Genç bir insanın hayata açıldığı kritik dönemeçlerden biri mezun olup çalışma hayatına girmesi olsa gerek. Büyüklerin sıkça hatırlattığı üzere, “hayat o genç insan için asıl şimdi başlamıştır.” Kabul edersiniz ki, pek çoğumuz için bundan öncesi uzun süreli bir ekmek elden su gölden’ciliktir! Ana baba parasıyla sürdürülen, dertsiz tasasız (en azından ekonomik yönden), güvenceli bir hayat! Okuldan özgürleşmeyle birlikte ise, hele ki ana babadan da özgürleşmeyi seçtiysek, yaşadığımız toplumun gerçeklerine uyanıp, sudan çıkmış balığa dönme ihtimalimiz oldukça yükselir.
Yine de azimli gençler olarak pek çoğuna göğüs gereriz. En azından deneriz. Şanslıysak eğer bir işe girer, sistemin dayattıklarına iç sesimizi alabildiğine bastırarak boyun eğer, tanık olduğumuz pek çok saçmalığı görmezden geliriz. Hatta bazen olanlarla eğleniriz. Ne de olsa henüz bize dokunan bir durum yoktur. Tanık olduklarımız desek, onlardan her yerde var, der, devam ederiz. Bu, sorunsuz bir şekilde bir süre gider. Ta ki içinde bulunduğunuz sistem ve sistemin yarattığı ve onun devamına hizmeti kendine bir borç bilen bir garip insan en ufak açığınızı yakalayıp, sizi devre dışı bırakıncaya kadar. O an, sizin için tabiri caizse bir apışıp kalma anıdır.
Haklı olduğunuzu bile bile, elindeki gücü sistemin devamlılığı şerefine ve dolayısıyla da “doğrucu davut” sizin aleyhinize kullanan bir garip insana sessizce mağlup olursunuz. Nasıl olur, demeye çalışırsınız, ama fayda etmez. Ekmeğinizden olmuş halde, sessiz sedasız evin yolunu tutarsınız. Pek şahane ki meydan yine sistemin devamlılığının garantisi o garip insanlara kalmıştır. Kendi kendini arındırmıştır sistem. Verilen mesaj ise açıktır: Böylesi bir mekanizmanın onun geleceğine çalışacağı yerde, kendi geleceği ve ideallerine çalışan birine, size, ihtiyacı yoktur. O, yarattığı garip insanlar ve onların şahane üretimleri ve destekleriyle eksiksiz ve kusursuzdur. Onun hayrına olan sizin yokluğunuzdur. Yolunuz açık olsun!
İnsan onca yıl dirsek çürüttüğü okuldan mezuniyeti bir özgürleşme olarak görüp, ondan sonrası için daha özgür bir ortamda bilgi ve yeteneklerine uygun olarak çalışmak ve üretmek gibi bir amaç edinmiş olabilir kendine. Hatta biraz daha abartıp, kendini gerçekleştirebileceği bir iş arzusunda da olabilir. Mesela okumayı yaşam biçimi haline getirdiğinden ve yapabileceği en iyi iş o olduğundan, okuma yapıp, bundan para kazanabileceği bir işin peşine düşebilir. Az kazanmayı bile göze almıştır bu uğurda. Amaç sevdiği işi yapmak ve geçinebilmektir.
Ancak bu ülke piyasası ve sosyo-ekonomik- kültürel standartlarında bu, hâlâ çok şey istemek anlamına gelebilir. (Şüphesiz yazıktır bu ülkeye ve gencine!) Neyse ki o genç, bundan henüz bihaberdir ve umutludur. Orta sınıf bir aile çocuğu olarak da yapabileceği tek şeyi yapıp, eğitimi ve yeteneklerini alt alta sıraladığı bir belge aracılığıyla ideallerini gerçekleştirebileceğine inandığı kurumlara başvurur. Şansı yaver giderse, bu isteklerini bir nebze gerçekleştirebileceği bir yerde bulur kendini. Kafasındaki soru işaretlerine rağmen, elindekine şükreder ve yeni bir dünyaya adım atar. Onun gibi pek çok bu ülke çocuğuna göre şanslıdır o, evet! Nitekim çalışacak ve para kazanacaktır. Hem de istediği iş alanında: kitapların arasında. Üstelik daha önce felsefe ve siyaset bilimi derslerinde yalnızca teoride öğrendiği bir sistemin bizzat hayata geçmiş halini görebileceği yepyeni bir dünyaya hoş bulmuştur. Zaman, okuyarak öğrendiklerine, bizzat yaşayarak yenilerini ekleme zamanıdır. Böyle de zengin bir dünyadır adım attığı: emeğin sömürüsünü, hiyerarşiyi, oyun teorisini, niteliğin niceliğe mağlubiyetini ve tüm bu mekanizmanın insan ilişkilerine olan yankılarını bir bir görebileceği engin bir derya!
Gördüğü eksiklik ve çirkinliklerin en acı olanı ve onda en çok iz bırakanı, bu tuhaf mekanizmanın yarattığı yeni insan tipi, garip insan, ve kendini bütünüyle bu mekanizmanın devamlılığına adamış bu garip insanın “yaşından başından bile utanmadan”, yapabileceği kötücül eylemleriyle yüzleşmek olur. Bir garip insan derken, diyebilirsiniz?
Mesela şudur: Onca mühim işinin gücünün arasında, yeni şeyler öğrenip işini daha iyi yapmak isteyen ve acemiliğinden ötürü hata yapmaya meyilli, hiçbir vasfı olmayan küçük bir insanı doğru yönlendirerek var etmek ve büyütmek yerine (özellikle de bu çok daha kolay olan yolken), tüm çirkinliğini ve kötücül enerjisini devreye sokup onu sinsice yok etmeye yönelen ve bu uğurda ciddi mesai harcayan, bir şahane insan. Hem de onunla doğrudan hiçbir teması olmamış olması, tek kelam etmemiş olması ve tek ortak paydanın onun, küçük insanın yürümek istediği yolun çok ötesine ulaşmış bir hemcinsi olması ve o sıralar aynı kurumun çatısı altında çalışıyor olmaları. İnsan böylesi bir garip insan nedeniyle yaşadığı şaşkınlığın sonucunda, lafı hiç dolandır(a)madan sorar, “Bu, gerçekten bir insan mıdır? Eğer öyleyse, bana “insani değerler” adı altında çocukluğumdan bu yana yanlış şeyler mi öğretildi?” diye.
Bir teorisyen veya bilim insanı olmadığından, bu soruya vicdan boyutunun ötesine geçip, kesin bir cevap veremiyorum bu küçük insan olarak. Yalnızca “bu gerçek bir insan değil, bu garip bir insan,”diyebiliyorum. Ancak Medyalens yazarı Kerem Çalışkan’ın Şubat 2013 tarihli “Kapitalizm Ego-Manyak canavarı yarattı”[1] başlıklı yazısında değindiği üzere Frank Schirrmacher adlı bir Alman gazetesi yayıncısı yeni kitabı Ego’da bu soruya çok daha keskin bir tespitle yanıt veriyor: Kapitalizm “kendi azami çıkarına programlanmış bir Ego-Manyak, canavar insan tipi” yarattı. Çalışkan’ın yazısında kitaptan yaptığı ana çıkarımlardan biri şöyle:
Hepimiz onların biçimlendirdiği ‘Ego’ modeli ve ideolojisinin kurbanı oluyoruz. Savaş için geliştirilen bu teori günümüzde barışı dinamitliyor. Bu ‘Ego ideolojisi’ soğukluk ve otizm yayıyor. Sonunda bir ‘Ego-Manyak’ insan tipi, adeta bir ‘canavar’ (Monster) yarattılar. Bunu toplumun en gelişmiş ‘ideal bireyi’ diye pazarlıyorlar. ‘Ego-Manyaklık’ psikopatların psikopatlar için geliştirdiği bir ideoloji haline geliyor.
Ve şöyle devam ediyor:
Schirrmacher, ‘Ego-Manyak’ bireylerin bencil davranış biçimlerini körükleyen ve formatlayan ‘Enformasyon kapitalizmi’ni de şiddetle eleştiriyor. Bizim dijital gerçeğimizi ve günlük yaşamımızı belirleyen ve sanal dünyayı gerçek sanmaya yol açan programları yerden yere vuruyor. Bunların yaratıcısı olan Wall-Street eylemcileri için hayat tümüyle bir savaş. Savaş yerine işbirliği yapmaya kalkanlara ise ‘hasta’ damgası yapıştırılıyor.
Schirrmacher’in bu tespiti sanırım tam manasıyla benim kişisel olarak garip insan dediğim şey: hırslarının esiri, sürekli daha ileriye koşmayı ve adını daha prestijli işlerde duyurmayı hedefleyen, bunun için de etrafındaki ayrık otlarını en acımasız yöntemlerle yok etmeyi kendine görev edinmiş, bağlı olduğu sisteme gönülden müptela bir harika insan. O sisteme tapıyor; sistem de ona. Karşılıklı ve kusursuz bir aşk bu. Siz de kim oluyorsunuz gençler?
Ama Neşet Ertaş baba da bir yandan şöyle diyor: Söylediklerine olur da kulak vermek isteyen olur diye. (NA/EKN)
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
* Bu arada şanlı Türk gençliği olarak çalışma hayatına girerken her şeye hazırlıklı olmamızda, en önemlisi de haklarımızı bilmemizde fayda var, diye düşünüyorum. (İş Kanunu vs.) Okuyalım, öğrenelim.
* Bir de Frank Schirrmacher’ın bahsettiğim Ego kitabı bir an önce Türkçeye kazandırılsa, hiç de fena olmaz gibi gözüküyor.
[1] Çalışkan, K. “Kapitalizm Ego-Manyak canavarı yarattı.” http://www.medyalens.com/kapitalizm-ego-manyak-canavari-yaratti/.