Az önce seviştiğiniz bir kişiye prezervatifinizde biriken spermlerinizi neden veremezsiniz? Öyle ya çocuk ya da hastalık kaygısı olmasa içerisine akıtmaktan imtina etmeyeceğiniz bedensel atığınızı aynı kişinin ellerine teslim etmekten neden ölesiye kaçınırsınız?...
Yağmurlu bir İstanbul gecesinde seyredilmiş Kare filminin sonrasında kendime yönelttiğim birkaç sorudan ikisi buydu.
İsveçli yönetmen Ruben Östlund’ın imzasını taşıyan Kare’nin en gergin anı kuşkusuz performans gösterisi bölümüdür. Gerçekten de dimağım, seçkin davetlilerin olduğu bir yemekte goril taklidi yapan performans sanatçısının şiddet gösterisine karşı önce sergilenen biat ve peşi sıra boşalan şiddet reaksiyonunda takılı kaldı. Film sonrasında sordum kendime: neden önce biat etmeyi ve ardından yok edici şiddet uygulamasını seçmişti acaba bu elit cemaat?
Ve bir başka soru daha: Ne dersiniz Kare’de olduğu gibi mektup kutularına bırakılan ve aslında karşılığı olmayan bir tehdit mesajı gerçekten mülteci bir çocuğun hayatını mahvedebilir mi?
Pekiyi ama sokaklarda dilenen bir kadının kendisine yemek yardımı yapacağını ifade eden Christian’dan tavuk sandviçini “soğansız” talep etmesi nedendir? Daha önemlisi benim bu isteği “küstahça” olarak nitelendiren iç sesim neye işaret etmektedir?
Ve kuşkusuz Kare, günümüz Türkiye gerçekliğinde hangi yana düşmektedir? Öyle ya çok açık ki, 7 Haziran 2015 Pazar günü yaptığımız seçimden bu yana Türkiye’de işler iyi gitmiyor. Hatırlarsanız o gün 25. dönem milletvekillerimizi seçmiş ve yüzde 84 oranında seçime katılımın olduğu bir ortamda Halkların Demokratik Partisi geçerli oyların yüzde 13’ünü alarak beklenmedik bir başarıya imza atmıştı.
Ancak ne yazık ki o seçimler bu topraklarda yaşayan herkese özlediği toplumsal barışı getiremedi. O gün bugündür her geçen gün biraz daha kötüye olmak üzere yol alıyoruz. İstikrar vaatlerinin yerini ne yazık ki toplumsal kutuplaşmanın derinleşmesi, çatışmaların artması ve peş peşe gelen ölüm haberleri aldı.
Pekiyi ama nasıl? Evet bugün bu topraklarda özgürce bir arada yaşamak isteyen insanlar “neden” değil “nasıl” sorusuna yanıt bulmalıdırlar. Öyle ya nasıl olur da “anaların gözyaşı dinsin” diyebilen bir toplumun üyeleri, birkaç ay içerisinde “analarını ağlatalım” noktasına evrilebilir? Geçen çok kısa bir zaman diliminde ayrım gözetmeden tüm ölümlere karşı çıkan bir “kardeşlik” söyleminden nasıl olur da ölümleri yarıştıran bir akıl dışılığa savrulabilir?
Acaba Kare filmi bize bu gidişatı değiştirmek konusunda birkaç ipucu verebilir mi?
Belki de Kare filminin en önemli derdi uygarlığın alametifarikası olan papyon ve smokin giydiği için kolaylıkla tanınmayan bir kisveye bürünmüş olan şiddettir. Belki de Östlund, hayatın mikro pratiklerine sızan şiddeti bize göstermeye çalışıyordur. Belki de sahneye yönelttiği ışıklarla karanlıkta kalan şiddet seviciliğimizi aydınlatmak istemektedir.
Bu dünyada mürekkep yalamışların, sanattan anlayanların, uygarlığın kıyafetlerini giyenlerin, hâsılı kelam aklı başında sayılanların yeri geldiğinde bir yemek salonunda estirilen şiddete nasıl göz yumduklarını, şiddetin hedefi olmamak için başlarını nasıl öne eğdiklerini, gözlerini kapattıklarını, şiddetin bir başkasına yönelmesi için sessiz kalarak aslında şiddeti büyüttüklerini ve bu nedenle o andan sonra hiç kimsenin kendisini sadece “mağdur” olarak tanımlayamayacağını anlatmak istiyordur.
Belki de Kare, gündelik hayatta gerçekçi bir karşılığı olmasa dahi edilen öfkeye yenik düşülerek savrulan tehdit ifadelerinin, evlerin posta kutularına bırakılan gazetelerde yer alan yazıların ve ekranlardan oturma odalarına ulaşan haberlerin o toplumun kırılgan gruplarında öngörülmedik ve hiç beklenmedik ölümcül sonuçları olabileceğini anlatmak istiyordur -bir mülteci çocuğunun ölümcül tiradı aracılığıyla.
Belki de Kare, öteki olanı anlamaya çalışan insanların dahi varoldukları toplumun ayrımcı kültürel düşünüş biçimlerine nasıl da tutsak düşebildiklerini ifade etmeye çalışmaktadır “soğansız” tavuklu bir sandviç isteğinde. Belki de Östlund, “beyaz adam”ın uygarlığında, ‘öteki’nin isteğini beyan etme hakkının olmadığını, aksine her durumda verilene razı olması gerektiğini vurgulamak istemektedir soğanlı hazırlanan bir fast-food ürünüyle.
Belki de film, bu kahrolası dünyada birbirimizle bedensel atıklarımızı dahi paylaşabilecek yakınlıklar kuramadığımızı, ne kadar yakınlaşırsak yakınlaşalım hep uzak kaldığımızı ve bu durumun kötülüğü var eden temel sorunlardan birisi olduğunu göstermeye çalışmaktadır muhteşem prezervatif sahnesi ile.
Kim ne derse desin bir gerçek var: Christian’ın kızlarına yönelttiği inceltilmiş şiddet, popüler olmak kaygısıyla kurgulanmış bir viral video sayesinde güvenin, dayanışmanın ve yardımlaşmanın somutlaşması gereken Kare’de küçük bir çocuğun havaya uçurulmasına yol açıyor.
Popülerlik ve kazanma güdüsü, günümüz dünyasında her değeri tahrif ediyor, içini boşaltıyor ve tersine çeviriyor.
Tıpkı 2018 Türkiye’sinde olduğu gibi... (OE/HK)