Geçen yılın ağustos ayında, 1. Eruh-Çirav Doğa ve Kültür Sanat Festivali kapsamında yaptığım bir konuşma nedeniyle Diyarbakır ağır ceza mahkemesinde açılan davada 15 yıla varan hapisle cezalandırılmam isteniyor. Bu davaya ilişkin haberlerin, günlük gazete ve İnternet medyasında yayınlanmasının ardından, hakkımda yapılan yorumlar göz önüne alındığında bu ülkede özgür bir yurttaş olarak hayatımı devam ettirmemin giderek zorlaştığını itiraf etmeliyim.
Savcıların, bu konuşmamı dava konusu yaparak ve dahası beni yasadışı silahlı bir örgütün militanı gibi göstererek neyi hedeflediklerini anlamakta zorlanmadığımı belirtmeliyim. Ancak Türkiye kamuoyunun ve bu konuda tereddütü olan kişi ve çevrelerin, bu davayla birlikte ortaya çıkan bazı gerçekleri bilmesi, düşünce ve ifade özgürlüğünün nasıl bir yargısal tehdit altında bulunduğunu anlaması bakımından önemlidir.
Medya, bu davaya ilişkin görüşüme başvurmaksızın, tek yanlı olarak yaptığı haberlerle beni hedef haline getirmiştir. Haberi okuyan sıradan bir yurttaş, sanki PKK'nın daveti üzerine bu festivale katılmış olduğum fikrine varacaktır. Oysa ben PKK'nın davetlisi olarak değil, DTP'li Eruh Belediyesi'nin davetiyle ve sanatçı kimliğimle bu festivalde bulundum. Bu gerçeği dikkate almaksızın en hafifinden beni "zan" altında bırakan bir kısım medyanın şahsıma karşı doğabilecek olumsuz durumların da bir parçası olacakları gerçeğini ifade etmemde yarar vardır düşüncesindeyim.
Ayrıca bu festivalde yaptığım konuşmayı, örgütle ilişkilendirip dava açan savcıların da suç işlediklerini söylemek durumundayım. Söz konusu festivalde yaptığım konuşmanın özeti şöyledir: "25 yıl boyunca sizlerin bir sanatçısı olmakla birlikte bu bölgede yaşanılanların da tanığıydım. Bugün, Ergenekon örgütüyle bağlantılı olarak yargılanan üniformalı katillerin bu bölgede sebep oldukları cinayet, katliam ve faili meçhullerin nasıl işlendiğine, bu üniformalı katillerin, bu cennet coğrafyayı nasıl bir cehenneme dönüştürdüklerine tanık oldum. Evet, ben sadece bir sanatçı değil, aynı zamanda bir tanıktım. 25 yıl aradan sonra barış ve kardeşliğe Eruh'tan yeni bir pencere açıyorsunuz. Canınız ve kanınız pahasına başlattığınız bu özgürlük yürüyüşünün barışa evrilmesini sizler kadar ben de coşkuyla karşılıyorum."
Sahnede seslendirdiğim şarkıların arasında söylediğim bu sözlerin devamında şunları belirtmişim: "İnsanlarımızın kendi dili, kültürü ve inancıyla eşit şartlarda yaşayabilecekleri bir Türkiye hepimizin özlemidir. Diliyor ve umuyorum ki Eruh'ta, yani ilk kurşunun atıldığı bu yerden yükselen barış ve kardeşlik çağrısı bütün Türkiye'ye yayılsın, barışa durarak haykırdığınız bu çığlık Türkiye'nin diğer bölgelerinde yaşayan Türk, Arap, Ermeni ve diğer halklara da ulaşsın; çünkü barış ve kardeşlikten öte bir yol görünmüyor. Bu duygularla hepinizi selamlıyorum."
Bu konuşmamı dava konusu yaparak beni örgütle ilişkilendirmeye çalışanların nasıl bir zihniyete sahip olduklarını anlamak zor olmasa gerek. Bunu anlamakta zorlananlar, 20 yıl boyunca bu bölgede yaşatılan devlet terörünü gizlemeye çalışmaktadırlar. Devletin savcıları bana bu davayı açacaklarına, bu terörün aktörleri durumunda olan ve bugün Ergenekon'la bağlantılı olarak içerde bulunan zamanın üniformalılarını yargılasınlar. (İroniye bakın ki Ergenekon'dan yargılananların, insan öldürmekten darbe yapmaya kadar birçok suçu işledikleri bizzat savcıların iddianamelerinde yer almaktadır.) Eğer savcılar Türkiye'nin gerçek anlamda bir hukuk devleti olduğunu kanıtlamak istiyorlarsa, söz konusu davaları açarak bizleri korkutmaya veya sindirmeye çalışmasınlar.
Gerçek bir demokratik hukuk devletinde düşünce ve ifade özgürlüğünün kutsal olduğu bilinmektedir. Bir hukuk devleti olma iddiasında olan Türkiye'nin, bu türden davalarla hâkim kılmaya çalıştığı zihniyetin faşizm olduğunu söylemekte bir sakınca görmüyorum. Halklarımızın barış ve özgürlük taleplerini dillendiren bir sanatçı olarak, bugün için maruz kaldığım bu tehdit ve saldırıların altında kalmak veya geri adım atarak bu faşizan zihniyete teslim olmak niyetinde değilim. Bu ve benzeri davalarla beni örgütle ilişkilendirmeye çalışanların tek amacının, benim geniş halk kitleleri üzerinde yarattığım etkiyi ve sempatiyi kırmaya dönük olduğuna inanıyorum.
Barışı ve barış içinde kardeşçe bir yaşamı savunmanın, bunu dillendirmenin karşılığı bu olmamalı. "Demokratik çözüm" söylemleriyle sahte bir gündem yaratmanın ötesine gidemeyen mevcut hükümet, politikalarını gözden geçirerek, süreci barışa evirecek bir yaklaşım sergilemelidir. Sürecin samimiyeti pratiği ile ölçülür, bir yandan açılım denirken diğer taraftan açılan davalar, tutuklamalar çelişkidir. Oysa açılım ancak demokratik hukukun önünü açmakla ve barışseverleri tehdit olarak gören zihniyetten kurtulmakla mümkündür.
Bu davaya ilişkin önümüzdeki süreçte uluslararası alanda gelişecek tepkileri şimdiden gözlemlemeye başladığımı belirtmeliyim. 2010 "Dünya Özgür Müzik Ödülü"ne layık görülmüş bir sanatçı olarak, maruz kaldığım bu haksız suçlama ve yargılama sürecinin, uluslararası insan hakları örgütleri, sanatçılar ve bazı siyasetçilerce takip edilecek olması haklılığımın kanıtlanması adına önem taşıyacaktır. Ancak ülkemizin duyarlı, aydın, sanatçı ve gazetecilerinin bu konuya ilişkin hiçbir tepki vermiyor olmalarının da bir o kadar şaşırtıcı olduğunu üzülerek belirtmeliyim.
Bilinmelidir ki bu davanın mağduru sadece ben değilim. Açılan dava ile sindirilmek, susturulmak istenen barışın, demokrasinin ve özgürlüğün sesidir. Bu tür davalarla, ülkemizin bir korku cennetine dönüştürülmek istendiğini anlamak zor olmasa gerek. Oysa bizim amacımız, ülkemizi böylesine ilkel ve faşist bir zihniyetten kurtararak, özgür, demokratik ve kardeşçe bir yaşamın mümkün olduğunu göstermektir. Bizi anlamak istemeyenlerin sahip oldukları kör zihniyete teslim olmadan, gururla ve sabırla yaşamaya devam edeceğimizden hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Farkındayız ki tarih, bizi özgürlük ve kardeşlik için göreve çağırmaktadır ve biz de bu çağrıya yanıtsız bırakmayacağız. (FT/TK)