3 Mayıs Cuma günü Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) “savaş bir halk sağlığı sorunudur” açıklaması nedeniyle açılan davanın karar duruşmasıydı, sonuçlandı, 2016-2018 dönemi Merkez Konseyi üyelerinin tamamı ceza aldılar. Bu durum TTB tarihinde bir ilk, bilebildiğimiz kadarıyla Türkiye’de meslek örgütleri için de.
Yaşadığımız Türkiye normallerinde bu kararı olağan karşılayanlar olabilir, hatta bunu bir moral unsur olarak yorumlayanlar da çıkabilir. Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) İstanbul seçimleriyle ilgili vermiş olduğu karar düşünüldüğünde TTB kararı da “beklenen”ler kulvarına sokulmaya çalışılabilir.
Bilindiği gibi açılan davaya ve sonuçta verilen cezaya esas gerekçe “savaş bir halk sağlığı sorunudur” açıklaması.
Açıklama halkı kin ve düşmanlığa tahrik kapsamında bulundu. Yetmedi 2016 yılı 1 Eylül’ünde yapılan bir başka açıklama ile “suç” kuvvetlendirilerek “terör örgütü propagandası” da eklendi. Kuşkusuz mahkeme heyetinin kararı savaşın hala bir halk sağlığı sorunu olduğu gerçeğini değiştirmiyor ancak Türkiye’de adaletin olmadığı gerçeğini, mahkeme heyetlerinin özgür karar verme ortamında olmadığı gibi cesaretini de taşımadıklarını bir kez daha belgeliyor.
Mahkemenin “böyle karar vermesine karar verenler” anlaşılan o ki bir süreç yürütüyorlar. Bir başka ifadeyle Türkiye’nin yeni devlet biçimi mühendisliğini yapanlar olarak herkes için evrensel olan kimi değerleri tanımayacakları gibi bu değerlerle var olmuş “rolleri” de geçersiz kılacaklarını hazmettirmeye yöneliyorlar.
Ne demek istiyoruz?
Meslek örgütünün tarihsel seyri içerisinde lonca faaliyeti belirleyici. Hipokratik tıp geleneği de kendi hastasına odaklanmış bir sınırlanmışlıkla malul. Günümüzde ise hekimliğin insan haklarındaki gelişmelerden etkilenen tıp etiği ve topluma karşı sorumluluklarla çizilen bir çerçeveyi savunmakla yükümlü olduğunu biliyoruz:
"Tıp etiğinin Hipokratik geleneği, hekimin toplumla ilişkisine dair çok az kılavuzluk eder. Bu geleneği desteklemek için günümüz tıp etiği, bireysel hasta-hekim ilişkisinin ötesinde ortaya çıkan sorunlara eğilir ve bu sorunlarla uğraşabilmek için ölçüt ve yöntem önerileri sunar.
Tıbbın ‘toplumsal’ niteliğinden söz etmek hemen bir soru doğuracaktır: Toplum nedir? Bu elkitabında ‘toplum’ terimi bir topluluk ya da ulusu işaret etmektedir. Hükümetle eşanlamlı değildir; hükümetler toplumun çıkarlarını temsil etmelidir. Ancak sıklıkla tersini yaparlar, temsil etseler bile toplum olarak değil, toplum için hareket etmektedirler.
Hekimler toplumla çeşitli ilişkiler kurarlar. Toplum ve fiziksel çevresi hastaların sağlığı için önemli etmenler olduklarından, genel olarak hekimlik mesleği ve bireysel olarak hekimler; toplum sağlığında, sağlık eğitiminde, çevrenin korunmasında, toplum sağlığını ya da iyiliğini etkileyen yasal düzenlemelerde ve ayrıca yargı süreçlerinde tanıklık ederek önemli rol üstlenirler."
Dünya Tabipleri Birliği’nin “Sağlığın Geliştirilmesi üzerine Açıklama”sında belirttiği gibi, “Tıp mesleğini uygulayanlar ve onların meslek birlikleri her zaman hastaları için en iyisi yönünde eylemek biçiminde ahlaki bir ödeve ve mesleki yükümlülüğe sahiptirler ve bu yükümlülük toplum sağlığını güvenceye almak ve geliştirmeye çalışmakla birlikte değerlendirilmelidir.”
Yukarıda Dünya Tabipleri Birliği Tıp Etiği El Kitabı’ndan yapılan aktarım bütünüyle mesleki bir faaliyeti tanımlamakta, dolayısıyla hekim meslek örgütünün de asli işi olarak somutlanmaktadır. Bu haliyle “savaş bir halk sağlığı sorunudur” açıklaması neresinden bakılırsa bakılsın bir halk sağlıkçı reçetesi olup zorunlu bir mesleki faaliyettir. Diğer bir anlatımla açıklama TTB’nin bir meslek örgütü olarak yapmak durumunda “kaldığı” olmazsa olmaz “zorunlu hareketler” kapsamındadır.
TTB’yi biricik kılan özelliği “her şeye” hekimlik değerleri ve sağlık hakkı merceğinden bakması ve ifade etmesidir. Yönetimde bulunan mevcut anlayış TTB’nin aynı zamanda demokratik kitle örgütü (DKÖ) olarak işlev taşımasının doğru ve yerinde olacağı yorumuna sahiptir. Bu yorumun günümüz dünyası ve Türkiye’nin ihtiyaçlarıyla örtüştüğü iddiasındadır. Bu yorum sendikal kapsama giren hekim özlük haklarından Türkiye’nin sağlığını bozan her türlü “düzene” müdahaleye, bunun için gerekli güç ve ittifaklara kadar uzanan dinamik bir fikri “oluşa” olanak sunmaktadır. Fikri anlamda doğan bu olanağın pratik ifadesi elbette TTB’nin kitlesiyle yani hekimlerle kurduğu ilişkiye, ülkenin demokratik seviyesine ve mücadelenin seyrine tabidir. Demokratik kitle meslek örgütü yorumunun çizdiği ufuk ve vücut bulması sonuçta bir iddiadır ama meslek örgütü olması ve gereklerini yerine getirmesi kaçınamayacağı bir iştir.
Hatırlamakta ve kıyaslamakta yarar var: Yaklaşık 34 yıl önce TTB Merkez Konseyi üyelerinin “idama hayır” açıklaması nedeniyle yapılan yargılaması beraat ile sonuçlanmıştı. Yıllar boyunca iktidarlar zapturapt altına almak vb. nedenlerle zaman zaman yönetimler hakkında dava açılmasını sağlasa da mesleğe ait bir tutum yargılama sonucunda cezaya dönüşme gibi bir “rasyonaliteyi” içermemekteydi.
Bugün ise mesleğin doğası gereği olan tutum iktidarın müdahalesiyle politik bir mecraya ait olmuş ve “kopyala yapıştır iddianamesi, taşınabilir bellekle elden ele gelen talep hukukuyla” da “suç” olmuştur.
TTB (ve benzer meslek örgütleri) için bu süreç ve ceza verilmesi tartışılmaz bir önem taşımaktadır, kısa-orta ve uzun vadeli etkileri olacağı çok açıktır. Karar açıklanmasından çok kısa süre sonra tabip odalarının ortak bir açıklamayla tutumlarını kamuoyuyla paylaşmış olması sürecin TTB ölçeğinde sağlıklı bir değerlendirmesinin yapılabilmesinin zeminini tanımlamıştır.
Haziran ayında yapılacak TTB olağan (seçimsiz) genel kurulu bu açıdan bir şanstır. Ancak “iyilik hali” için şart olan bu kararla ilgili verilecek mücadeledir. Verilecek mücadele sadece TTB’ye değil bütün bir topluma, Türkiye’ye iyi gelecektir. (EB/EKN)