Kaz Dağları'nda altın arama çalışmalarının bu güzelim coğrafyayı tanınmaz hale getirmesi tehdit ve tehlikesi, geçtiğimiz günlerin gündemlerinden biriydi. Bu tehlikenin önüne geçilmesi ise, Kaz Dağları'nın "Milli Park" ilan edilmesiyle mümkün olabilirdi. Öte yandan, "Milli Park" statüsündeki Munzur Vadisi, kimseler görmüyor, bilmiyor ama yok olma/edilme tehlikesiyle yüzyüze...
Güneydoğu’dan gelen ölüm haberlerinin gölgesinde kaldı, ama geçtiğimiz günlerde yazılı ve görsel medyanın önemle yansıttığı konulardan biri, Kaz Dağları’ndaki siyanürle altın arama çalışmalarıydı. Bu çalışmalar, Kaz Dağları’nı yok olma tehlikesiyle karşı karşıya getiriyordu. Haberlere göre, 11 firma Kaz Dağları’nın 37 ayrı noktasında sondaj çalışmaları yürütüyordu ve daha bu sondaj çalışmaları esnasında, Kaz Dağları’nın güzelim doğasına büyük tahribatlar veriliyordu.
Çevreci kuruluşlar ve bölge halkı bu duruma haklı olarak tepki gösterirken, Kaz Dağları’nın bu felaketle sonuçlanacak çalışmalardan korunabilmesi için, bölgenin tamamının “milli park” ilan edilmesini talep ediyor, bu yönde imza kampanyası başlatıyorlardı. Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) Genel Başkanı Ufuk Uras da, sorunu bir soru önergesiyle Meclis gündemine getiriyor ve sondaj çalışmalarının doğaya verdiği tahribata dikkat çekiyordu.
Bu çerçevede Valilik ve belediyeler Çevre ve Orman Bakanlığı’na başvurular yaparken, Çevre ve Orman Bakanlığı da konuyla ilgili soruşturma başlattığını açıklıyordu. Ve tartışmalar bu minvalde devam ediyor.
Kaz Dağları, Milli Park olunca kurtulacak
Kaz Dağları, “Tanrıların dağı” olarak da biliniyor. İnsanlığın önemli tarihi, kültürel, ekolojik değerlerinden biri kabul ediliyor. Homeros’un ünlü İlyada’sında, İda Dağı olarak da bilinen Kaz Dağları’ndan, “bol pınarlı vahşi hayvanların diyarı” olarak söz edilmesi rastlantı değil. Zira Kaz Dağları’nın her yerinden adeta sular fışkırıyor. Ormanlar ve sularla birlikte doğa harikası bir coğrafya olan Kaz Dağları, dünyanın belli başlı oksijeni bol bölgelerinden biri aynı zamanda. Biyolojik çeşitlilik bakımından olduğu kadar, barındırdığı hayvan türleri ile de son derece zengin.
Eğer mevcut gidişat devam ederse, Kaz Dağları’nın altın arayıcıları elinde tanınmaz hale gelmesi işten bile değil. Çevre, ekoloji, kültür ve değer bilmez güçlerin “altın” uğruna bu güzelim coğrafyayı tanınmaz hale getirmesine karşı durmak önemli.
Devlet ve toplum açısından ekolojik duyarlılığın artması, kökleşmesi bakımından da Kaz Dağları’nı sahiplenmek, önemli bir örnek oluşturacak gibi görünüyor. Bergama köylülerinin altın arayıcılarına karşı direnişi unutulmuş gibiyken, Kaz Dağları (ve elbette ki daha genel bir sorun olarak küresel ısınma) ile beraber gündeme gelen ekolojik sorunlarımız, daha kalıcı bir duyarlılığın gelişmesine vesile olabilmeli. Bu yönde sivil toplum örgütleri başta, herkesin ciddi ve tutarlı bir gayret içerisinde olmasının önemi, büyük.
Ancak bu noktada ciddi bir “tutarlılık” sorunumuz olduğuna da dikkat çekmeden geçemeyeceğim. Zira, ister istemez bir “kıyaslama” yapıldığında, bu konuda ciddiyetimizi, tutarlılığımızı, hatta içtenliğimizi tartışılır hale getiren başka örnekler de var…
Kaz Dağları’nın altın arayıcıları tarafından yağma edilmesini engellemek için, bölgenin tamamının “milli park” edilmesi gerektiği savunuluyor. Bu durumda altın arayıcılarına karşı olduğu gibi, ileride ortaya çıkması muhtemel başka doğa düşmanlarına karşı da bölgenin korunmasının güvence altına alınması sağlanmaya çalışılıyor. Bu yaklaşıma içtenlikle katılıyorum elbette. Ancak ülkemizde “milli park” olarak kabul ve ilan edilen başka bölgelerimiz de var ve “milli park”larımıza reva görülenler son derece düşündürücüdür…
Evet, muradım, sözü, 1971 yılında “Milli Park” ilan edilen Munzur Vadisi’ne getirmek…
Munzur Vadisi
Biliyor musunuz, yöre halkının geleneksel adıyla “Dersim” olarak bildiği, 1935 yılında çıkarılan kanunla adı “Tunceli” olarak değiştirilen Tunceli ilimizin sınırları dahilinde, Türkiye’nin en büyük doğal Milli Park’ı bulunuyor: Munzur Vadisi. Yaklaşık 42 bin hektar alanı kapsayan Munzur Vadisi, Tunceli'nin Ovacık ilçesindeki Munzur Gözeleri'nden doğan Munzur Çay'ının aktığı alanı kapsıyor.
43’ü sadece bölgede yetişen endemik bitkiler olmak üzere, 1518 çeşit bitkinin ev sahibi. Munzur Vadisi, çok sayıda hayvanın da yurdu. Ayı, kurt, tilki, vaşak, tavşan gibi hayvanların yanı sıra, kırmızı pullu alabalık, çengel boynuzlu dağ keçisi, kaya kartalı gibi bölgeye özgü çok sayıda canlı, Munzur Vadisi’nde yaşıyor. Bölgeye sarp dağlar hakim ve dağlar sık, inatçı meşe ormanlarıyla, çınar, dişbudak, huş, kızılağaç ve ceviz ağaçlarıyla kaplı. Munzur Vadisi, ülkemizin insana “yeryüzündeki cennet” dedirten harika yörelerinden biri.
Munzur Vadisi, 21 Aralık 1971 tarihinde, 6831 sayılı yasa ile “milli park” olarak kabul edildi. “Milli Park”, beraberinde yükümlülükler getirdiği için önemli. Bu anlamda Kaz Dağları’nın tamamının “milli park” kabul edilmesinin istenmesi rastlantı değil; aksine ciddi bir koruyucu önlem.
Türkiye’nin BM standartlarından esinlenerek oluşturulan bir “Milli Parklar Yasası” var ve yasa, çok sayıda koruyucu hükümler içeriyor. Bu hükümlerden en önemlisi; “(Milli Park alanlarında) Doğal ve ekolojik denge bozulamaz, yaban hayatı tahrip edilemez, bu sahaların özelliklerinin kaybolmasına veya değiştirilmesine neden olan veya olabilecek her türlü müdahaleler ile çevre sorunları yaratacak iş ve işlemler yapılamaz” şeklinde düzenlenmiş.
Munzur Vadisi, doğal güzelliğinin yanında, bölge halkının inançları itibariyle de büyük bir anlam ifade ediyor. Tunceli’deki insanlarımızın Alevi olduğu biliniyor. Dersimliler, Munzur Çayı’na kutsal bir anlam atfediyorlar. Vadi boyunca, insanların adak adadıkları, dua ettikleri ve dilekte bulundukları çok sayıda “ziyaret” de bulunuyor.
İşte bu Munzur Vadisi, tarihi, kültürel, ekolojik bir değer olarak uzun süredir göz göre göre geliştirilen bir “yok olma” cenderesinin içerisine alınmış durumda. Munzur Vadisi, bir “yasa tanımazlık” örneği sergilenerek yok edilmek isteniyor üstelik… Çünkü yukarıda andığım “Milli Parklar Yasası”nın koruyucu hükümleri çok açık. Kaz Dağları altın arayıcılarının, Munzur Vadisi ise baraj yapımlarının yarattığı tehlike ile yüz yüze…
Munzur Vadisi’ne vurulan kelepçeler
Munzur Vadisi ve suyunun adeta her karışına barajlar yapılıyor: Uzunçayır, Konaktepe 1, Konaktepe 2, Kalatepe, Bozkaya, Mercan-Akyayık, Kocakoç barajları. Bu barajlar, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın açıklamalarına göre, “Munzur suyunun hidroelektrik potansiyelinden yararlanmak” amacıyla yapılıyor. Proje mahkemelik oldu, Tunceli halkının yoğun itirazları oldu, çok sayıda yerel demokratik kitle örgütü ve inisiyatifin çabaları söz konusu oldu. Ancak baraj yapımları halen devam ediyor…
Dünyada verimsizliği nedeniyle hidroelektrik santrallerden vazgeçilip alternatif enerji kaynaklarına yönelik arayışlara önem verilirken, Munzur Vadisi’ni, herhangi bir tarihsel, kültürel, ekolojik kaygı güdülmeden yok edecek olan böylesi bir projeyi hayata geçirmedeki ısrarın mantıklı bir açıklaması bulunmuyor.
Munzur Barajlar Projesi’nin tamamlanması halinde, üretileceği öngörülen elektrik, Türkiye’nin hidrolik kaynaklarından elde ettiği elektriğin sadece binde 9’u kadar. Bu, ülkemizde tüketilen elektriğin ancak, yaklaşık 1 saatine tekabül eden bir orandır. Eğer sorun, Tunceli’de iş ve istihdam imkanları yaratmak ise (ki, en çok dillendirilen gerekçelerden biri de bu oluyor), turizm ve hayvancılık potansiyeline yönelik planlamaların maliyeti, baraj ve hidroelektrik santrallerin yapım ve işletme maliyetleriyle kıyaslanmayacak denli daha ucuzdur. Çünkü biliniyor ki, doğa ve kültür turizminin, hayvancılığın doğal alt yapısı, bölgede fazlasıyla mevcut.
Barajlar Munzur’u nasıl yok edecek?
Öncelikle, barajların yapımlarının tamamlanmasıyla birlikte, hızla bölgenin iklim yapısı değişecek... Daha önce insanlar tarafından tüketilebilir besin üreten akarsular, zehirli, virütik canlılar üretmeye başlayacak... (Barajların doğal ortam üzerindeki tahribatları nedeniyle dünyadaki tatlı su balığı türlerinin yüzde 20’si tükenmiş durumda.) Baraj sularında gelişen bakteriler, insan sağlığı üzerinde kanser başta olmak üzere birçok hastalık için elverişli bir ortam ortaya çıkmasına neden olacak…
Zaten var olan göç problemi, daha da artarak devam edecek, bölge adeta insansızlaştırılmış olacak… Toplumsal, ekolojik ve demografik dengeler alt-üst olacak... Vadileri suya boğulmuş Dersim’de, artık Çengel Boynuzlu Bezuvar Dağ Keçisi, Ur Kekliği, Kırmızı Pullu Alabalık yaşayamayacak... Munzur suyu ve dağların hayat verdiği canlılar, orman ve bitki örtüsü, bir yok oluş sürecine girecek... Sulara boğulan coğrafyada tarih de yok edilecek... Ve ayrıca, bölge insanının inanç sistemi ve değerleri hiçe sayılacak, “ziyaret”ler sular altında, tarihe gömülecek…
Bu arada, Munzur Vadisi’ne hayat veren Munzur Çayı’nı oluşturan gözelerin, her yıl bir tanesinin daha kurumakta olduğunu belirtmek gerekiyor. Geçtiğimiz yaz, gözelerin en gür çağlayanları, kurumuştu… Baraj projesi, belki de sırf bu nedenle akamete uğrayacak… Belli ki, küresel ısınma sorununun yol açması muhtemel felaketler, ne sınır, ne de “orası-burası” ayrımı tanıyor…
İnsan sormadan edemiyor; “birlik-beraberlik” söylemlerinin bu denli revaçta olduğu ülkemizde, Türkiye’nin her yanı bir, bütün ve eşit; ama bazı yerler daha mı “bizim” acaba?
Kaz Dağları’nı sahiplenirken, hatırlatmak istedim; orada bir Munzur Vadisi var. Hem cennet bir doğa parçasıdır, hem “Milli Park”tır ve hem de, ilgi, duyarlılık ve sorumluluk gereksinmektedir; yoksa, “yok” olacaktır…(CS/NZ)
* Cafer Solgun, Yüzleşme Derneği'nin Başkanı .