Afişinde popüler kültüre ait yüzleri -aka 'celebrity'- barındıran oyunlara mesafeli olan tiyatro seyircisinden değilim.
Aksine aşinası olduğum bir kamera önü oyunculuğu sergileyen aktörlerin sahne performanslarını tahlil etmeyi önemsiyorum. Buğra Gülsoy ve Serhat Teoman’ı ekran önünde çok beğenmemden kaynaklansa gerek, oyunun künyesine bakmadan bilet alıp seyretmeye gittim.
Başladıktan bi’ yirmi dakika sonra –ki oyunun bambaşka bir ritim kazandığı önemli bir minutaj- oyunun Sam Shepard’ın 'Vahşi Batı' ismiyle çevrilen 'True West’i olduğunu fark ettim. Pandemiden hemen önce İstanbul Şehir Tiyatroları’nda sahnelenen temsiliyle seyredip Serdar Orçin’in oyunculuğuna hayran kalmıştım.
Metin; hali hazırda sevdiğim bir metinken Mert Öner rejisiyle birleşip kısaldığında başka bir oyun izlediğimi hissettirdi.
Batının 'gerçek' yüzünü konuşmaya karar vermenin adeta ön koşulu haline gelen 'Vahşi Batı' tabiri artık havı dökülmüş, anlatmak istediğinin arkasında duramayacak kadar aşınmış bir isim.
İsmi değiştirmek, üstelik bunu da oyunun en etkili cümlelerinden birini alıp başlığa taşımak fikri kime aitti bilmiyorum ancak her türlü bu övgü yönetmenin hanesine yazılacaktır; 'Cırcır Böcekleri, İtler ve Biz'. Amerikan toplumunun kodlarını ele veren 'ideal aile' kavramı ile organik bir şekilde ana akımlaşan 'tekilcilik' çatışmasını bir kardeşlik mitosu üzerinden açan oyunda farklılıkları özdeşliklerinden kaynaklanan iki kardeşi seyrediyoruz.
Oyun bir çizginin iki tarafı ve çizginin kendisiyle ilgileniyor, yani sistemin bizzat kendisi olmaklığıyla. Kardeşlere dair ilk çizgi oyunda; kentli-taşralı ayrımına aitken onu meslek sahibi-başıboş, eğitimli-suça sürüklenmiş, uysal-saldırgan şeklinde bir dizge takip ediyor. Sistemin çizgi çekmeye teşne uzuvlarını tıkayan bir oyun 'Cırcır Böcekleri İtler ve Biz'. Sistemi tıkamak bir yüz meselesi olarak yüzümüze çarpıyor; çizginin diğer tarafını tanımak, yüzüne bakmak ve yüzleşmekle ilgili. Çizginin geçirgenliği o noktada başlıyor ve nefes alan bir şeye dönüşüyor.
Yüzleşmek ve ayrımların ortadan kalkması haliyle uzun diyalogları ve etkili sessizlik anlarını elzem kılıyor.
Çoğu seyirci diyalogların uzunluğundan şikayet etmiş ancak birbirimizi tanımama nedenimiz, yüzleşme noktasında eksik kalışımız tam da buradan neşet ediyor; diyalog kurmamak. Özel tiyatro ve şehir tiyatroları ayrımının idrakinde de olsam dekorun geliştirilmeye muhtaç olduğunu düşünüyorum. Şehir tiyatrolarındaki temsilin dekorunun hikâyeye çok iyi eklemlenmesi beni manipüle etmiş olabilir lakin 'Cırcır Böcekleri İtler ve Biz' ya dekor üzerine çalışmalı ya da küçük salonda oynamalı. Her iki oyuncu da çok iyi performanslar sergilese de nihayetinde dekordan boş kalan kısmı dolduracak kadar devleşmiyorlar.
Buna mecbur da değiller sonuçta bu rejinin ödevidir. Defalarca kez oynanan bir oyundan başkalık potansiyelini çekip çıkaran, yaratıcı fikirleri risk alarak uygulayan rejisiyle Mert Öner, ritmini bi’an bile kaybetmeyen bir oyun sahneye koyuyor.
Son zamanlarda izlediğim en iyi partnerlerden olan Buğra Gülsoy ve Serhat Teoman, bir ekranın arkasından vadettikleri yeteneklerinin 'özünü' bizden esirgemiyorlar. Final bloğunda adeta üzerimize boca ediyorlar. Çeviri ve adaptasyon yerinde, süre sarkmaya mahal vermeyecek kadar yeterli, salondan ayrılan seyirci memnun.
(TY/EMK)