27 Mayıs 1884 yılında, günümüz Çekya’sının başkenti olan Prag’da dünyaya gelen Yahudi kökenli Alman yazar Max Brod, aynı zamanda bir gazeteci ve bestekârdı. Ama Brod asıl ününü, Franz Kafka’yla olan dostluğun da ötesine geçen ilişkilerinden alıyordu.
İkisi 23 Ekim 1902’de Prag’ta öğrencilerin diledikleri konularda, istedikleri gibi tartışabildikleri bir toplantıda tanıştılar. O toplantıda Arthur Schopenhauer üzerine bir konuşma yapan Brod’un bir kelimesini dahi kaçırmadan dinleyen Kafka, konuşması bittikten sonra Brod’un yanına gitti ve daha ilk görüşten itibaren aralarında bir dostluk başladı.
Buna neden olan ise Brod’un Nietzsche’yi bir sahtekâr olarak nitelemesiydi. Kafka’nın Nietzsche’ye karşı büyük bir hayranlığı vardı ve zaten Brod’un yanına da bunu tartışmak için gitti. Aralarındaki dostluk iyiden iyiye gelişti. Fakat Kafka’nın aksine Brod, o dönemde hem çok üretken hem de “ünlü” diyebileceğimiz bir yazardı. Henüz 24 yaşındayken yayımladığı “Nornepygge Şatosu”yla Berlin edebiyat çevresinin dikkatini üzerinde topladı. Berlin’deki ünü, onu Almanca konuşulan ülkelerde de tanınan bir yazar haline getirdi.
Edebi bir gerilim
Franz Kafka, 1924 yılında öldüğünde en yakın dostu Brod’a, bütün eserlerini yakmasını vasiyet etti. Ancak Brod, onun bu isteğine uymadı ve “Zamanımızın en büyük yazarı” diye nitelendirdiği dostunun bütün kitaplarını ölümünden sonra yayımlayarak belki de Kafka’yı meşhur eden adam oldu. 1968 yılında Batı Almanya’ya yaptığı bir seyahatten sonra İsrail’e dönerken hayatını kaybeden Brod, edebiyat çevrelerini de ikiye böldü. Zira bazı edebiyatçılar Brod’un Kafka’nın vasiyetine saygı göstermesi gerektiğini dile getirirken diğer taraf ise Brod olmasaydı Kafka olmazdı diyerek onu savunmaya geçti. Ve bu çekişme yüzünden 1960’ların tüm dünyada estirdiği asi rüzgârlar sırasında Ernest Fischer adlı bir üniversite öğrencisi bir suikasta kurban gitti. Suikastı Nazi taraftarı bir anne ve aynı tarafta yer alan Türk bir babanın oğlu olan Ferdy Kaplan üstlendi.
Burhan Sönmez, İletişim Yayınları’ndan çıkan son kitabı “Franz K. Âşıkları”nda, sırtını yasladığı ‘68 olayları içinden, bu suikastla beraber edebi bir gerilim romanı ortaya çıkarıyor.
Kör kurşunla başlayan hikâye
Kitabın ana karakteri Ferdy Kaplan’ın Nazi yanlısı Alman annesi ve aynı “hastalıktan” mustarip Türk babası İkinci Dünya Savaşı’nda ölünce, Ferdy’yi yıkıntılar arasından kurtaran dedesi, torununu yanına alıp Türkiye’ye, babasının ailesinin yanına gönderir. Ferdy, Türkiye’de özellikle savaştan yadigâr bacağının aksaklığı nedeniyle alay konusu olur. Bol bol sopa yer. Yanında ise tek bir kişi vardır: Amelya. Amelya’yla birbirine sırılsıklam âşık olan Ferdy, eski İstanbul’u keşfeder. Ferdy, ona büyüleyici gelen bu şehrin resimlerini çizer. Amelya’yı da resimlerine ekler. İki âşık gençlik başlarında duman gününü gün ederken Türkiye’deki muhafazakâr hükümetten rahatsız olan subaylar darbe yapar. Onca hengamenin arasındaki bir gösteride Ferdy, Amelya’yı görür. Onu oradan çekip alır. Aradan geçen sürede ikisi de Fransa’ya kaçar. Ferdy kısa aralıklarla Batı Almanya’ya gidip gelmektedir. Fransa’da patlak verip tüm dünyaya sıçrayan olaylarda o da yer alır. Fakat Batı Almanya’ya son gidişinde Ernest Fischer adlı bir öğrenciyi öldürür. Polis onu yakalar. İfadesini alır. Mahkemeden tutuklu olarak yargılanma kararı çıkar ve her şey böyle başlar.
Max Brod ölseydi ne olurdu?
1968 olaylarının tavan yaptığı dönemde birçok yazılı yayın organı ortaya çıkar. Gençlik hareketleri içinde çok fazla rağbet gören bu yayınlarda pek çok mesele tartışılır. Ferdy Kaplan, Batı Almanya polisine, Ernest Fischer cinayetini işlediğini itiraf eder ancak polis bunu neden yaptığı, arkasında kimler olduğunu çözmek istemektedir. Bunun için de o dönemin dergilerini incelemeye başlar. Bu dergilerde eski Nazi suçlularının cezalandırılması gerektiğine dair birçok yazı yer almaktadır. Bunu gerçekleştiren gizli bir direniş grubu ise ölmüş yazarları savunma fikrini ortaya atar. Edebi şahsiyetler nezdinde onların mirasına sahip çıkılmasının lazım geldiğini savunur. Tartışmalar iyiden iyiye alevlenirken Ferdy Kaplan da Batı Berlin adaletinin kendi yöntemleriyle Ernest Fischer cinayetinin sebebini bulmalarını ister. Ve zihinsel bir kedi fare oyunu başlar. Kaplan, polisi yavaş yavaş kendi düşüncelerinin safına çekerek esas hedefin Ernest Fischer değil, Max Brod olduğunu (nihayet!) polisin aklına sokar.
“Geleneksel” edebiyat tartışmaları!
Burhan Sönmez, “Franz K. Âşıkları”nda çok ince bir meseleye dokunuyor. Yazının girişinde belirttiğim gibi henüz 24 yaşında, dördüncü romanıyla Alman edebiyat çevrelerinin üzerine düştüğü Max Brod, Kafka’nın eserlerini yakmasaydı ne olurdu? Kafka gibi bir yazar tek satırı okunmadan edebiyat mezarlığındaki yerini alırdı. Diğer yandan ise Brod, en yakın dostunun mirasına hıyanet ederek tüm dünyayı büyük bir yazarla tanıştırdı. Tanıştırmakla kalmadı, onun adı dahlinde “Kafkaesk” diye bir tür bile ortaya çıktı. İşte burada Burhan Sönmez’in kitaptaki asıl derdi kendini gösteriyor. Günümüzde olsa “kişilik hakları” üzerinden yapılacak tartışma, o zaman “emanet-hıyanet” üzerinden yapılmış ve bir kişinin isteğinin dışında, başka insanların görmesini istemediği “şeyler”i, tüm dünyada dolaşıma sokulmuş. “Franz K. Âşıkları” da bu edebi tartışmayı edebiyatın “gelenekleri” ekseninde masaya yatırarak ayrı bir tartışma konusu açıyor…(BS/AÖ)