Nasıl yorulmuşum!
Ayak tabanlarımdaki yanmayı hisseder hissetmez koltuğa yapıştırdım vücudumu. Çok yorgun olduğumda ufaldığımı, yanlış sıcaklıkta yıkanmış bir fistan gibi çektiğimi hissederdim. Aldırmadım elbet. Kağıt ve kalem yakınımdaydı. En yakınlarıma doğru uzandım ve dost, arkadaş sohbetlerinde kaybettiğim vakti telafi etmek istercesine açtım sayfalarını. Belki de haksızlık ediyordum. Konuşularak çözümlenebilecek şeyler vardır elbet ancak ben ilkelliğime vurgundum. İçime dönüp, içimdeki kayıp anları bulduğumda huzur doluyor ve müteşekkir olan her insan gibi biraz daha yaşayabilmeyi umut ediyordum.
Aklıma bu ‘An ‘ meselesi takılmıştır bir kere. Kısacık zamanın, kısacık anlamına odaklandım. Edebiyatın demir ökçelerinden, küçürek öykülerimin asıl kahramanı belirdi. İsmet Kür. Bu minimal öykülerde onun şiirsel diline vurulmuştum. Sevdiğim cümleleri kitaplardan alıntılayarak yazdığım kara kapaklı defterimi açtım. İ harfini bulup İsmet Kür’ün ağzından dinledim kaybolmuşluğumu:
“Ne zaman sislense sokaklar, bir ayrılış seyrederim, yabancı şehrin, yabancı bir mekanında. Kırılan kalplerin karanlığında bir bıçak ucu gibi kımıldar gurur… ve sisler içinde bir insan, adım adım, yudum kaybolur”.
Nefesimi kesmişti İsmet Kür. Yetmez dedim yetmez. İnsan ölmeden önce can çekişecekse hakkını vermeli. Bu küçürek öyküleriyle gönlüme taht kurmuş kişi Fert Edgü. Bireyin var oluş kaygılarını, yalnızlığa, özgürlüğe bunaltı ve iletişim sorunlarına bağlarken, kancasını bana atan o muhteşem kalem beni de kendine bağladığının farkında mıydı acaba?
Olaysız öykülerinde, onun anlık durumu aktardığını bilirdik ve öykünün tam ortasında durup olup bitene, hislere ve insan oluşumuzun getirdiği ceremelere şarka çıkartırdık. Cayır cayır yanan ayaklarım yanmaya devam ediyordu bekleyemedim tozlu rafların arasından buldum Ferit Edgü’nün kitabını. “Beklenmeyen konuk” hikayesini okumaya başladım. Uyku halinden alı konulmuş kahramanımızın iç çatışmaları nedeniyle çıldırma noktasına gelişini, düşüşünü, baş kaldırışını fark ettiğimde benim için artık çok geçti. Uykum kaçmıştı ve kapım Edgü tarafından çalınmıştı yağlanması gereken kapım.kapıyı açıp onu zindanıma buyur ettim.o da sağ olsun kırmadı beni, oturdu baş köşeye..
‘Kim o?’
Ses yok
‘Defol öyleyse’
Duyarsızlaşan kahramanın ötekileşirken nasıl yalnızlaştığını ve kendini ne denli suçlu bulduğunu fısıldıyordu kulağıma. Tedirgin edici misafir kahramanı endişe ve kaygının kollarına bırakırken, merak duygusuna da kamçıyı vurmuştu. Meraklandım.
Acaba Edgü bu küçürek öykülerde benden de bahsetmiş miydi?
Yoksa ben delirmiş miydim?
‘Leş’ öyküsünü okumaya koyuldum. Anladım ki öyküdeki sandal benim koltuğumdu. Midem delicesine bulanıyor ve sallanan koltukta inanılmaz acılar çekerek cümleleri takip etmeye çabalıyordum. Sandalın altına yapışan leş kokusu evimin her santimine dağılmış gibiydim. İmkansızdı bu! Gerçek, öyküyü bilene işlemezdi. Yine mi yanılmıştım. Ferit Edgü’nün gerçekliğinde dolaşıyordum. Kollarım dermanını yitirmiş bir kara parçasına ulaşmak isteyen kahramanın kendisi olup çıkmıştım.
Buldum da… ‘O leş sandığım o. Tüm gücüyle çekiyordu beni kendine. Bir adım olsun attırmıyordu’
Kanım okudukça hızlandı.
Kanım okudukça sürüklendi öykünün içine.. Zindanımda onlarla baş başa kalmıştım.
Kendi leşimin üstüne abandım.
Ferit Edgü'yü dinledim.
‘Ben’i ezdim. Ben’i, Ben’i, Ben’i…’
Küçürek öykü - minimal öyküKısa ama bir o kadar yoğun bir öykü türü. Az kelimeyle ve cümle ritimlerinin yoğun duygulu hatta şiirsele varan bir dille üretilir. Birkaç sözcükle sizi duygu ve düşüncelere boğabilecek bir kuvvete sahip. Bu sebepten küçürek öyküler kısacık zamanımızın uzun provası olmuş ve birer çığlığa dönüşmüşlerdir. Ernest Hemingway Dünya edebiyatında küçürek öykülerin ilk yazan Hemingway denilebilir. Türkiye edebiyatında ise Ferit Edgü, Hulki Aktunç bu öykünün en güzel örneklerini vermişler. Ferit Edgü’nün Leş adlı kitabı bu minimal ve yoğun duygulu öykülerinin derlendiği bir hazine niteliği taşıyor. |
(HH/HK)