2002'de 34'üncü yaşımı geride bırakırken Rauf Denktaş ile Glafkos Klerides yine "Kıbrıs sorununa bir çözüm bulmak" amacıyla masa başındalar.
Türk resmi politikasına göre Kıbrıs sorunu 1963'te "Rumlar Kıbrıs Cumhuriyeti'ni yıktığı" zaman başladı.
Rum resmi politikasına göre ise Kıbrıs sorununun başlangıç tarihi "Türkiye'nin adaya müdahale ettiği 1974"tür.
Resmi ağızlara göre böyle, ama hem Kıbrıs Türk, hem de Kıbrıs Rum halkına sorarsanız bu tarih 1950'lere kadar gider. İngiliz Yönetimi'nin son dönemlerinde "günü geldiğinde" iki toplumu birbirine karşı kışkırtacak mekanizmalar 50'li yıllarda vücut bulmaya başlamıştı.
Buraya kadar yazdıklarımla Kıbrıs'ın yakın tarihini anlatmayı hedeflemiyorum. Sadece şu notun altını çizmek istedim: Kıbrıs'ta -en azından- birkaç kuşak Kıbrıs sorunu yüzünden heba oldu!..
Şimdi "heba oldu" lafıyla ne demek istediğimi anlatmayayım. Yazının konusu bu değil. Ama şu anda Kuzey Kıbrıs'ta yaşayan Kıbrıslı Türk sayısı (tahmini) 90-100 bin iken, yalnız Londra'da 150-200 bin Kıbrıslı Türk yaşadığını belirtmekle "manzaranın vehameti"ni ortaya koymuş olalım.
Gizlilik ilkesi ve yok satan haritalar
Bu kısa girizgahtan sonra gelelim son günlere damgasını vuran Kofi Annan planına...
11 Kasım'da taraflara "eş zamanlı" verilen çözüm plan taslağı ve ekindeki haritalar Kıbrıs Türk Toplumu'nun neredeyse tek gündem maddesi haline geldi. Son iki haftadır hiçbir gazetenin manşetinde, hatta ön sayfasında planla ilgili gelişmeler dışında habere rastlanmaz oldu. Radyolar, televizyonlar hep planı konuşuyor, haritayı tartıştırıyor. İnternet sitelerinde yine plan ön planda... Annan planı önce özet şeklinde, ardından tam metin olarak yazılı basın tarafından kamuoyuna "ek" şeklinde dağıtıldı. Harita yayımlayan gazeteler yok sattı.
Aslında Denktaş-Klerides görüşmelerinde "gizlilik" ilkesi var. Belge ve bilgi sızması genelde Rum basını kanalıyla oluyordu. Bu sefer Türk basını da planı ayrıntılarıyla elde etti.
Ama nasıl elde etti?
Planın orijinal şekli önce muhalefet partilerinin eline geçti. Hayır, KKTC Cumhurbaşkanlığı ya da Dışişleri vermedi; ara bölgedeki (Yeşil Hat) Ledra Palace Oteli'nde yapılan Türk-Rum siyasi parti başkanları toplantısı sırasında bir Rum Parti lideri belgeyi toplantıya katılan Türk parti liderlerine dağıttı.
Burada "KKTC Yönetimi Kıbrıs Türk kamuoyunun Annan planına doğrudan ulaşmasından çekiniyor mu?" sorusu kendiliğinden gündeme geliyor. Yoksa meclisteki partilere bile belgenin verilmemesinin bir izahı olabilir mi?
Karartma delindi, halk "bilgilendirildi"
Neyse, Kıbrıslı Türklere uygulanan "karartma" bu sefer delindi. Hem de fena delindi. Medyanın etkili yayınlarının yanı sıra bazı partiler ve sivil toplum örgütleri Annan planıyla ilgili süratli çalışmalar yaptı ve halk bilgilendirilmeye başlandı. Gerek geniş katılımlı toplantılarda, gerekse canlı radyo-televizyon yayınlarında planın içeriği hakkında detaylı izahatlar yapılıyor.
Planın ve özellikle haritaların kamuoyuna yansımasıyla birlikte kamuoyunda önce kısa süreli bir şok yaşandı. Bugüne kadar hep "sanal" dilde konuşulan toprak ayarlaması ete-kemiğe bürününce "ne oluyoruz, bu kadar toprak verilir mi" şeklinde homurtular çıkmaya başladı. Oysa ta 1980'li yılların başlarından bu yana Rauf Denktaş Türk tarafına yüzde 29+ (plus) oranında toprak bırakılmasını kabul etmişti ve Kofi Annan'ın verdiği haritalardaki oran da yüzde 28.6 ile 28.5'ti. Yani iki oran arasında sadece yüzde yarımlık bir fark vardı.
Bu ilk şok dalgasını "çözüm aleyhtarlığı"na çevirmek isteyenler oldu. Ama halktaki şok hali fazla sürmedi.
Bu sefer "Bu kadar toprak vereceksek, karşılığında ne alacağız?" yollu soru ön plana çıkmaya başladı. Egemenlik, siyasi eşitlik, iki kesimlilik, garantiler, uluslararası kimlik ve tanınmışlık, ambargosuz bir ekonomi, Avrupa Birliği üyeliği... Annan planı hem ekonomik açıdan, hem sosyal açıdan, hem de moral değerler açısından dibe vurmuş Kıbrıs Türk Toplumu'na tüm bunları sağlayacak mıydı?
Tüm bu soruların yanıtı "evet"ti. Türkiye'nin deneyimli diplomatları, hatta 12 Eylül Cuntası'nın lideri Kenan Evren bile aynı şeyi söylüyordu: "Türk tarafına ilk kez bu kadar haklar veriliyor..."
İlk şok halinde sadece toprağı istismar etmekle yetinen çevreler, ikinci dalga karşısında flash-back yapıp eski plağı üzerine taktılar: "Planda tuzaklar var; egemenlik, garantiler, eşitlik sulandırılmıştır..."
AB'yi en fazla isteyen toplum: Kıbrıslı Türkler
AB tarafından yaptırılan yeni bir araştırmada, aday ülkeler içinde "AB'yi en fazla isteyen toplum" ünvanını alan Kıbrıslı Türkler, 12 Aralık Kopenhag Zirvesi'ne 20 gün kala ciddi bir doğum sancısı yaşıyor.
Sol muhalefet, sendikalar ve iş çevreleri "kesin çözüm ve AB üyeliği" istiyor, bu yüzden planın zemin olarak kabullenilmesi için çaba sarfediyor.
Ancak sağlık sorunları devam eden Cumhurbaşkanı Denktaş'ın planla ilgili olumsuz görüşler ortaya koyması, hükümeti oluşturan iki sağ partinin de benzer politika izlemesi kafalarda soru işaretleri yaratıyor. Bu soru işaretlerinin en büyük nedenini ise, bu "şahin" tavrının Türkiye'de tek başına iktidara gelen AKP Lideri Tayyip Erdoğan'ın "Plan zemindir" yaklaşımına rağmen takınılması oluşturuyor.
Şimdi şu sorunun yanıtı acilen yanıt bekliyor:
Bugüne kadar "milli dava Anavatan'la birlikte yürütülür" diyen ve çözüm taraftarlarını "vatan haini" ilan eden Denktaş, Ulusal Birlik Partisi ve Demokrat Parti Anavatan'la "yol ayırımına" mı geldi?
Aslında bu soruyu tersinden sormak çok daha doğru olur: AKP'li "Yeni Ankara" Kıbrıs politikasında "Denktaş'a ve diğer statükocu kesimlere rağmen" adım atmaya mı hazırlanıyor?
Yoksa Ankara ile Lefkoşa danışıklı dövüş mü yapıyor?
Bu sorulara verilecek yanıtlar, adanın bundan sonraki kaderini belirleyecek.
3 Kasım'a kadar Türkiye yönetimine hakim olan anti-çözüm, anti-AB zihniyetinin sandığa gömülüşünden büyük zevk duyan Kıbrıslı Türkler şimdi 12 Aralık'a kadar Ankara'dan gelecek sinyali bekliyor.
Çünkü Kıbrıslı Türklerin en az yüzde 90'ı çözüm istiyor, AB üyeliği istiyor.
Çünkü Kıbrıslı Türklerin artık kaybedecek bir 50 yılları daha yok...(SÖ/BB/NK)