Doğanın yaşamımıza kattığı güzellikler vardır. Bir de daha çocuksanız ve bir köyde yaşıyorsanız, üstelik köyünüzde bir su değirmeni varsa, sizden daha şanslı kaç kişi olabilir ki?
İşte o şanslı çocuklardan biriside bendim.
Tüm Karadeniz köyleri gibi bizim köyümüzde de bir su değirmenimiz vardı.
Kara taştan, hünerli ustaların özenle yaptığı, küçük bir evi andıran mimarisiyle masal gibi bir değirmen.
Gerçekle hayalın buluştuğu bir peri eviydi değirmenimiz.
Kurutulmuş mısır koçanlarını ellerimizle tanelerine ayıklamaya başladığımızda bilirdim ki, değirmene gidişimiz çok yaklaşmıştı. O gün geldiğinde, annem mısır torbasını bir sepete koyar, biraz tuzlanmış peynir, bir parça ev ekmeği ve küçük teneke feneri yanımıza alarak yola koyulurduk.
Değirmende çoğu zaman sıra olurdu ve tabii kadınların konuşacağı çok şey.
Bu sırada hava kararmadan dışarı çıkar her zaman yaptığım gibi küçük bir kaşif edasıyla değirmene su taşıyan ark boyunca, elimde teneke fenerle yürüyüşüme başlardım.
Suyun dereden alındığı bölüme çıkar oradan suyun akışını takip ederek değirmene doğru geri dönüşe geçer ve düşünürdüm: "Nasıl yapmışlar, nerden akıllarına gelmiş bunu yapmak?"
Büyük anam anlatmıştı daha önce dedem de bu arkları yapımında çalışmıştı, acaba şu kesme büyük taşı benim dedem yapmış olabilir miydi? Ve daha bir sürü şey geçerdi çocuk aklımdan, küçük bir derenin yaşamımıza kattığı güzelliklerin bir mucize olduğu hissine kapılırdım.
Derenin sesi, değirmen taşının ağır ve kararlı dönüşü teneke fenerin titrek ışığı ve un kokusu. Çocukluğumun ta kendisiydi.
Şimdi İstanbul'da yaşıyorum. Çocukken taşıdığım o fener evimde çalışma masamın hemen üzerinde duvarda asılı duruyor. Ve yanmıyor. (CH/SD/BB)
* http://www.karadenizisyandadir.org/web/index.php