Yılın performansı ise genellikle yıl başında konulan büyüme, enflasyon, dış ticaret gibi hedeflerin gerçekleşme ölçüsüne göre yapılır.
Türkiye'nin özellikle son on yılından birçoğuna "kayıp yıl" nitelemesi yapıldı.
Kayıpta en önemli etken, devletin mali krizi ve bunun yüksek faiz hastalığı ile toplumu rantçı bir kültüre sürüklemesi, üretici karakterini aşındırması olmuştu.
Devletin mali krizinin büyüklüğü, kamu kesimi borçlanma gereğinin milli gelire oranıyla ölçülür.
1988 yılında, GSMH'nin yüzde 4'ü dolayında olan kamu kesimi borçlanma gereği , 1999'a gelindiğinde üç kat artıp yüzde 12'ye çıkmıştı.
Sürdürülemez bir niteliğe ulaşan kamu finansman politikası sonucu, devletin iç borçları, milli gelirin yüzde 30'una ulaştı.
Sadece 1995-2000 döneminde devlet bütçesinden ödenen faizlerin tutarı, 126,5 milyar dolara ulaştı. İç borçlanmada ödenen yıllık faizlerin ortalaması, dolar cinsinden yüzde 30'u buldu. Ekonominin reel kesiminde ağır bir yıkıma ve gelir dağılımında müthiş bir eşitsizliğe yol açan bu durum, 1999 sonuna gelindiğinde sürdürülebilir olmaktan çıktı.
Reel sektör, üretimi bırakıp rantiyeliğe yönelirken; sanayinin ihmali, dış rekabet gücü kaybına, ihraç pazarlarının yitirilmesine de yol açtı.
Yüzde 60-70 yıllık enflasyon bandına yerleşen enflasyonun tırmanma eğilimi ise mutlaka önüne geçilmesi gereken ciddi bir tehlikeydi.
2000'in başında uygulamaya sokulan IMF destekli üç yıllık "Yeniden Yapılanma ve Reform Programı", 2000 tüketici enflasyonu hedefini yüzde 25, izleyen yıl yüzde 12, sonra da yüzde 5 olarak belirledi.
Bu hedeflere, kamu açıklarını azaltıcı dar bir maliye politikası, buna eşlik edecek dar bir para politikası ve yavaşlatılmış bir kur politikası ile ulaşılacaktı. Gelirler politikası da yine bu hedefe yönelik kemer sıkıcı özellikte idi.
2000'in Kasım başına gelindiğinde, Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Recep Önal, 20 Kasım'da İstanbul'da yaptığı bir konuşmada, sonuçları umut verici buluyor , şöyle diyordu:
"Kamu finansmanınında yapılan değişikliklerle, faiz dışı bütçe fazlası verilmeye başlanmış, reel faizler makul noktalara gerilemiş, ekonomide büyüme dönemi başlamış, iç borç/GSMH oranı stabilize edilmiş ve en nihayet enflasyon oranında program çerçevesinde bir düşüş trendi yakalanmıştır."
Kara Çarşamba
Bu iyimser hava ile 'galiba birşeyler değişiyor' denildiği ve 2000'e, uzun zamandan sonra "kazanılmış bir yıl" nitelemesi yapılmaya hazırlanıldığı bir sırada 22 Kasım'da yaşanan Kara Çarşamba kâbusu, sevinmek için erken olduğu gerçeğini gözler önüne serecekti.
Katlanılan bir dizi fedakârlıkla sağlandığı öne sürülen birçok denge, Kasım sonunda başlayan ve üç hafta süren likidite kriziyle, alt üst olurken; patlayan faizlerin 22 Kasım öncesi seyrine düşmesi en az bir mevsim pek mümkün görünmüyordu.
IMF'nin 7,5 milyar dolarlık ek rezerv kolaylığı ile yatıştırılan likidite krizi, finans sektörüne de ağır hasarlar verdi.
Kara Çarşamba ile başkaldıran faizler, bankaların kredi faizlerini yukarı iterken, reel sektörü de ciddi bir bunalıma soktu. Kredi faizlerini yükselten ya da açılmış kredileri geri çağıran bankalara, reel sektörün ciddi tepkileri var.
Açık olan şu: 2000 hedeflendiği gibi bitmedi, 2001'de de IMF anlaşmasında yer alan hedeflere ulaşmak çok zor.
Kasım'dan itibaren kabuğuna çekilen piyasalar, IMF'ye 21 Aralık'ta verilen ve ana karakteri kemer sıkma olan niyet mektubunun öngörüleriyle, 2001'de ciddi bir küçülme süreci yaşayacak.
Bir süre daha yüksek seyredecek olan faizlerin etkisiyle, yatırım niyetleri ertelenecek, kapasite kullanımları azalacak , tasarruf tedbiri gerekçesiyle işten çıkarmalar artacak, ücret ve maaşlar reel anlamda geriletilecek, sosyal harcamalar budanmaya, tarımsal gelirler azaltılmaya devam edecek.
Hem mali kesimde hem de reel kesimde iflaslar, tasfiyelerle piyasaya havlu atma haberleri şimdiden yoğunlaştı.
2001, firmaların artan sayıda el değiştirdiği, zoraki ya da gönüllü evliliklerle ekonomide bir konsolidasyon süreci yaşandığı bir yıl olacağa benzer.
"Stop" ile ifade edilecek ve "yıkıcı yaratıcılık" ile tarifi mümkün görünen yılın ilk yarısında, faizlerde yeni bir düşüş süreci ve ekonomide bir istikrar yaşanırsa 2001'in ikinci yarısı "go" dönemi olabilir ve büyüme, yılın ikinci yarısında yaşanabilir...
Bütün bunların olabilmesi için, başta bankacılık olmak üzere, belirsizliğin yoğun olduğu sektörlerde, yeni tökezlemelerin de yaşanmaması, en önemlisi, çıpalı döviz kuruna dayalı politikanın, yeni likidite krizleri, sıcak para kaçışları gibi "kaza"lar karşısında dayanıklı olması lazım.
2000'i son dakika golüyle kaybettik, umalım 2001 kazanılmış bir yıl olsun.