Kavanozu tekrar açmaya gerek yok artık: Nişanyan çifti arasında yaşanan meseleyi herkes özetle duymuş oldu.
Duyan 213 feministin imzaladığı bir kınama metni öncelikle gazetenin genel yayın yönetmeni olarak Etyen Mahçupyan’a iletildi.
Ardından Mahçupyan’ın, kendisini doğruyla yanlışın, demokratlıkla totaliterliğin ve hatta feminizmin sınırlarını koymaya yetkili addeden bir üslupla feministlere ve feminizme ısrarlı saldırı şeklinde cereyan eden yanıtları geldi (ki hâlâ sürüyor).
Mahçupyan söyledikçe söyledi, yazdıkça yazdı, sözün de yazının da şirazesini fena kaçırdı.
Biz ekseriyetle izledik! İzlemek durumunda kaldık zira onlar hem köşe sahibi ve basında yakın ilişkiler sahibi olma açısından daha avantajlıydılar hem de gelen tepkinin dozuna inanamadık bir süre!
Anlamaya ihtiyaç duyduk. Çünkü gerek saldırının geldiği yer; gerek gelme biçimi itibarıyla anlamak çok zordu. Ama başlangıçta zordu. Artık değil!
Kendisine haklardan, özgürlüklerden yana ‘solcu’ ve ‘demokrat’ diyebilen erkek kişilerden bu kadar yersiz, cinsiyetçi ve siyaseten dedikleri her şeye bu kadar ters tepkiler beklemiyorduk.
O da bizim kabahatimiz… Çünkü feminist olmak sırf bunca afili şapkayı gururla taşıyorlar diye erkeklerin, erk ve erkek olma ayrıcalığı ve muktedirliğinden bir çırpıda feragat edemeyeceğinin farkında olmak demektir.
Ama aynı zamanda kadınlar ve erkekler arasında ezme-ezilme ve sömürüye dayalı olmayan ilişkiler ve cinsiyet hiyerarşisine dayalı olmayan bir toplumsal hayatın mümkün olacağı umuduna sahip olmak demektir.
İşte bu farkında olma ve umut etme hallerimiz arasındaki zor dengeyi bazen kaçırdığımız için bunca saldırıya kısmen fırsat verdik sanırım?
Diğer –büyük- kısmı ise malum, aslında ne yapsak, hangi yöntemleri seçsek benzer tepkiler gelir.
Bu olayda da hangi yöntemle, hangi beklentiyle tepki gösterirsek gösterelim gelecek tepki buna benzer olacaktı diye öngörebilmeliydik; zira kendi erkeklik çıkarları söz konusu olduğunda tüm şapkalar anında atılıverir, altından ‘erkek’ hali çıkar!
Tüm deneyimlerimiz maalesef bize bunu çoktan gösterdi, değil mi ama! Öngöremedik yine de ama Mahçupyan’ın gazete gazete, köşe köşe buyurduğu gibi dersimize çalışmamış olmaktan değil de eleştiri ve siyaset yapmayı umut etmeksizin sürdüremediğimiz için sanırım!
Ya da ‘etik, demokrasi, eşitlik’ filan gibi laflar eden ve genelde böylece de bilinen erkek kişilerin bu fikirlerine gerçekten inanmış, içselleştirmiş olduklarını umut etmek ya da varsaymak gafletine düştük! Bu yüzden de, sırf kendilerine demokrat, solcu, eşitlikçi filan dedikleri için onlardan daha çok umutlu, onların şiddetine karşı daha öfkeli olmak hatasında düşebiliyoruz!
Ya da bazılarımız düşebiliyor, farklı umut ettiklerimiz olduğu da vakidir, yani öyle dendiği gibi homojen bir feminizm yok ama benzer hataları yapabiliyoruz evet, tıpkı bu hadisede olduğu gibi!
Yeri gelmişken Mahçupyan’ın cemaatçi davranma, fikir ayrılıklarımızı ‘feminist cemaatimiz (?)’ içinde tartışma suçlamalarına dair ise meraklısına fikir ayrılıklarımızın herkesin ulaşabileceği dergilerimizden, belgesellerimizden, web sayfalarımızdan rahatlıkla öğrenebileceğini hatırlatıp geçmek isterim.
Hayal kırıklığına dönersem, işte bu nedenle kavanoza tepkimizi ifade etmekle yetinen değil , –Mayçupyan’ın söyleyedurduğu gibi Sevan Nişanyan’ın ‘işten çıkarılmasını talep eden’ de değil, ‘yazılarını Agos’ta görmek istemediğimizi ’ söyleyen bir açıklama yaptık.
Hayal kırıklığıyla, üzüntüyle, öfkeyle okuduğumuz gazetenin genel yayın yönetmeni, yöneticilerinin bu konuda bizi hemen duyacaklarmış, fikirlerimizi, isteklerimizi değerli buluyorlarmış ve gerekli sorumluluğu üsteleneceklermiş sanrısına kapılarak…
Ama aldığımız yanıt malum…
Mahçupyan önce farklı komplo teorileri üreterek, saptırarak ya da kaynağı belirsiz referanslarla feminizm dersleri vermeye başladı.
Sonra iş meseleyi hiç konuşmadan, kendi gibi düşünmeyenlere tahammülsüzce yapılmış ithamlara kadar vardı maalesef… Gazete gazete, köşe köşe sürdü…
Bu zinhar kendinde hiçbir yanlış görmemek, özeleştiri yapmamak üstüne her eleştiri aldığında olmadık komplo teorileri üretmek alışkanlığı o muktedirlere -ve çoğunlukla erkek muktedirlere- özgü bildik ego gösterisini çağrıştırmıyor mu?
Bir türlü bitmeyen ve feminizmin, feministlerin emeği, tarihi, katkısını yok sayabilecek kadar tutkulu bir gösteri!
Etyen Mahçupyan
Neden? Nedir ki bunca saldırının maksadı? Size ne sağlayacak? Kavanozun ayıbını örter mi şiddete tepki gösteren feministlerde 9 ya da 99 yanlış bulsanız?
Sahi Mahçupyan: ‘insan olan beri gelsin’ demeye, beğenmeyen, eleştirenlere ‘güle güle’ çekmeye ve sizin gibi düşünmeyenleri olmadık argümanlarla ezip geçme gayretkeşliğinize demokratlığınız nasıl elveriyor?
Bu kavanoz hadisesinde savunulacak yan bulamadınız kabul ama "feministler fırsatçılık yapıyor" demekten mesela beklentiniz ne?
İddia ettiğiniz gibi bizim ‘buyurun erkek şiddeti’ deme fırsatı kollamamıza maalesef hiç gerek olmadı ki!
Ki şiddetin istenir bir fırsat olabileceğini söylemek için şiddeti hiç bilmemek, üstüne korkulası bir şiddetsever olmak gerekir!
Aman! Bizim beklentimiz aksiydi ama yazık ki siz böyle davranarak asıl şiddetin savunucusu oldunuz. Yazık ki kavanozu asıl büyüten siz oldunuz böylece Mahçupyan! En çok siz…
Baskın Oran
Mahçupyan’ın ardından sizin de bir yazınızı dolambaçlı bir yoldan da olsa bu konuya ithaf etmenize çok şaşırmadık.
Zira seçim çalışmaları sırasında milletvekili adayları (eski genelev çalışanları) Ayşe Tükrükçü ve Saliha Ermez’i ziyaretinizde ordaydım.
Tabi ki onlara destek olmak için ordaydım. Ki feministlerin sanki hiç biri sizi desteklememiş, beraber çalışmamışsınız gibi ifade edebilmenizi de hep söz ettiğiniz vicdanınıza bırakarak, biz desteklemeyenlerin desteklememe nedenlerimizden biri sizin yanlış anladığınız ve anlattığınız gibi, katiyen ‘eşcinsellerle aynı kefeye koymanız’ değildi.
Aksine eşcinseller gibi kadınlar ve cinsiyetçilik diyemediğiniz ama ‘cinsel kimlikler’ deyip hepimizi bir maddeyle geçiştirdiğiniz içindi.
Zira kadın olmak da sadece bir ‘kimlik’ meselesi değil ki, toplumun ayrımcılığa uğrayan yarısı olmak demek!
Bu tamamen yanlış anlamadan ya da anlatmadan kalkıp ‘ötekini anlamamak’, ‘ötekini savunmamak’ lafızlarını sıralayıp feministleri vicdansız ve dahi zalim filan ilan ediyorsunuz. Ziyaretinizden söz ediyordum ya, oradaki bir diyalog size ve herkese öteki olmayı soyut bir kimlik değil bir deneyim olarak anlamak konusunda yeterince şey anlatıyor sanırım.
Diyalog hemen hemen şöyleydi: Ayşe Tükrükçü her zaman olduğu gibi genelevde yaşadıklarını haykırıyordu, öfkesini, tepkisini…
Size ‘biz oradan çıkamadık, oraya et gibi satıldık, devlet bizi satanlara vergi rekortmeni madalyası verdi ama bizi kimse hatırlamadı…’ derken sözünü kestiniz ve ‘ ne güzel işte onlar en azından vergisini vermiş, asıl sorun vermeyenler’ diye başlayan ve Ayşe Tükrükçü’nün haykırışıyla hiç alakası olmayan vergi-devlet-vatandaşlık teması etrafında dönen şeyler söylediniz…
İşte ötekini anlamamak böyle bir şey, anlamak ise başlı başına bir deneyim…
Zurnanın zırt dediği yer burası sanırım. Ki feminizm için zurnanın zırt dediği yer, özel alandır. Yani ev içi, aile içi, gündelik hayatta ne yaptığı, kişinin ne dediği kadar ne yaptığı, şapkayı çıkardığında ya da şapka düştüğünde nasıl biri olduğudur.
Öyle kimlikten girip vicdandan çıkılan dolambaçlı yollar da buraya çıkmıyor belli ki…
Tekerrür eden ders…
Sonuca da gerek yok sanırım: bizler o imzaları verirken, unuttuk ki: ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz! Dersimizi de bir kez daha dolu dolu aldık.
Bize vermeye kalktıkları feminizm dersinin kale alınır yanı olmasa da verdikleri bu ders için, yukarda adlarını andığım ‘hoca’ların şahsında şimdi adlarını sayamadığım, benzer konularda benzer refleksler gösteren tüm ‘hoca’lara da bu vesileyle teşekkürler!
Bize ‘insan olmak’, feminizm, ötekini anlamak, demokrasi dersi vermeye kalkanların, en azından, bir kadının yaşadığı şiddeti, cinsiyetçiliği detay saymayan, ‘insan’ gibi modernist ve totaliter kategoriler yerine kadınlar, erkekler, eşcinseller… vb. diyebilen, ötekini teorik olarak anlama iddiasını pratikte de sürdürebilen, demokrasi anlayışı kendini eleştirme cüretinde bulunanları karalamakla sınırlı olmayan ve tartışmayı, tartışma adabını az da olsa bilebilen ‘hoca’lardan, ders dinlemek yerine örnek refleksler ve pratikler görebildiğimiz günler dileklerimle…(MÖ/EZÖ)