dergiden önce haberi geldi. yazının üst başlığı "kültür-sanat mafya'nın eline geçiyor!.." asıl başlığı ise "kültür mafyası dergisi 1 ekim'de bayilerde...", ilk paragrafı ise "kültür mafyası, 1 mart 2010 tarihinde web sitesi olarak yayın hayatına başladı. yayıncılık ve kültür üretim alanlarındaki tekelleşmeye dikkat çekmek için kültür mafyası ismini tercih eden ekip; bağımsız ve özgün içerik üretimini samimi bir dille gerçekleştirdiği için 2 yıl içerisinde önemli bir takipçi sayısına ulaştı" şeklindeydi.
doğrusu bu sözler beni kışkırttı ve devamını okuyunca da meraklandım ve çıkar çıkmaz dergiyi mephisto kitabevinde buldum ve "beş" lira verip aldım.
merak yüzünden yolda giderken okumaya başladım; akşam trafiğinin ortaköy'e kadar izin verdiği süre içinde de bindiğim otobüste 66 sayfalık derginin 25. sayfasına kadar her satırını okuyacak kadar da elimden bırakamadım.
öyle ahım şahım, süslü püslü, renkli kocaman resimli bir dergi değildi aldığım.
"muhalif", "farklı" ve kültür sanatın ticari kesimi dışında kalanların yayınladığı ve okuduğu benzer bir çok dergiden de fazla bir farkı yoktu açıkçası. fazla iddialı bir dergi gibi de görünmedi gözüme. yine de daha ilk sayfalarından başlayarak okumayı sürdürme isteğim kesilmedi.
editoryal yazı bana gönderilen yazıdaki düşünceleri biraz daha açımlıyordu.
okurken ilk hissettiğim şey "özgün"lüğü ve "içerdiği emek"ti.
bunların hemen ardından da okuyucusuna yönelik özen ve saygılı dili geliyordu. doğrusu konuşur gibi bir üslubun yeğlenmesi de hoşuma giden bir başka yan oldu.
başka bir adı olamaz mı?
bir tek adına takıldım, yazıları okurken beynimin içinde bir yandan tartışıp durdum bunu. açıkçası bu ad bana "uygun" gelmedi. bir genç insanın elinde dergiyi görenlerin olası tepkileri, o gence dair tutum ve davranışlarıyla, gencin bununla başetmek için neler yapacağı aklımdan gelip geçti.
yukarıda belirttiğim gibi gerek ilk gelen mesajda gerekse derginin editoryal yazısında derginin adının neden böyle olduğu yazıyordu. dergiyi çıkaran ekibin bu kararını ve nedenlerini anladım, daha önce aynı adla açılan web sayfasının devamı olması gibi bir kaygıdan yola çıkılması da belki birçokları tarafından kabul edilebilir bir gerekçedir, ama yine de ben yadırgadım.
sanat ve kültür alanında yaşanan "kirli" ticaret göz önüne alındığında buna itiraz edildiğini gösterecek bir adın yeğlenmesi bana doğal gelir.
ama yine de ticari alandaki kirlilikten beslenen bir "örgütlenme" tarzının, bu kirliliğe karşı çıkanlar tarafından benimsenmesini doğrusu garipsedim.
benim daha önce yazdığım bir yazıda önemsediğim" çeteleşme" düşüncesiyle olumlu bağlamda bazı koşutluğa sahip bir düşünce de olsa, "mafya" sözcüğünün çeşitli biçimlerde ve bir tersinleme olarak kullanılmasını herşeye karşın benimseyemedim.
oysa derginin içeriği ve söyledikleri, özellikle okuyanı katmaya çalıştığı "ortak hayalleri" hemen her "muhalif", hatta belki de şöyle böyle "ötekileştirilmiş" herkes tarafından kabul edilecek, benimsenebilecek, içine katılmayı ve katkıda bulunmayı gündeme getirecek noktalar.
tabii ki karar yine de dergiyi çıkaranların! biz sadece bir "muhalefet şerhi" koymuş olalım!
eyleme geçmek
derginin ilk sayısının belki de "olay" sayılabilecek boyuttaki "zizek" söyleşisiyle açılması, onun söyledikleri ve belki de söylemeyip bize okuyana söylettikleri gerçekten önemli bir başarıyı ortaya koyuyor.
zizek'in bedia ceylan güzelce ile gerçekleştirdiği elektronik ortamdan başlayıp, ekonomik, politik, kültürel konulara değindiği kuramsal boyutu çok yüksek olmasa da keyifle okunan söyleşisinde belirttiği gibi "kültür mafyası" yayıncıları "hemen harekete geçmiş"ler gündemi belirleme konusunda.
hemen bu söyleşinin ardından gelen levent üzümcü'nün "bize yalan söylediler" yazısı da bence bu harekete geçme halinin yansımalarından birisi. sanatçıların içinde bulundukları "an"la ilişkileri ve aldıkları ya da almadıkları tutumların arkasını sorguluyor.
sonra sokağa inerek muhalif öğrencilerin "adalet" maceralarını "çok taraflı ve çok sesli" bir şekilde aktardıktan ve "akla hemen gelen soruları" sorup yanıtlarını da sunması "katılımcılığı ve çok sesliliği" bir tutum olarak ortaya koyması bakımından da önemli.
bunu bağırarak ve didaktik biçimde yapmamak, aynı soruların başka türlü de sorulabileceğini çok naif ve duyarlı bir şekilde gösteren ve "konuşacak çok şey" olduğunu ortaya koyan "çatıdaki çimenler" bloğunu izlemeye başladığım andan itibaren çok yakından tanıdığım ve sevdiğim "jehan barbur"ün sesiyle devam etmek de öyle.
onun güzel ve çok derinlerden gelen içli sesini bu kez "yazdığı yazıyı okuyarak duymak" dergiden aldığım "keyif" dozunu yükselten bir unsur oldu. sonrasında "demek ki buluşmalarda tanışıklıklar çok önemli olabiliyormuş" dedim kendi kendime!
bilgi, düşünce ve duygu bir arada
dergi yalnız duygu ve düşünce değil, okuyanına "malumatfuruşluğa" düşmeden bilgi de veren bir niteliğe de sahip.
esen kunt'un "müphem cinsellikler" akademik bir dergide rahatlıkla yer alabilecek nitelikte olmasına karşın "tam da yerini bulmuş" dedirten bir özellikte.
aslında bir tür konuya giriş niteliğine sahip bu yazının ardından sultan arınır'ın "gizli celse" bölümünde görünür hale getirdiği toplumumuzda en çok ötekileştirilen, hatta resmi ve gayr-i resmi "linç"e maruz kalan eşcinseller yaşamın içindeki tüm gerçeklikleriyle yer alıyor.
kültür mafyası'nın içinde sokak yalnız olaylarıyla değil insanlarıyla da var:
sinan sülün'ün "acı" başlıklı yazısı okura böyle örneklerin dergide yer alabileceğine ilişkin bir çağrı gibi geldi bana.
sonrasında "yeraltı" bölümünde bir "mezar kazıcısı" ile yapılan röportaj yaşadığımız dünyanın uç insanlarının da bu dergide yaşamı gerçek kılan bir boyut olarak ele alınacağı düşüncesini doğurdu bende. kim bilir belki ilerideki sayılarda bir çok idam cezası gerçekleştirmiş eski bir "cellat", ya da halen görevini sürdüren işkencehanelerin resmi görevlileri arasından "özgün" örnekler karşımıza çıkabilir.
"ünlü"lerin desteği
yeni dergilerin ilk sayıları genel olarak "içerik olarak doyurucu" görünmek zorunda hissederler kendilerini. o yüzden de kendi alanlarının önemli konu ve kişilerinden söz etmek genel bir eğilimdir.
bu açıdan da dergi çıtayı yüksek tutmuş ve bir edebiyat ve kültür dergisinde işlenmesi olası konu ve kişileri güzel ve okunur yazılarla ele alıp anlatmış.
terry eagleton ele aldığı konu bağlamında, ihsan oktay anar gündem olma özelliğiyle, rıfat ılgaz, bilge karasu ve edgar allan poe her zaman ve her koşulda vazgeçilmezlikleri yüzünden dergide yer alan ve okutan, yazılar ve konular olmuş.
bir kültür sanat dergisinde sinemanın önemli bir alan ve konu olmaması düşünülemez kuşkusuz. bu bağlamda güncel bir sinema örneği olarak "araf"tan söz edilmesi, "geriye kalan"la sinemanın kadına bakışını sorgulamak ve bunun üzerinden bir tartışma açılması da bence hem olumlu ve hem de ileriye dönük olarak umut verici bir yaklaşım.
derginin içinde yalnızca bilgi, duygu ve düşünce ifade eden yazılar yok.
çok fazla sayfalara yayılmayan "edebi" örnekler de var: "öykücü" ve "şiirbaz" bölümleri bu tür katkılar için dergi okurlarına sanki bir çağrıda bulunuyor gibi geldi bana.
bir sanat dergisinde "plastik sanatlar"a yer verilmemesi düşünülemez; dergi ilk sayısında hüseyin aksoylu ve onun "ağırlık" adlı sergisinden söz ediyor.
son sayfalarda ise ayşenil şenkul "sanat ortamının 1980 sonrasını ele alıyor, özellikle de "bağımsız inisiyatif"ler en söz ediyor.
metronom başlıklı bölümde de burak bayülgen, can yayınları'nın bu yıl yayınladığı "romantizmin ışığı clara" adlı aydın büke kitabından yola çıkarak george sand ve frédéric chopin üzerinden müzik ve edebiyatın kesişme noktasında geziniyor.
numan sertelli de "kültür çorbası"nda elif şafak ve orhan pamuk üzerinden edebiyat siyaset ilişkisine bir göndermede bulunuyor.
emeği geçenler
dergide emeği geçen "mafya ekibi"; ayşenil şenkul, banu özyürek, bedia ceylan güzelce, burak bayülgen, burcu önder, cansel uygun, ceylan özçelik, dicle koylan, dilek mayatürk, duygu çavdar, engin karabacak, esen kunt, gökçe uygun, esra açıkgöz, hüseyin aksoylu, jehan barbur, levent üzümcü, meltem sanlav küpeli, numan serteli, onur avcı, sinan sülün, sultan arınır, turgay özçelik, zaytung'a teşekkürler.
onlardan birisi yayın yönetmeni turgay özçelik şunları söylemiş:
"evet, biraz deliyiz. çünkü mevcut dergiler kapanıp internet yayıncılığına yönelirken, biz tam tersini yapıyor, internet yayıncılığından dergi yayıncılığına geçiyoruz. bir nevi son matbucular'ız... deliyiz, çünkü arkamızda hiçbir politik ve ekonomik güç odağı olmadan, sadece samimiyetimize ve kalemlerimizin gücüne güvenerek bu işe girişiyoruz... deliyiz, çünkü aklın egemenliği ile derdimiz var bizim... bu ülkede yayıncılığın, kültür ve sanat üretiminin samimi ve çıkar gözetmeksizin yapılabileceğine, yapılırsa da insanlar tarafından ilgi göreceğine dair umudumuz var... kültür mafyası dergisi, bu umudun peşinden gidiyor... zaten yayıncılık aslında deli işi, duygu işi biraz; akılla, mantıkla yayıncılık olmaz..."
özetle kültür mafyası adına dair "itiraz"ımı saklı tutmak kaydıyla "ikinci sayısını da mutlaka almalıyım dedirten" ve "peşinden gidilecek" bir dergi.
sizler de bir bakın, bakalım; bana katılırsanız almayı sürdürürsünüz. (ms/ekn)
iletişim: turgay özçelik - genel yayın yönetmeni, 0216 441 71 18