Bir kere bazı yazarların Mehmet Ali Talat'ı eleştireyim derken onun buzluk tamirciliğini dillerine dolamalarını ve onun şahsında aslında tüm bu meslek erbabını küçümseyen sözler sarf etmeleri, tarafımdan asla unutulmayacak.
Hatta onu örnek göstereyim derken buna benzer başka meslekleri de (kendilerince değersiz) sayarak küçümsedikleri, zerre kadar değeri olduğuna inanmadıkları geniş bir meslek grubu yarattılar ve bu mesleklerdeki herkes de onların hor gören, tepeden bakışlarının, alaycı sözlerinin hedefi oldular.
Hepimiz aslında nasibimizi almış olduk. Yazılanları okur, radyo programlarında söylenenleri dinlerken, bunun modern aristokrasi düşkünlüğü olarak adlandırılabileceğini düşündüm.
Soy ve unvan düşkünlüğü. Çünkü aynı zihniyet rahatlıkla buzlukçuların çocuklarını da, eleştiriyorum zannederek ya da herkesin öyle zannedeceğini varsayarak "buzlukçunun çocuğu, ne olacak" diye küçümseyebilir. Hiç kuşkunuz olmasın.
Bir başkası, M. A. Talat'ın "Rum damadım olması beni ve karımı üzer" demesiydi. Bu öyle bir hayal kırıklığı yarattı ki, aşılıp aşılamayacağından kuşkuluyum.
Çünkü bu bir itiraf. Bu kendi dahil olduğu ırkın dışındakileri "öteki" saymak demek. Bu, aynı bakış açısıyla, "yabancı" düşmanlığı demek, bu, özellikle de Rumlar söz konusu edilerek dillendirilen bir mesaj olunca, bambaşka bir şey demek.
Elli yıldır ağzından çıkan her sözün emir olarak kabul edildiği ve 1976'dan beri de bir ülke yönetiminin tepesinde oturan Denktaş'ın, hiç parasının olmadığını söylemesiydi bir başka tuhaflık.
İnsanı hem güldüren hem de sinirlendiren bir açıklamaydı. Gazeteden okumuştum ama duygu sömürüsü yapacağında yüzüne taktığı maske, o kırgın bakışlar, hafifçe sallanan gıdı hemen gözümün önünde canlanmıştı.
Gülmüştüm, çünkü komikti. Bütün o şatafat, çocuklarıyla birlikte yaşadıkları debdebeli yaşam, hizmetçiler, aşçılar, zaman zaman basına yansıyan et faturaları vs.den sonra böyle bir şey söylemesi komikti elbette. Diğer yandan da sinir bozucuydu çünkü bu kuyruklu yalana inanacak aptallar yerine koyuyordu bizi.
En kötüsü de başka ülkelerde örnekleri olduğu savının arkasına saklanarak hükümetin Denktaş'a personel tahsis etmesiydi. Bundan sonraki çalışmalarını sürdürebilmesi ve aynı konforu -alıştığı üzere- kendi parasından harcamadan sürdürebilmesi için ödenek ayırmaya niyetlenmesiydi.
Bir kere, buradaki cumhurbaşkanlığı makamı, dünyanın hiçbir yerindeki cumhurbaşkanlığı makamlarına benzemeyen, bambaşka özellikler taşıyan bir makamdı.
Söz konusu cumhurbaşkanı halkının iradesini hiçe sayan, halkından sinek, Kıbrıslılardan eşek diye söz eden, "Gelen Türk giden Türk" sözleriyle toplumu yok olmaya terk eden, halkın referandum hakkının önüne duvar gibi dikilen bir cumhurbaşkanı.
Katıldığı her seçimde sandıktan şüpheli bir şekilde çıkan, bütün o seçimlere yönelik hâlâ yığınla soru işareti barındıran bir cumhurbaşkanı.
Daha bir sürü tarafımdan unutulmayacak şeyler yaşandı bu süreçte. Bunlar ilk anda aklıma gelenler. Ve diyeceğim o ki, siyasetçiler, seçilenler, kendilerinden öncekileri yenmeyi ve seçilmeyi başardıkları anda onların suçlarını örtmeye, hatalarını unutmaya, suçlarını bağışlamaya hazır olabilirler.
Ama halk onlarla aynı fikirde olmayabilir. En azından ben aynı fikirde değilim. İntikamcı değilim. "Asmayalım da besleyelim mi" demiyorum. Asmayalım ama beslemeyelim de, hiç olmazsa toplum vicdanında yargılanmalarına izin verelim. (TZ/BA)