Küreselleşmenin bütün sonuçlarıyla ülkeye yansıdığı 90'lı yıllar, küçük Özal'ın Star 1 Televizyonuyla tarihsel simgesine kavuştu. Bu tarzda başlayan by pass operasyonu ile açılan dönem, kültür endüstrisinin medya, banka, mafya, reklam şirketleri merkezli yeni yapılanma sürecinin de startını vermiş oldu.
Sektör kısa süre içinde, onlarca ulusal ve yüzlerce yerel TV, radyo ve gazeteye ulaştı. Banka sermayesi bir yandan medyayla nikah kıyarken öte yandan yayın dünyasına el attı. Bu sırada medya patronları hükümetlerin sağladığı yapay ve dönüşsüz kredilerle kurulan bankaları satın almaya başlamıştı bile.
Yalnızca reklam pastasından pay almak için, karlılığına bakmaksızın çıkarılan onlarca gazete, yüzlerce dergi gazete bayilerinin vitrinlerini doldurdu. 90'ların sonunda ülkenin yıllık reklam pastası kimilerine göre 750 milyon kimilerine göre de 1 milyar 200 milyon dolara ulaşmıştı.
Büyük gruplara bağlı görsel, işitsel ve yazılı medyanın bordrolarında on binlerce dolar alan köşe (y)azarları; yüz bin dolarlık maaşlarla ekranları şenlendiren sunucular; milyon dolarlarla yapılan transferler görülüyordu. Öte yanda aylık ücretleri 150 milyon ila 500 milyon arasında gerçekleşen, günde en az 12 saat çalışan on binlerce medya emekçisi çalışmaktaydı.
Müzik endüstrisi ise, milyonun üzerine çıkan kaset satışlarıyla bir başka atılım içindeydi. Müzik endüstrisinin 80'lerde başlayan ve öncü bir rol oynayan çıkışı, kısa süre içinde yıllık ortalama 50-60 milyon kaset satışı ve milyar dolarlarla konuşulan cirolara ulaştı.
Yayın dünyası da çok satar kitaplarla 90'lı yıllarda tanıştı. Her ne kadar müzik ve sinema gibi büyük cirolara ulaşamadıysa da oran olarak kendi ortalamalarının kat kat üstüne çıkan yayın dünyası da kendi starlarını yaratarak bu rüzgara ayak uydurdu. 1940'larda yıllık ortalama 2800 tür olan kitap basım sayısı, 2000 yılında 8207ye ulaşmıştı. Bu da ortalama yıllık 300-350 bin adet kitaba denk düşmekte, yine yaklaşık 500 milyon doları aşan bir ciroya denk düşmekteydi.
Sinema sektörü de özlenen çıkışını 90'larda gerçekleştirdi. Ülkede sayısı üçbinlere varan sinema salonları 90'ların ilk yarısında üçyüze kadar inmişken; bu sayı son beş yılda yeniden üç katına ulaştı.
Warner Bross, UIP gibi Amerikan dağıtım şirketlerinin iç pazarda kurduğu egemenliğin yanısıra; Özen, Avşar, Umut Sanat, AFM gibi şirketler, TV programı ithalatı yanısıra açtıkları sinema salonlarıyla da piyasanın güçlü yerli aktörlerine dönüştüler.
Kriz öncesi rakamlarla iç pazarda gösterime giren film sayısı 170-180'a ; kesilen toplam bilet sayısı 35-40 milyona, izleyici sayısı da 4 -5 milyon kişiye yükseldi.
Özen Film'in aktardığı bilgilere göre kişi başına kesilen yıllık bilet sayısı alt sınıflarda 2'ye çıkarken, orta ve üst sınıflarda 8-10'a ulaşmış durumdaydı. Tüm bunların özeti olarak da film sektörünün yıllık ortalama cirosu ise 105 trilyon TL , yani 150 milyon dolara ulaşmıştı. Kulislerde büyük grupların 2001 yılında en az 200 salon daha açmayı planladıkları konuşuluyordu.
TV' lerde popüler bir dil, bir tür bir kabare estetiği kendi şöhretlerini yaratarak gelişti. Bu dilin ve şöhretlerin egemen olduğu filmler 90'ların ikinci yarısında iç pazarda gişe rekorları kırmaya, Amerikan filmlerini sollamaya başladı. 2000/2001 sezonuna gelindiğinde beş yerli film ; Vizontele, Komiser Şekspir,Hemşo, Balalayka ve Abuzer Kadayıf, Amerikan filmlerinin toplam gişe hasılatını oldukça gerilerde bırakmıştı.
Elbette bu başdöndürücü gelişme, kalite adına da ne varsa geride bıraktı. Toplum, geleneksel endüstriyel ürünler gibi, "anlam" ın da değişim değeri olduğunu bu yıllarda öğrendi. Süreç, niteliği, derinliği, toplumsal sorumluluğu, küçümsenen, hatta aşağılanan bir "antika"ya dönüştürmeyi başardı.
Kriz'den Sonra
Kriz şimdiden bu tabloyu önemli ölçüde altüst edecek gibi görünüyor.
Özen Film Basın ve Halkla İlişkiler Yönetmeni Nizam Eren , meslek yaşamı boyunca üç krize tanıklık etmiş. Körfez krizi, 94 Nisan Krizi ve yaşamakta olduğumuz Şubat krizi. "İlk ikisinde de izleyici oranlarında yüzde 50'lik bir düşüş yaşandı;"diyor. Bu krizde daha başında olduğumuzu ve şimdiden genel eğilimin önceki krizlere ulaştığını vurguluyor.
Avşar Film'in sahibi Şükrü Avşar'ın sözleri de Nizam Eren'i doğrular nitelikte. Avşar, ülkede yaratılan güvensiz ve suni ortamın hareketli görüntü alanlarında yarattığı sonucu şöyle özetliyor.
" İşler öyle bir hale gelmişti ki, filmlerin özel Türkiye fiyatları oluştu. Uluslararası fiyatı 10 bin dolar olan bir film, Türk ithalatçıların rekabet anlayışı sonucu 100 bin dolarlardan işlem görür oldu. Bu suni ortam yerli sinemanın uluslararası pazarlarla bütünleşmesinin de önünde ciddi bir engel oluşturuyordu."
Şükrü Avşar, kendi salonlarında izleyici oranlarının yüzde 10'lara düştüğünü söyledikten sonra, yapımını tasarladıkları üç filmden birini dondurduklarını birini ertelediklerini birini ise bir iki ay gecikmeyle gerçekleştireceklerini sözlerine ekliyor. Krizin Avşar Film'e bir başka etkisi de Anadolu yakasında açmayı planladıkları 12 sinema, 1 tiyatro salonu ve kültürel amaçlı mekanlardan oluşan bir kültür kompleksinin yapımını ertelemek olmuş.
Avşar " şimdi -diyor- artık taşlar yerine oturmalı, kalite kazanmalı, çalışan, üreten kazanmalı."
Tiyatro Cephesinde de durum farklı görünmüyor. Krizin ilk ciddi kurbanlarından biri de, uluslararası tiyatro festivali oldu. İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları kriz öncesi üç ayda 327 bin kişilik bir izleyici topluluğunu ağırlamışken; krizden sonraki ilk 30 günde bu rakam 140 bine düşmüş .
Genel Sanat Yönetmeni Şükrü Türen , izleyici oranlarındaki düşme eğiliminin ilk Ocak ayında ortaya çıktığını aktarıyor.
AST Genel Sanat Yönetmeni ve Çağdaş Sinema Oyuncuları Derneği Başkanı Rutkay Aziz'in yaklaşımı ise yapımcı ve işletmecilerden daha farklı. Aziz, Tiyatroda yaşanan krizin esas olarak bir yaratıcılık krizi olduğunu söylüyor:
"Evet kriz elbette kitlelerin alım gücünü ciddi bir biçimde düşürdü ancak kaliteli oyunlar, örneğin Haluk'la(Bilginer) Zuhal'in (Olcay) ya da Ali Poyrazoğlu'nun oyunu tıka basa doluyor. Olsa olsa seans sayısında bir azalma söz konusudur. İkinci Dünya Savaşı'nda bile Avrupa sanatsal girişimlerini durdurmadı. Tiyatrolar, konserler sürdü. Bombalamalarda tiyatro salonunu yitiren sanatçılara, kiliseler kapılarını açmıştı."
Kriz koşullarında sanatın çok daha önem kazandığını vurguluyor Aziz: " Bu günlerde en çok umuda ihtiyacımız var."
Çoğu okuyucunun şiirleriyle tanıdığı, Gendaş Kültür Genel Yayın Yönetmeni Hasan Öztoprak krizin kendi cephesindeki görünümünü şöyle aktarıyor;
"Kriz öncesi yıllık ortalama 100 tür kitap basıyorduk. Bir kitabın ilk dağıtım çıkışı 800 adet oluyordu. Şimdi aylık 8 tür kitaptan 4 türe düştük. Dağıtıma ilk çıkış sayısını da 400'e indirdik. En önemli kitap satış noktalarında bile satış oranları şimdiden yüzde 60 oranında düşmüş görünüyor."
Hasan Öztoprak Rutkay Aziz'den farklı olarak bu tür durumlarda kalitenin kaybedeceğine inanıyor.
Bütün bunlar olurken Uluslararası İstanbul Film Festivali de tüm görkemiyle start aldı. Orda ise ilginç bir gelişme var. Festival Yönetmeni Hülya Uçansu festival rezervasyonlarında geçtiğimiz yıllara oranla yüzde 20 oranında bir artış olduğunu söylüyor.
Ankara Film Festivali 350 milyarlık bütçesini toparlayamadığı için önce festivali iptal etmeyi düşünmüşler. Festival yöneticilerinden Ayfer Tokatlıoğlu, son durumu şöyle özetliyor:
"İptal kararı karşısında Ankaralıların yoğun tepkisi önce bizi sonra da Çankaya Belediyesini yeniden hareketlendirdi. Bakanlık ve Belediye ile yeni bir bütçe üzerinde ilkece anlaşarak, Festivalin tarihini 30 Kasım - 9Aralık 2001'e erteledik. Şu an için kamu kaynakları festivali yapılabilir hale getirdi. Ancak gerektiği ölçüde bir uluslararası organizasyon için sponsor desteği aramayı sürdürüyoruz. Festivalin bu yılki sorunu aşıldıktan sonra geleceğinin daha da iyi olacağını yaşadığımız üç aydaki kamuoyu desteğinin gösterdiğini düşünüyoruz. En iyi desteği umut olarak Ankaralılar verdi. Festivali de Ankaralılar yaşatacak."
Bursa Belediyesinin ÇASOD ile birlikte hazırladığı ve bu yıl ikincisi yapılacak olan Bursa Film Festivali ise, Belediye'nin direnci ve kararlılığı sayesinde Nisan sonunda konuklarını ağırlamaya hazırlanıyor. Adana, Antalya ve İzmir cepheleri ise şimdilik sessiz. Anımsanacağı gibi Adana Film Festivali depremin yarattığı krizle ilk ciddi hasarı görmüş, bir yıllık bir ertelemeye mecbur olmuştu.
Balon patladı. Sanal dünyanın sanal ekonomisi çöktü. Anlamın değişim değeri yeniden piyasa koşullarında belirlenecek. Türk Banka sisteminde yaşanan çöküşle birlikte, şimdiden ATV, Kanal 6, TGRT batmış sayılır. Cine 5'in el değiştireceği söylentileri ortalıkta dolaşıyor.
Ayrıca, bu ay yapılacak frekans ihalesiyle , medya gücünün paylaşımı, devlet marifetiyle yeniden düzenleneceğe benziyor. Öte yandan küçük film ve reklam yapım şirketleri birer birer kepenklerini şimdiden kapatmaya başladılar.
Büyük basın grupları tasarruf tedbirlerini, ilk elde kültür sanat eklerini ve sayfalarını iptal ederek uygulamaya koydular. TV ve gazetelerden atılanların sayısı birkaç ay içinde binlerle ifade ediliyor. Reklam ve sinema çalışanları, binlerce vasıflı eleman büyük ölçüde işsiz. Buna oyuncuları da eklediğimizde sayının 5 bini aştığını görebiliyoruz. Ve hala kimse üç ay ilerisini göremiyor. Krizin ilk ayları şimdiden, kültürel ürünlerin toplamında ortalama yüzde 60'lara varan bir düşüş gösteriyor. Sektörün etkin öznelerine bakıldığında geleceğe ait iki öngörü söz konusu. Bir kesim bu sürecin tüketicide seçiciliğe üreticide de kaliteye neden olacağı. Karşı görüş ise, bu sürecin piyasayı daha ucuz maliyetlere, varolandan daha niteliksiz bir anlayışa sürükleyeceği yönünde.
Sonuçta öyle görülüyor ki, kültür endüstrisinde de hiçbir şey artık eskisi gibi olmayacak.