İnsanın kültürel tarihinin başlangıcını vücut dili dediğimiz el-kol hareketleri, mimikler ve kelime olmayan ama anlam yüklü sesler oluşturur. İnsanın insanla ve insanın doğayla ilişkilerinin artması, ‘şeylere’ ad koyma ihtiyacını doğurdu. İşaret dilini sese dökerek, seslerden objelere, eylemlere ve durumlara ad koyarak kelimeler üretilmeye başlandı. Sonra kelimelerden cümle kurmaya ulaşıldı ve bu süreç boyunca dil oluştu.
Sözlü kültürün alanında kalan ama gittikçe yazıya kaynaklık eden bir de ilkel resim veya şekil çizimleri vardı. Her ne kadar bu şekiller görsele ait bir alanda olsalar da bunlara günümüzdeki anlamıyla görsel kültür diyemeyiz.
Dilin konuşma düzeyinde ya da sınırlarında kalması, sözlü kültürü oluşturur ve on binlerce yıldır kendini destanlar, hikâyeler, kıssalar, şarkılar, şiirler yoluyla devam ettirir. Sözlü kültür kuşaktan kuşağa, ağızdan ağıza anlatılar yoluyla aktarıldığı için naklidir. Sözlü kültürün dinamosu veya deposu, hafızadır. Ancak burada eskilerin deyimiyle “Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür” olması nedeniyle hafıza unutur, kimi zaman unuttuğunun yerine başka ‘hikâyeler’ ekler vs.
Tarım toplumuyla birlikte artan işbölümü ve ürün değişimi, önce çentiklerle, şekillerle bir iletişim kurmayı gerektirdi. Sonra seslere harf dediğimiz simgeler yoluyla anlam verilmeye başlandı ve bunlar çeşitli araçlar üzerinde kayıt
İnsanlığın bilgi, tecrübelerinin yazı yoluyla kayıt altına alınması, yazıya bir kalıcılık ve aktarıcılık sağlar.
Yazının bilindiği kadarıyla 5 bin beş yüz yıllık bir tarihi vardır. İlk yazı Sümerler’e ait olup ucu sivri araçlarla kazınarak yazıldığı için bu yazıya çivi yazısı denmektedir.
Sözlü kültürden yazılı kültüre geçiş hem kültür tarihinin ikinci aşamasını hem de insanın soyutlama dünyasında önemli bir aşamayı oluşturur. Elbette sözlü kültür yok olmamıştır, olmaz da. Ancak yazılı kültür belli bir eğitimi, disiplini gerektirdiğinden dolayı bu koşullara da yönetenler, egemenler, ayrıcalıklı olanlar sahiptir. Bu açıdan yazılı kültür topluluktaki/toplumdaki sınıflaşmanın da bir göstergesidir. Yazı yerleşim olarak şehre, kurum olarak devlete ve sınıf olarak da egemenlere aitken, sözlü kültür topluluğun/toplumun daha geniş alaylı denilen kesimine aittir. Örneğin Osmanlıca denilen eklektik dil, devletin kurumlarının ve bürokrasinin dilidir. Halk bu dili anlamaz, egemenlerin istediği de budur. Dil bu alanda egemenliğin, ayrıcalığın ve devletlûların korkusunu sağlamanın da bir arıcı olarak kullanılırmıştır.
Üretim sürecinin gittikçe pozitif bilgiyi gerekli kılması, üretim ilişkilerine ve meta dolaşımına paralel olarak toplumsal ilişkilerin daha bir gelişmesi, devletin askeri ve bürokratik büyümesi yazılı kültüre olan insan ihtiyacını artırdı. Egemenlerle sınırlı olan yazılı kültür, eğitim kurumları yoluyla aşağı doğru yaygınlaşmaya başladı. İşçi makinayı kullanmasını, asker tüfeği ve topu kullanmasını bilmek için yazıyı da bilmeliydi.
Böylece nakli kültür alanı daralırken, akli (ussal) kültür alanı artmaya başladı.
Dünyadaki son 50 yıldaki iletişim araçları ve bilgisayar teknolojisindeki büyük gelişmeler görsel kültürü etkin kılan alt yapıyı oluşturdu. Bu kez yazılı kültürün alanı daralırken, görsel kültürün alanı arttı.
Görsel kültür ve siyaset
Dış dünyanın zihnimizdeki yansısı sürecinde (bilincin oluşması) görsel kültürün baskın oluşu ya da salt görsel kültürle yetinmek, gerçeğe ulaşma yolunda bir perde oluşturur. İktidar, gerçekle zihnimiz arasındaki bu perde üzerinde yarattığı illüzyonu bize yine görsel kültür aracılığıyla gerçekmiş gibi sunar. Artık burada siyasetçilerin fikirleri değil, siyasi şovları, görüntüleri, popülist söylemleri, siyasal iletişim dili olarak kullandıkları simgeleri öne çıkar.
Göstergeler yoluyla toplumsal algı oluşturmak için görsel kültürün ögeleri kullanılır. Bol bol grafikler, istatistikler, fotoğraflar, afişler, projeler (Hele hele çılgın projeler), popülist politikalar yoluyla gerçekmiş gibi sunulan teknolojik iddialar ve maket çalışmaları vb. görsel kültürün neredeyse sınırsız imgeler dili kullanılır. Böylece bütün mesele, istenilen ‘şeylerin’ imgelem yoluyla zihinde oluşturulmasıdır.
Görsel kültürün tüketicisi, pek bir bilme çabasına girmeksizin, ‘şeyleri’ bildiğini sanır. Cehaletin en büyük tehlikesi, (Sokrat’a nazire) bilmediğini bilmemektir! Gerçekler kitlelere spekülatif, çarpıtılmış, magazinsel, cilalı olarak sunulur. Artık kitaplara gerek yoktur! Kitap okumak zahmetli bir uğraş olarak görülmekte hatta internet üzerinde web sayfaları, Youtube, Facebook gibi birçok kanal varken, kitap okumanın gereksiz olduğu düşünülmekte. Böyle derken, kitap bitmiş midir? Hayır! Artık kitap dünyasının büyük kısmı, görsel kültür ürünlerinin yazıya dökülmüş halinden ibarettir.
Görsel kültür yalnız görmekle sınırı olmayıp en büyük desteğini işitsel eylem sağlar. Yani görüntü, sözle birlikte daha bir güçlenir. Görüntüler eşliğinde derinlikten yoksun sözler, bir pazarlama taktiği gibi yüzeysel, vurucu, maniplatif, slogancı şekilde kitlelerde bir algı operasyonu olarak söylenir.
Görsel kültür üzerinden çok daha kolay ve hızlı bir öğrenme, bilme süreci yaşandığı iddiası, ilk bakışta doğru gözükmekte. Görsel kültürün bugün neredeyse başat hale gelişiyle birlikte insanların daha fazla bir fikri zenginliğe ulaştığı sanılıyor. Bu iddia, görselliğin gücünün yüzeysellikte olması nedeniyle, bu yüzeysellik donanımlı bilgi sanılmaktadır. Hâlbuki görsel kültür, olay ve olgular üzerinde neden sonuç ilişkisinin kurulması ve analitik akıl yürütülmesi pek mümkün değildir.
Görsel kültürün yükselişi ve bugün neredeyse başat hale gelişiyle insanların daha fazla bir fikri zenginliğe ulaştığı sanılabilir. Elbette dünyada bilgi zenginliği gelişmiştir ama bilgi, belli merkezlerde üretilmekte, toplanmakta ve kitlelere istenildiği kadar, istenildiği şekilde verilmektedir. Bu açıdan acaba kitleler gittikçe cahilleşiyorlar mı sorusu, kimilerine saçma gelse de ciddiyetle üzerinde durulmasını gerektiriyor. Bunun çapıcı örneğini okullarımızın durumu oluşturmaktadır.
Yazılı kültür bir dönem insanların konuşmalarına önemli bir dayanak oluşturmuşken günümüzde insanların konuşmalarına görsel kültür kaynaklık etmekte. Yazılı kültürün belli bir estetik, akılcılık ve disiplin gerektirmesi, konuşmalara bir seviye katarken, görsel kültürün büyük ölçüde bir algı oluşturmaya hizmet etmesi, konuşmalarda büyük bir seviye kaybına neden olmaktadır. Görsel kültür, siyasette sığlaşmaya ve popülizme uygun bir zemin oluşturmaktadır.
Dünün siyasetçilerinde belli bir entelektüellik varken, bugünün siyasetçilerinin ezici bir çoğunluğunda bu düzeyi göremeyiz. Aynı durum akademi, sanat, basın-yayın dünyası için de geçerlidir. Kim daha lafazansa, kim kitlelerde istediği tarzda algı yaratıyorsa, kim daha çok simgesel görüntüler veriyorsa, kim bir imaj oluşturuyorsa; önemli olan artık onların fikirleri, ürünleri değil, tipleri ve yarattıkları algılardır.
Sonuçta yazılı kültürün bir yandan alanı daralırken bir yandan da içeriği, görsel kültürü anlatma aracına dönüşüyor. Bu durum ise, estetik ve akılcılığı baskılıyor ve toplumlarda toptan bir bozulmaya hız katıyor.
Teknolojinin karşısında durulamayacağı gibi, onun sonuçlarından olan görsel kültürün hâkimiyetinin karşısında da durulamayacak gibi gözüküyor.
Bu nasıl aşılır, bilemiyorum. (HŞ/DB)