Hani bir söz var, derler ya! “Bir dokun, bin ah işit!”. Aynen öyle. Ah’ım var dağları deler misali.
Bir kaç ay önceydi! Onca felaketten, bombalardan sonra hâlâ yasaklı olan Diyarbakır Suriçindeki mahalleme ve sokağıma izinle girebilmiştim.
Lise ikinci sınıfa kadar oturduğumuz dokuz odalı bazalt taştan evin yerinde sahiden “yel” esiyordu. Adeta bir şantiye yerine dönmüş alanda iş makineleri tozu dumana katıyordu...
Eskiden sadece evimizin damından görebildiğimiz bir sokak ötemizdeki Paşa Hamamı’nda hummalı bir restorasyon çalışması yapılıyordu. Ve işin tuhafı evimizin, şimdi evimiz dahil dümdüz arsa olmuş sokağından baktığımda Paşa Hamamı karşımda gibi duruyordu.
Arkama döndüğümde en az üç yüz metre uzağımızda olan Ermeni Katolik Kilisesi, sol yandaki Dört ayaklı minare, yanıbaşındaki Mar Petyun Keldani ve Surp Giragos Ermeni Kiliseleri bağırsan duyulacak mesafedeydiler.
En az üç yüz metre uzağımızdaki Yenikapı sağımda göz görümlüğündeydi!
Evimiz dahil, birkaç sokaktaki evler koca bir meydana dönüşmüş/ dönüştürülmüştü.
O anda sadece kendim duyacak bir sesle “aaah...” dedim, başkaca bir şey demedim.
Çocukluğum, ilk gençliğim, sokak oyunlarımız, o sokakta elma şekeri sattığım günler, damdaki tahtta beyaz sıtara’dan (cibinlik benzeri sitare) çepeçevre üstü açık bir pencere gibi çok yıldızlı gökyüzüne baktığım yaz geceleri... Hepsi, ama hepsi sanki ben yaşamamışım da bir film şeridi gibi çoook uzun yıllar evvel yaşamış ama yaşadıklarını kitabında yazmış bir eski edebiyatçının metinleri gibi gözümün önünden akıp gitti.
Oysa daha da fazlasını ben, bizim kuşak yaşamıştı o mahallede, o sokaklarda...
Şimdi yoktu İşte! Gözlerimizin önünde dört ay süreyle her gün her saat her dakika kurşun, bomba sesleriyle tahrip olmuş, yok edilmişti.
Tam “bitti” diye yapılan resmî açıklamadan sonra yıkım devam etmiş. O fiili savaş halinden sonra kısmen tahrip olan ama onarılması mümkün mekânlar da dümdüz edilmişti.
“Bir dur ve dinle” aklıselim sözleri; savaşın gürültüsü içinde hayli cılız kalmış, anlamsızlaşmıştı.
İşte o “Ah”ın sesiydi benimkisi!
Hani “Bir ah çeksem, karşıki dağlar yıkılır / Benim yüreğime hançer sokulur...” şarkı sözü misali. Dağ sanki içim(iz)de yıkılmıştı.
“Ahım Var Diyarbakır”* İşte o yaşanmış güzel günlerin ve akabindeki “Ah’ların...” kitabı oldu.
2011’de “Gittiler İşte” kitabım Aras Yayınlarında çıktığında “bir gün Geldiler İşte’yi de yazarım” demiştim, soranlara! Ama bu geliş, başka bir geliş oldu. Şehrin felaketine dair. Onun olanca duygusal haletiruhiyesi işte...
Ah’ı / Ah’ları ise sormayın isterseniz!
İşte, adına “Diyarbakır” denen çepeçevre surlarla kuşatılı şehir orada öylece melül mahzun duruyor. Ve dahi “ahların” kefaretinin ödeneceğini umarak...
Not: 4 ve 5 Kasım 2017 Cumartesi, Pazar günleri TÜYAP İstanbul kitap fuarında olacağım.
4 Kasım Cumartesi: 13.00-15.00,
5 Kasım Pazar: 13.00-18.00 saatleri arasında Aras yayınlarının 3. Salon 603D standında kitap imzam var.
Ayrıca 4 Kasım Cumartesi saat: 16.00-17.00 arasında fuar Kınalıada salonunda “Ahmed Arif 90 yaşında” söyleşim var. (ŞD/HK)