Yıllardır eğitim sisteminin hem öğrenci hem de eğitici, öğretmen olarak bir parçasıyım. Bana sorarsanız hayatta en iyi yaptığım iki şey; öğrencilik ve öğretmenlik. O yüzden yazdıklarım gerçekten eğitim üzerine olacak. Cemaat ve Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) arasında yaşanan düello beni ilgilendirmez diyemem, elbette ilgileniyorum ve aralarındaki çatışmanın olumlu sonuçlar üretmesini umuyorum. Ancak dershanelerin kapatılması “AKP vs. Cemaat” hesaplaşması, savaşı ya da çatışmasından çok daha önemli bir konu.
( ben bile şimdiden sıkıldım, siz nasıl okuyacaksınız bilmem.)
Lise son sınıftayken bir dershaneye kaydoldum ben de. İl merkezinde olduğu için servis ile gidip geldiğimiz bir dershaneydi. O zamanlar cemaat şimdi olduğu kadar açık bir yapılanmaya sahip değildi sanırım. Bu kadar net bir şekilde ortada değillerdi en azından. (Ah, ne kadar yaşlandım!)
İlk haftalardan biriydi. Dersler normalden erken bitti ve servisin gelmesine yaklaşık bir saat vardı. Bir aktivite olduğunu söylediler. Biz konferans var sandık tabii. Dershane tabii ne beklersin, rehberlik, üniversite tanıtımı vesaire. İlginçtir ki yerleri halılarla kaplı büyük bir salona götürüldük, ayakkabılarımızı çıkarıp yerde oturduk. Az sonra büyük ekran bir televizyondan bir video izlemeye başladık (evet o zamanlar video kasetleri vardı, projeksiyonlar ise çok pahalıydı demek ki! Onlar bile alamamışsa!)
Biz genciz, tabir yerindeyse kanımız kaynıyor. Belgesel tadındaki görüntü önce bir okul binasıyla başladı, derslikler, öğrenciler derken yaşlı bir adam belirdi ekranda. Öğrencilerin arasında dolaşıyordu. Yıl 1997. Rafet El Roman diye bir şarkıcı var ve bir klip dönüyor o zamanlar televizyonlarda. Yaşlı adam küçük bir çocuğun yanağını okşuyor sonra soruyor “Adın ne senin?” Klipte Rafet El Roman yanılmıyorsam piyanonun başında şarkıyı bitiriyor ve yanında biri beliriyor. Aynı soruyu soruyor yanında beliren kişi; “Adın ne senin?” Salonda yerde oturan kız çocukları huşu içinde yaşlı adamı izleyip çocuğun cevap vermesini beklerken oradan benim sesim duyuluyor. Yüksek sesle “Rafet” diyorum “Rafet el Roman”. Ben ve yanımda oturan Mehtap kahkahalarla gülmeye başlıyoruz. Dershanenin ablaları kızgın kızgın bana bakıyor muhtemelen mimlendiğimiz an “o an” oluyor.
Sonrasında derslerin erken bittiği hiçbir gün, hiçbir aktiviteye davet edilmiyoruz. Kızlar yanımızdan sessizce uzaklaşıyor servise bir saat kala. Biz de çıkıp çarşıda geziyor, dükkanlara bakıyor, ha bir de kıymalı Trabzon pidesi yiyoruz adı Çardak olan zamanın en iyi pidecisinde. Yıl sonuna kadar üç beş arkadaşımız kapanıyor, namaza başlıyor, bir çok eğlenceden elini ayağını çekiyor vesaire.
Biz o yıl bol bol kıymalı pide yedik. Sanırım Rafet El Roman’a ve o klipin yönetmenine bir teşekkür borçluyum.
Dershaneler o zaman kendilerine uyum sağlayacak gençleri bu ve benzeri şekillerde seçiyorlardı. Sonralarında yöntemleri değişti değişmedi çok bilmiyorum. Ama yıllardır bir Maklube muhabbeti sürer gider. Ben de yedim, çok sevdiğim bir dostumun evinde sonra bir kez de Filistin’de.
Konumuz her şeye rağmen bu değil. Bu ayrı bir konu belki. İrdelenmesi, düşünülmesi ya da çözülmesi gereken bir konu hem de. Ama bizim konumuz bu olmamalı.
Dershanelerin kapatılmasını ne AKP ne de cemaatin üzerinden yorumlamalıyız. Eğitimle ilgili bir konunun öznesi ne siyasi ne de dini olmalı. Dershaneleri eğitim odağında düşünmek zorundayız.
Dershaneler bilim üretmez, bilgi bile vermez. Dershanenin yaptığı tek şey soru çözdürmektir. Beş seçenekli bir sorunun doğru olan tek seçeneğini bulmak için yapılması gerekeni öğretir dershane.
Bunu aynı zamanda bir dershane öğretmeni olarak da söylüyorum. Sınıflarımda her zaman söylediğim bir şey vardır. “Ben size bu kadar kısa sürede İngilizce öğretemem. Sadece İngilizce soru çözmenizi sağlayabilirim ki bu o dili bildiğinizi göstermez.”
İlk patronum “yemek yediğin kaba pislemek” deyimini çok kullanırdı. Biraz öyle gelebilir yazdıklarım size. Ancak önümüzde tüm dershanelerin kapatılması gibi bir fikir varken ve “eğitimci” sıfatıyla ortada gezinenlerin sırf politik ya da maddi sebeplerle eğitimi biraz olsun düzene sokabilecek, okulları yeniden “önemli” hale getirebilecek bir fikre karşı çıkmalarını, hele hele bunu “dershane ile gelen adalet” gibi nereden baksan tutarsız bir ifadeyle savunmalarını anlayamıyorum. Asgari ücretli bir çalışanın maaşının neredeyse on katına kadar çıkabilen dershane ücretlerini düşünürsek parayla sağlanan bir başarıyı “adalet” kavramıyla yan yana yazmak bile komik.
O dershaneye gitmeye parası yetmeyen çocuklar bu adalet sisteminin neresinde peki?
Sistem dershaneye gidemeyen çocuğun kazanamayacağını zihinlerine öyle bir kazımış ki, öğrenci dershaneye gitmiyorsa çalışmıyor bile! Birilerinin adalet dediği kavramın, paranın yanında yer aldığı bir sistem bu.
Oysa deneyimlerim bana şunu gösterdi. Öğrenci eğer okulda düzenli olarak derslere katılıp, çalışırsa zaten dershaneye ihtiyacı yoktur. Mevcut sistem öğrencilerin üç yıl boyunca dersleri umursamayıp, son yılda dershaneye giderek sınavı kazanmaya yönlendirdi. O yüzden bugün gençlerin büyük bir çoğunluğu sadece sınav sonuçlarını umursuyor. O yüzden bugün bu ülkede okullar da öğretmenler de önemini yitirdi.
Milli Eğitim Bakanları dahil, öğretmenlerin ne şartlar altında çalıştıklarını umursamıyor, başbakan kazandıkları paranın çok olduğunu söylüyor.
Birçok konuda eleştirdiğimiz AKP hükümetinin eğitim alanında yaptığı en önemli adım ders kitaplarının ücretsiz olması ve okulların açıldığı ilk hafta öğrencilere ulaşmasıdır. “Yiğidi öldür ama hakkını ver” derler. Bunun arkasında ihaleler, kitapların içeriklerinde uygunsuzluklar ya da sansürler gibi tartışmalı alanlar olsa bile, bunlara rağmen büyük bir adımdı o. Ve şimdi dershanelerin kapatılması fikri. Eğitim alanında onca büyük yanlışın yanında ikinci defa bir doğru.
Eğitim sisteminin içerisinde olan kişi, eğer politik tutumunu bir kenara bırakıp öğrencileri ve eğitim sisteminin bugününü ve geleceğini düşünürse, dershanelere karşı bir tutum alır. Eğitim öğretim, taktik öğrenmek ya da ezberlemek yerine öğrenmeye, uygulamaya, üretmeye dayalı olmalı.
Yazarların eserlerini ezberlemek yerine açıp iki kitabını okumalı en basiti. Gerekirse bilim insanlarından oluşan bir heyetin kapsamlı çalışmaları sonucunda eğitim programları, sınav sistemleri değişmeli sonra. Mevcut sistemde İstanbul’daki A lisesinden mezun olanla Iğdır’daki B lisesinden mezun öğrenciyi aynı sınava sokmak da mantıklı çünkü. Velhasıl nereden baksan eprimiş hatta çökmüş bir sistemin içerisinde çocuklar. Ve elbette sadece dershaneleri kaldırmak çözüm olmayacaktır. Ancak yine de bir hatayı düzeltmek, bir hatayı düzeltmektir.
Herkese eşit ve parasız eğitim hakkı talebimiz ise baki. (SK/HK)