“Daha çok kafamın içinde hissetmeye başladım. İyi uyuyabiliyor ve yemek yiyebiliyordum; fakat yarım düzine not alabiliyordum ve solgun ve hasta bir hale dönüştüm… Nabzım yavaş ve gergin olsam da iyileşiyordum.”
(Travmatik tren yolu kazasından sonra)
Charles Dickens
Damdan düşer gibi olacak. Olsun. Zor bir cümle ile ifade edeyim: İnsanların kişisel tarihlerinde milatları vardır. Travma Sonrası Stres Bozukluğu’nun (TSSB) alamet-i farikası bu milatlar ve travmaların kesiştiği noktadadır. Bu noktadan sonra tarihlerimiz, hayatımızın yönlenişi, bu yönlenişin rengi travmalarımızda saklıdır. Türkiye, Marmara ve Düzce depremlerinden işkencelere birçok olaya sahne oldu. Şu içinde bulunduğumuz barış sürecinde asıl önemli nokta hikâyelerimizi hatırlatabilmek ve yüzleşebilmekte.
Bu kadar girizgahtan sonra konuya girmenin zamanı geldi. Zamanın başlangıcından beri insanlık kimilerinin çok yoğun yaşadığı kimilerininse çok yakından gözlemlediği birçok travma hikayesine tanıklık etti. Travma sonrası stres yüzyıllardan beridir, bugünün tanımıyla TSSB’ye paralel olarak kendini insan davranışlarında çok çeşitli yollarla ifade ediyor. Kimi ziyadesiyle sıra dışı olan bu yöntemler TSSB’nin gizemli tarihinde Yunan mitolojisinden modern zamanların tiyatro senaryolarına kadar Histeri, Savaş Yorgunluğu, Nostalji gibi farklı isimlerle ifade edildi. Yunan tarihçisi Herotodus hikâyelerinde savaşta hiçbir yara almamasına rağmen silah arkadaşının yanı başında ölümüne tanıklık ettikten sonra kör olan bir askerden bahseder. Keza Shakespeare Kral IV. Henry oyununda stres reaksiyonlarını tanımını yapar. Hepimizin tanıdığı bir yazarsa, Charles Dickens, bu manevi bakım meselesini tanıklık ettiği travmatik bir tren kazasından sonra bugünün TSSB’sinin belirtilerinin neredeyse eksiksiz olarak betimleyerek yapar (Turnbull, 1998).
TSSB’yi derinden ve kapsamlı anlama çabası ise biraz da tarihini anlamaktan geçiyor diyebiliriz. Kısaca Travma Sonrası Stres Bozukluğu’nun tarihine bakalım:
Travma Sonrası Stres Bozukluğu’na Tarihsel Bir Bakış
Erken 1800’ler: Askeri Doktorların Teşhisi: Stres ile Birlikte Muharebe Bitkinliği
1880’ler boyunca travma ile alakalı bozukluklar savaş alanlarındaki tecrübelere dayanır. Askerlerin muharebe “bitkinliği”nin bilinmeyen; bilinmediği için tedavi de edilemeyen bir hastalıktan kaynaklandığı düşünülüyordu. Daha sonraları askerlerin kalp çarpıntıları, nefes darlıkları, aşırı yorgunlukları ve ürpertileriyle karaktere bürünen stresli halet-i ruhiyesi “Soldiers’ Heart” olarak tanımlandı (Meyers, 1970). Bu semptomlar daha sonraları Da Costasyndrome, irritable heart and nostalgia gibi başka terimlere de kaynaklık etti. 1861’den 1865’e kadar süren Amerikan İç Savaşı ise bu semptomları gösteren savaş gazileri yarattı (Da Costa, 1871). Kardiyovasküler sistemin uyarılması ile oluşan üzüntü ve stres artık bu rahatsızlığın tanımında kullanılıyordu.
19.Yüzyıl Sonları: Histeri ve Nevroz
Her ne kadar histeri kadınlar ile özdeşleştirilmiş bir ızdırap haliyse de Jean Charcot işçi sınıfından erkeklerin aynı bulguları gösterdiği birçok durumu yakalamayı ve tanıtmayı başardı. 19. Yüzyılın sonlarına doğru nevrozun üç çeşidi tanımlanmıştı: Histeri, melankoli ve hipokondri (Healy, 1993).
1896’da Freud Aetiology of Hysteria’da cinsel travmalar başta olmak üzere erken döneme, çocukluk travmalarına, odaklanmayı seçti (Miller, 1997). Bu çalışmanın göze çarpan tarafı geçmişteki travmaları şimdiki zaman psikolojik semptomlarına bağlamadaki başarısıydı. Freud’un teorisinde tekrarlanan rüyalar gibi bilinç dışı semptomlar öncelikli olarak ele alınıyordu. Freun’un psikanalitik teorisi dış etkenlerin göz ardı edilmesi gibi birçok eleştiriye maruz kalsa da histerinin kökenlerini açıklama anlamında önemlidir.
1. Dünya Savaşı & 2. Dünya Savaşı Dönemi
Birinci Dünya Savaşı’nın korkunç savaş koşullarıyla birlikte yeni bir kavram, Savaş Bitkinliği (shellshock), ilk defa bir askeri psikiyatr Charles Meyers (1915) tarafından ortaya atıldı. Meyers bu bulguları öncelikli olarak patlayan bombaların fizyolojik etkileri ile açıklamaya çalıştı; fakat aynı bulguları savaşa bile gitmeyen askerlerde gözlemleyince araştırmasının gidişatını değiştirdi. Bu patlayan bombaların fizyolojik ve psikolojik etkileri ayrıştırmak yeni bir yaftalama alışkanlığını beraberinde getirdi: İyi, güçlü ve cesur asker patlamalardan psikolojik olarak etkilenmeyen, gerçek (!) askerdir (Chamberlin, 2012). Bu yaftalamanın hala devam ettiği düşüncesinin de ötesinde çok daha açık olan bir şey var: 1. Dünya Savaşı askerlerde tartışmasız travmatik etkiler bırakmıştır.
İkinci Dünya Savaşı süresince ise bu kavram ismini bir kez daha değiştirdi: combatfatigue (Saul, 1945). Süregelen travma sonrası bozukluklar bir şeyi kesinleştirdi: Stres bozukluğu savaştan sonra devam ediyordu. Bulgular fazlalaştı; askerlik için fazlasıyla naif bulunan askerlerde kâbuslar ve geçmişe dönüşler saptandı.
Bu geri dönüşler bana Nietzche’nin bir sözünü hatırlatır: “Uçuruma çok uzun süre bakarsanız, uçurumda sizin içinize bakar.” Neyse ki travmaların savaş alanı odaklı olmasının bir iyi tarafı vardı: Araştırmacılar ve klinik alanında çalışanlar dış faktörlere daha fazla ilgi göstermeye başlamıştı.
Günümüzde TSSB’nin teşhisi üzerine tartışmalar
Dört boyutlu faktör analiz araştırması: Kaçınma ve tepki düzeyinde azalma
Amerikan Psikiyatri Birliği’nin yayımladığı DSM’in son versiyonunda (DSM-IV-TR, 2000) TSSB’nin teşhisi üzerine süregelen tartışmalardan bir tanesi kaçınma içeren davranışlar ve hissizlik (tepki düzeyinde azalma) arasındaki ayrım üzerinedir (Asmundson&Stapleton& Taylor, 2004). Açıklamalı faktör analiz çalışmaları ampirik veriler ışığında bu iki kavramın farklı nedensel mekanizmalara bağlı olabileceği yönündedir (Cattell, 1978). Hatta kaçınmalı davranışlar ile tepki düzeyinde azalma faktörleri farklı tedavi yöntemlerine farklı tepkiler vermektedir.
Travma stresörünün tanımı ile ilgili problemler
DSM-IV travma stresörlerinin yelpazesini genişletiyor ve direkt etkili olmayan; yani başkalarının yaşadığı travmadan etkilenen insanlarda oluşan TSSB’yi de kapsıyor (APA, 1994). McNally (2002) bu ayrımı gerçekten patlayan bombalara, ölümlere tanıklık etmiş bir insan ile travmayı ikinci elden yaşayanlar arasındaki psikobiyolojik farklılıklara dikkat çekerek eleştiriyor. Bir diğer eleştirisini ise korku hissi zorunluluğu üzerinden yapıyor. Yaptığı bir araştırmada korkunun yanında suçluluk duygusunun TSSM tanısındaki yüksek derecedeki etkisine dikkat çekiyor.
Bir diğer tanı kriteri de eleştirilerin odağında: Hayat tehdit edici travmalar. Bir başka araştırmada hayat tehdidine neden olan stressörlerin dışında örneğin iş yerinde sürekli maruz kalınan cinsel içerikli şakaların da TSSB’ye neden olabileceği gösteriliyor (Avina&O’Donohue, 2002).
Bastırılmış ve kurtarılmış hafızaların TSSB’deki yeri
Travmatik deneyimlerin hatırlanmasına ilişkin Nazi toplama kaplarından cinsel istismarlara kadar birçok çalışma literatürde yerini almış vaziyette. “Bastırılmış hafıza” (repressedmemory) travmanın biliçdışı hatırlanışını, “Kurtarılmış hafıza” (recoverymemory) ise seneler sonra bile düşünmeye ihtiyaç duymadan travma deneyimlerini hatırlamaya neden olan hafıza türleri olarak tanımlanır. Araştırmalar ise bastırılmış hafızaya sahip grubun kurtarılmış hafıza grubundan daha fazla TSSB semptomu gösterdiği yönünde (McNally et al. 2000).
Son söz
Travma yüzyıllardır deneyimlendi; kimi zaman fark edildi kimi zaman hiçbir şey olmamış gibi hayata devam edildi. Belki de doğal afetler ve işkencelerle travmaya maruz bırakılan insanlarla her gün aynı minibüse biniyor, birlikte sinemada film izliyoruz. Toplumsal belleğimiz ne yazık ki birçok travma deneyimiyle dolu.
Alacakaranlığın başında bir insan düşünün. Gün geceye de gündüze de evrilebilir. Hangi durumun gerçekleşeceğini öngörmek bizim elimizde. TSSB’ye kapsamlı bir bakış davranışsal, bilişsel veya psikoanalitik yöntemlerle yapılabilir. Fakat her şeyden önce Türkiye’nin travmalarıyla yüzleşmeli, tedavi sürecini daha iyi anlamlandırabilmeliyiz. (RK/EKN)
Kaynaklar
AmericanPsychiatricAssociation. (1994). Diagnosticandstatisticalmanual of mentaldisorders (4th Ed.) Washington DC: Author.
AmericanPsychiatricAssociation. (2000). Diagnosticandstatisticalmanual of mentaldisorders (4th Ed.,textrevision). Washington, D.C.: Author.
Avina C, O’Donohue W. (2002). Sexualharassmentand PTSD: Is sexualharassmentdiagnosabletrauma? J. Trauma. Stress 15, 69–75.
Catell, R. B. (1978). Thescientificuse of factoranalysis in thebehavioraland life sciences.New York:Plenum.
Da Costa, J. M. (1871). On irritableheart: A clinicalstudy of a form of functionalcardiacdisorderanditsconsequences. AmericanJournal of theMedicalSciences 61, 17-52.
EaganChamberlin, S. M. (2012). EmasculatedbyTrauma: A SocialHistory of Post- TraumaticStressDisorder, Stigma, andMasculinity. TheJournal of AmericanCulture, 35, 358–365. doi: 10.1111/jacc.12005.
Healy, D. (1993). Images of trauma: Fromhysteriatoposttraumaticstressdisorder.London: FaberandFaber.
McNally RJ, Clancy SA, Schacter DL, Pitman RK. (2000). Personalityprofiles, dissociation, andabsorption in womenreportingrepressed, recovered, orcontinuousmemories of childhoodsexualabuse. J. Consult.Clin. Psychol. 68:1033–37
McNally, R. J. (2002). ProgressandControversy in theStudy of PosttraumaticStressDisorder. AnnualReview of Psychology, 54(1), 229.
Meyers, C. S. (1915). A contributiontothestudy of shellshock. Lancet, 1(1), 316-320.
Miller, L. (1997). Freud andconsciousness: Thefirstonehundredyears of neuropsychodynamics in theoryandclinicalpractice. Seminars in Neurology, 17(2), 171–177.
Myers, A. B. R. (1870).On theetiologyandprevalence of diseases of theheartamongsoldiers.London: J. Churchill.
Saul, L. J. (1945). Psychologicalfactors in combatfatiguewithspecialreferencetohostilityandthenightmares. PsychosomaticMedicine, 7, 257–272.
Turnbull, G. J. (1998). A review of post-traumaticstressdisorder. Part I: Historicaldevelopmentandclassification. Injury, 29(2), 87–91.