu kanıtlanmamış birinin "ölü ya da diri" önlerine atılacağını, bunun için gerekirse milyonlarca insanın öldürülebileceğini vadeden bir adamı çılgınca alkışlayabiliyorlar. Onları anlamalıyız, onların acısı var...
Ölüm acısı ve sağduyu
Ben anlıyorum ve kuşkusuz kendi vatandaşlarının ölüm acılarını dünyadaki hegemonyasını güçlendirmek için kullanabilecek ve başka ülkelerin çocuklarını bombalarla, olmadı ambargolarla öldürmenin gerekçesi olarak "bu bedele değerdi" diyebilen iktidar sahiplerinden ve Afganistan'da olası bir savaşta öldürülecek masum insanlardan "300 köylü" diye bahsedebilen savaş uzmanlarımızdan daha çok anlıyorum. Ama -diyorum bilerek ve isteyerek- acıyla doğmuş, ölümlerle büyümüş, taş, sopa ve sapandan -belki silah- başka oyuncakla oynamamış Filistin'li çocuğun sevincini de anlıyorum.
Benim için çünkü, bir ölüm, sadece bir ölüm, bir ölümdür, Amerikalı, Iraklı farketmez. Ölüm acısı karşısında insan sağduyusunu yitirebilir, dahası insan yaşamı boyunca haksızlığa uğradığını, acı ve yoksulluğa mahkum edildiğini hisseder ve varolabilmenin başka hiçbir biçimini yaşaması için seçeneği kalmazsa, öldürmeyi ve ölmeyi seçebilir.
İnsan, kediden farklı değil bu bakımdan, kuyruğuna basarsanız tırmalar, hatta kediden fazla olarak hayal edebilir, kurabilir, icad edebilir, düşman yaratabilir, kendi acısını dindirmenin bir yolunu bulur ama, mutlaka bulur. Keşke terörizmin sadece bir akıl hastalığı olarak var olabildiği bir dünyada yaşıyor olsaydık, çok kolay olurdu her şey. Usame Bin Ladin keşke sadece bir çılgın olsaydı, hani yeşermek için en çok da Amerika'da uygun topraklar bulan, insanları salçalayıp fırına veren türden bir deli ve devlet terörü de dahil, her türlü şiddet ve ölümün böylesine desteklenemeyeceği kadar adil olsaydı bu dünya. Ama değil.
Kan davasını durdurmak
Şimdi, bu kan davasını durdurmak için samimi insanlara ihtiyaç var, sadece samimiyet yeter: Savaşa karşı olmak bakımından. Sosyal psikoloji kuramları bir şey daha söyler: Tutarlı, savunduğu şeyi bilen ve ısrarlı olan azınlıklar, çoğunlukları etkileyebilir, onları yolundan döndürebilir. Dünyada olup biten az sayıdaki iyi şey hep bu azınlıklar yüzünden olmadı mı? Amerikan halkının acısını paylaşmanın tek yolu budur: Hemen şimdi barışı savunmak, herkes için adaleti savunmak.
Amerikan Kongresi'nin yetkilerini Bush'a devretmesine karşı çıkan bir tek kongre üyesi, "durup düşünelim, hemen deli gibi sağa sola savaş açmayalım" diyen Amerikalılar -sadece % 10 olsa bile- en çok da onlara iş düşüyor.
Sabırla, suçluları bulup cezalandırmak gerektiğini, daha fazla masum insanın ölmesinin yeni masum insanların ölümüne yol açacağını ve bütün bunların, yani barışın, borsaların inip çıkmasından, daha fazla egemenlik alanından çok daha önemli olduğunu, kendi yönetimlerine ve Amerikan halkına anlatmaları gerek. Türkiye'de de herkes, gerçekten bu dünyada yaşayan her bir insan için barış ve adalet istiyorsa, bir durup sormalı kendine gerçekten... Benim için kaç Afganistanlı bir Amerikalı eder, kaç Filistinli, kaç Iraklı ? Hangi coğrafyalar zaten lanetlidir ve ben ne kadar paylaştım bu lanetlemeyi ve daha ne kadar paylaşacağım?(NU)