Türk Ceza Hukuku Derneği olarak son yaptığımız açıklama basında yer almadı. Konumuz, yaşadıklarımızdı ve üzerimizdeki etkileriydi. Aslında Türk Ceza Hukuku Derneği olarak iki yıl önce 26 Mart.2008 tarihli kamuoyu açıklamamızda ne yazık ki haklı çıktık. Hukuk devleti adına kaygı duymuştuk ve endişelerimizi paylaşmak istemiştik. Aynı kaygılarla 02 Mart 2010 tarihinde yeniden açıklama yaptık. Sesimizi basına duyuramadığımız için, kamuoyuna da ulaşamadık.
İki yıl önce demiştik ki; Ceza Muhakemesi Kanunu 250. ve sonraki maddelerinde düzenlenen "Bazı Suçlara İlişkin Muhakeme" hallerinin yol açtığı uygulamalar yüzünden temel insan hak ve özgürlüklerinin ihlali, demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetini derinden sarmıştır.
Ne yazık ki günümüzde aynı sarsıntı şiddetini artırarak sürüyor. Her adli olay çığ gibi büyüyen sorunlar üretiyor. Yargının sürekli tartışıldığı bir ortamdayız. Yargıya olan güven, güvencesiz bir ortam içine sürükleniyor.
Hukuka aykırılıklara, hukuk yoluyla karşı çıkmak gerekiyor.
Türkiye gözaltılar ülkesi değildir. Türkiye, hukuka aykırı dinlemelerin hukuka uygunmuş gibi gösterildiği ve herkesin özel hayatının parça parça doğranıp medyanın önüne atıldığı bir ülke de değildir.
Defalarca yazdık. Tutuklama istisnai nitelikte bir tedbirdir. Asıl kural kişi özgürlüğüdür. Duruşma salonlarında dile getirerek, tutukluğa itiraz dilekçelerimizde sürekli tekrarlayarak hukukun önünü açmaya çalıştık. Özgürlükleri savunduk.
Bütün bunları söylerken, yazarken, anlatırken hiç kimse sorgulanamaz, yakalanamaz, gözaltına alınamaz, tutuklanamaz demedik. Hiç kimse işlediği ileri sürülen suçlama nedeniyle yargıdan muaf değildir. Hukuktan yana olan hiç kimse böyle düşünemez.
Ancak haklarında suç şüphesi bulunan herkesin masumiyet karinesi gereği daha başından suçsuz olduğunu, hakkında hüküm kesinleşinceye kadar herkesin masum sayıldığını ve yargı güvencesi altında olduğu unutulmamalıdır.
Bu nedenle; "tutuklu"ları çoğalan bir ülkeyi açık cezaevine çevirmeden önce nasıl bir ceza adalet sistemi istediğimizi ve neler olduğunu iyi düşünmeliyiz.
Türkiye'de kanunların, suç ve cezanın, savcılık işlemlerinin, mahkeme kararların bu denli çok tartışıldığı bir dönem yaşanmamıştır. Önce yaratılan, sonra tartışılan ve ardından siyasete malzeme yapılan adli olayların sürekli yaşandığı bir ülke haline dönüştürüldük. Adliyesiz günümüz geçmiyor. İyi midir, yoksa kötü müdür?
Yakalananlar, gözaltına alınanlar, tutuklananlar, açılan davalardan hemen sonra "yargı sorunları" / "yargı reformları" gündeme taşınıyor.
Sanki bu adli vakalar olmadan bu sorunlar tartışılıp çözülemezmiş gibi...
Türkiye'de herkesin sorduğu sorular çoğalıyor... Hangi kuralın doğru olduğu veya doğru olup olmadığı sorgulanıyor. Birbirleriyle çelişen hukuki uygulamalar karşısında, herkesin kafası karışıyor. Adalet ve hakkaniyet sürekli sorgulanıyor...
İçinde bulunduğumuz "yasal ve yaşamsal" düzenlemelerin ana kökü faşist 12 Eylül hukukudur. Bu gün yaşanılan sorunların çözülemeyen ve devam eden asıl düğümüdür. Düzenin devamında yarar görenlerin ürettiği yasalarla yaratılan bu günkü düzen, aslında geçmişteki siyasal tercihlerin sonucudur. Gelecek de aynı...
Bu tercihlerle çevrelenmiş yasal/yaşam düzenimizdeki bazı önemli sorunlara Türk Ceza Hukuku Derneği olarak 02 Mart.2010 tarihli açıklamamızda değindik.
"Öncelikle cezaevindeki tutuklu sayısının çoğalmasına neden olan "tutuklama" tedbiri yeniden düzenlenmelidir. Tutuklamanın düzenlendiği CMK 100. ve devamındaki maddeler bu haliyle yürürlükte kaldığı sürece, "hukukun güvenliği" şüphe altındadır." Çünkü "tutuklama" ve "tutukluluk halinin devamına" dair kararlar artık çok yaygındır. Tutuklama adeta kural olmuştur. Böyle bir uygulama herkes için tehlikelidir. Tedbir olan tutuklama, cezalandırma aracına dönüştürülmemelidir.
CMK. Madde 250, 251 ve 252. maddelerdeki "Bazı Suçlara İlişkin Muhakeme" hakkındaki düzenleme ile eski Devlet Güvenlik Mahkemelerine "yasallık" sağlanmıştır ve eski DGM'lerinin sadece adı değişmiştir.
Özel görevli ağır ceza mahkemeleri ve özel yetkili savcılar eliyle eski DGM düzeni sürmektedir. Bu mahkemeler doğal yargıç ilkesine aykırıdır. Herkes, "olağan mahkemeler" tarafından yargılanma hakkına sahiptir. Özel yetkili savcıların soruşturmaları ve özel görevli mahkemelerin yargılamalarından vazgeçilmeli, olağanüstü soruşturma ve yargılamalar kaldırılmalıdır.
Aksi takdirde "özel yetkili" / "özel görevli" yargı sürdükçe herkesin ve hukukun güvenliği şüphe altındadır.
Hukuk, toplumu birbiriyle kavgalı hale getiren, birinin iyi diğerinin kötü kabul edildiği ve buna göre yasalar üretilerek ve bu anlayışa göre hukukun uygulandığı düşman ceza hukuku yaratmamalıdır.
Hukukçuların en önemli görevi "düşman ceza hukuku" yaratmaya yönelik her türlü anlayışı önlemektir.
Türk Ceza Hukuku Derneği olarak "İnsan hakları ve insan onuru, yargı için, hukuk için, yasa koyucu için yol gösteren tek pusuladır. İnsan haklarını ne kadar sınırlandırırsanız hukuk devletinin niteliği de o kadar tehlikeye girer. Ceza adalet sisteminin amacı insan onurunun özgürce korunduğu bir hukuk devleti yaratmak olmalıdır" demişiz.
Umarız, dediğimiz olur ve Türkiye'de yaşayan herkes; korkunun egemen olmadığı bir ülkede yaşadığına inanabilir ve hukuki güvenliğinden endişe duymadan yaşar.
Böyle bir dünya, böyle bir Türkiye için 8 Mart Dünya Kadınlar günü kutlu olsun.(Fİ/EÜ)