Üzerinde belki hiç, belki tek tük ağaç olan bozkırın yanından geçerken çoraklığına, boşluğuna bakıp içlenmekten alamaz kendini insan...
Fakat çoğu zaman gerçek, tüm öğrendiklerimizin aksine, farklıdır ilk akla gelenden. Tıpkı bozkırlar, tıpkı akbabalar için akla gelenler gibi...
Bozkır ağaçlandırılması, uzaktan gelen baraj suyu ile bolca sulanarak tarım yapılması gereken yer. Akbabalar belki bu yazıda bile neden yer aldığını anlayamadığımız, ölümü hatırlatan soğuk ve belki hain hayvanlar. Sizce de öyle ise sakın çekinmeyin devam edin okumaya çünkü biliyorum ezberleri bozmak için buradayız.
Bozkır... Bozdur boz olmasına ama, uzaktan bakınca. Biraz samimiyetle yaklaşıldığında ilkin küçük ama rengarenk çiçeklerini gösterir. Kimi zaman dünyada sadece bu kırlarda varolan bitkilerdir o gördükleriniz. Çünkü Anadolu'nun bozkırları bir çok bitkinin türleştiği, toprak içeriği farklılığı ve mekansal ayrılmalarla özgünleştiği alanlardır. Çorak gözüken o kırlar bu canlıların varlığının devamı için yegane yurttur.
Yalnız bitkilerin değil küçükbaş hayvancılıkla geçinen köylünün de yurdu, doğup büyüdüğü, her yamasını bildiği bu kırlardır. Çobanın ve sürünün yoldaşı, kırın bekçisi ise akbabalardır.
Akbabalar her gün kilometrelerce gezip ölmüş hayvanları bulur ve hastalık yayılma riskini ortadan kaldırırlar.
Bozkır ve akbabalar binlerce yıldır birlikte var olmuş sonra onlara hayvanları ile insanlar eklenmiş. Sonraları insan hoyratlığını, yanlış politikalarını ve kimyasal ilaçlarını da katmış. Döngüler karışmaya, haksızlıklar olmaya başlamış.
Küçük akbaba yurdundan gitmesin diye
Ankaralı olan birinin bu döngüleri, birliktelikleri, eşi olmayan canlıları ve daha fazlasını kolayca görebileceği bir yer Beypazarı.
Bu bozkır krallığı ve onun küçük akbabaları yargılarımızın inadına bereketin ve hayatın kanıtı sanki...
Öyle bir bereket ki bu nehirlerle vadilere yazılmış. Bu vadiler ve geniş ovalara bakan sarp kayalıklar küçük akbaba yuvası ve akbabalar için dünyadaki son güvenli sığınaklardan biri olmuş. Çünkü türün sayısı etkilediğimiz doğa ve harcadığımız dünya kaynakları ile birlikte hızla azalmakta.
Küçük akbaba (Mısır akbabası/A/eopron percnopterus),
erişkinlerinin beyaz tüyleri, nurlu sarı yüzleri ile en çarpıcı ve belki de akbaba adını en çok hak eden tür. Fakat 2007 yılında "en az endişe" (Least concern) seviyesinden "dünya çapında tehlikede» (.Endangered) seviyesine düşmüş ve bir yıl içerisinde "dünya soyu tehlikede türler listesinde» üç basamak düşen sadece birkaç türden biri. Bu durum karşında dünyada pek çok sivil toplum örgütü türün varlığının koruması için ciddiyet ve içtenlikle çalışıyor. Fakat buna rağmen Avrupa, Afrika ve Hindistan'da son yıllarda da sayıları hızla azalıyor.
Bu durumun nedenlerinin tamamı insanlar ile ilintili dersem sanırım şaşırmayacaksınız. Mesela neler mi bunlar?
* Leşleriyle beslendikleri yaban hayvanlarının yok olması,
* Leşleriyle beslendikleri evcil hayvanlara verilen ilaçlar ve bunların akbabaların dokularında birikerek böbrek yetmezliği gibi sonuçlar doğurması,
* Avlandıkları canlılardaki tarım ilaçlarının vücutta birikmesi,
* Etrafa tilki ve kurt gibi hayvanlar için yasal olmayan şekilde bırakılan zehirli etler,
* Vurulmuş hayvanları yemeleri ile kurşun zehirlenmesi,
* Elektrik telleri ve rüzgâr türbinlerine çarpma,
* Doğal yaşam alanlarının yok olması, yuvalarının tahribi ve tacizi,
* Göç sırasında kullandıkları Ortadoğu'daki çarpışmalar ve kışladıkları ülkelerdeki iç karışıklıklar sırasında vurulmaları vb.
Fakat Beypazarı bozkırlarında ve vadilerinde durum şimdilik o kadarda kötü değil. 2010 yılından bu yana Doğa Derneği olarak yaptığımız küçük akbaba izleme çalışmalarında çift ve yuva sayıları her yıl artmakta. Fakat bunun esas nedeni araştırmaların yeni başlaması ve hala sürüyor olması olsa da son sekiz yılda Balkanlardaki küçük akbaba sayıların yarıya indiği düşünüldüğünde tüm Avrupa için Beypazarı sonuçları iyi haber vermeye devam ediyor.
Küçük akbabanın bu bozkırlarda varolma hakkını korumamız ve bir yoldaşımızı daha kaybetmemek için tahmin edeceğiniz gibi değiştirmemiz gereken yargılar ve yaklaşımlar var. Bunun için ilk olarak anlamamız gereken konu bozkırların bozkır kalması. Bu konuda yanlış bir politika ile birçok alan ağaçlandırılıyor. Hatta bunun uğruna servetler harcanıyor. Sonunda ise iyi ihtimalle başarısız olunuyor veya bir örneği daha olmayan canlı çeşitliliğine zarar veriliyor.
Büyük mandıralar desteklenerek, açık geleneksel hayvancılık
ilkel ve yetersiz olarak değerlendiriliyor. Oysa bu tip hayvancılık, bozkırın dengesini kurarken küçük akbaba ve bizim için sağlıklı besin sağlıyor. Tarımda kullanılan ilaçlar yalnız akbabaların vücudunu değil bizi de sarıyorken, hükümetler gerekli değişiklikleri yapıp kendi doğamız ile uyumlu tarıma yönelmiyor.
Aslına bakarsanız küçük akbabalar azalarak dünyanın onlar kadar bizim içinde yaşanması zor bir yer olduğunu gösteriyor.
Şimdi bize düşen bozkırlar hala bereketli, akbabalar hala yaşam doluyken kendimiz ve onlar için doğru olanları talep etmek ve belki inisiyatif almak.
Bozkır krallığında Beypazarı Doğa Evi'nden selamlar. (ET/YY)
Evrim Tabur, Doğa Derneği, Kuş Gözlem Sorumlusu.
Bu yazı SOLFASOL gazetesinin Temmuz 2013 sayısında yayınlanmıştır.