Tam yirmi üç yıl geçti.
“Rüyalarında kendi mezheplerinden olanlara cennet kapılarını açan fanatiklerin, yeryüzünde hep birlikte yaşamayı cennete yeğleyenleri”¹ yakarak öldürmesinin üstünden geçen tam yirmi üç yıl!.
Hem çok şey değişti, hem hiçbir şey değişmedi Türkiye’de.
Toplumsal ve kişisel belleklerimizde acıyla andığımız, toplumsal algımızı darmadağın eden, yaşam bütünlüğümüzü ortadan kaldıran, her birimizin fizyolojik, psikolojik varlığını tehdit eden saldırıları ve katliamlara, ne yazık ki her gün bir yenisi daha ekleniyor!
Bu saldırı ve katliamların her birinin acısı ve yarattığı şok, önceden yaşanmış olanların toplumsal belleğimizde duran acısını, yeniden kanatıyor ve çoğaltıyor.
Giderek yaygın ve sistematik bir duruma gelen bu katliamlar ve saldırılar, sürekliliği olan bir şiddetin, farklı dönemlerde ortaya çıkan, aktörleri ve bağlamları farklı görünümlerini oluşturuyor. Dolayısıyla Türkiye siyasal tarihinde, bugüne kadar yaşanan katliamların her biri; yaşandıkları dönemin öncesinin sonuçlarını içinde barındıran, kendi döneminin siyasal, sosyolojik, ekonomipolitik koşullarını etkileyen ve nedenlerini belirleyen ve aynı zamanda, bir sonraki dönemin siyasal, sosyal, ekonomik ve ideolojik yapısını ve aktörlerini hazırlayan çok katmanlı, çok boyutlu birer oluşumdur. Bu anlamda da, toplumu yönetilir kılmak bağlamında Faucault’un tanımlamış olduğu en etkili iktidar teknolojilerinden biridir.
Bu gerçekliğin bilinci ve geçen yirmi üç yılın ağırlığıyla yine ve yeniden sormak gerekir: Bir yangının külleri, hangi sürede soğur? Kaç zamanda dağılır sisi? Ne zaman kaybolur kokusu insanın hücrelerinden, bedeninden, belleğinden? Kaç yılda unutur insan, yangının çıkardığı sesi? Yangının kendi sesini de yakan o çığlıkları, hangi zaman sonra duymaz olur? Böylesine simgeleşen bir şiddetin yarattığı acının çerçevesi, nasıl çizilebilir? Acı… insandan önce de mi vardı? Ya da onu da mı insan var etti, kendi varoluş gerçekliğini oluştururken?
Demişti ya şair: “Acı düştü peşime..”² Madımak Katliamdan arta kalan yaşamlarını sürmeye çabalayan bizler gibi, Reyhanlı, Roboski, Soma, Diyarbakır, Suruç, Ankara, İstanbul katliamlarını yaşayanların her biri “peşine düşen acıların çaldığı ıslığa” kaç yılda alışır? Kaç yılda alışır; “yangın artığı bir yaşamı” sürmeye? “Hoyrat bir makasla”… “eski bir fotoğraftan” oyulmuş, “yarım kalan yanakların, kendini tamamladıkları boşluklarla yaşamaya”- o boşluğa düşmeden ve fakat ona sarılarak- yaşamaya alışmak için, kaç hayat gereklidir? Bize.
Yirmi Üç Yıl Önce 2 Temmuz
Kültür Bakanlığı ve Sivas Valiliğinin katkıları ile Pir Sultan Abdal Kültür Derneği tarafından Sivas İl Merkezinde düzenlenen Pir Sultan Abdal Kültür Etkinliklerine katılmak üzere, 2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas’ta bulunan onlarca sanatçı, tiyatrocu, yazar, şair ve katılımcıların bulunduğu Madımak Oteli; örgütlü şekilde otelin çevresini dolduran, polis kayıtlarına göre sayıları onbeş bin kişiyi bulan saldırganlar tarafından yaklaşık olarak sekiz saat boyunca kuşatılarak taş ve kiremit yağmuruna tutuldu.
“Cumhuriyet Gidecek, Şeriat Gelecek”, “İslamın Ordusu Laiklerin Korkusu”, “Kanımız Aksa da Zafer İslamın”, “Cumhuriyet Burada Kuruldu Burada Yıkılacak”, “Şeriat Gelecek Zulüm Bitecek” sloganları eşliğinde, “yak yak” bağırtıları altında ateşe verildi. İkisi otel çalışanı olmak üzere, otuz beş kişi katledildi. Devletin, asker ve emniyet güçlerinin gözleri önünde ve tüm Türkiye’nin tanıklığında!
Bu öldürüm; Giuseppe Sacco ile Umberto Eco’nun vurgulamış oldukları; “dünyanın, kendi kendisiyle çelişkili çok katmanlı yeni ortaçağlara doğru kayıyor olabileceğini gösteren”³ ender olaylardan, şiddetin uzun tarihinin en acılı simgelerinden biri.
“Devlet, toplu iğnenin başında vardır” diyen anlayış, kurtarıcı olarak Madımak’ın önünde değildi. “Süslü giysiler ve arabalarıyla ancak yangından yirmi dört saat sonra olay yerine gelebildi, …hem de salyangoz hızıyla”!
Olaylar başladıktan sonra ve yangın başlamadan hemen önce, otelin önüne askerleriyle birlikte gelen rütbeli asker, kalabalığın “Asker Bosna’ya” sloganları eşliğinde, hiçbir müdahalede bulunmadan olay yerini terk etti. Etkinliklerden önce Sivas’ta “Müslümanlar” imzasıyla dağıtılan kışkırtıcı bildirinin kimler tarafından, neden ve nasıl yazılmış olduğunun peşine düşülmedi; üstelik bu bildiri tüm yargılama aşamasında mağdur avukatlarının ve kamuoyunun tüm ısrarına karşın, araştırma konusu yapılmadı.
Yerel basının günler öncesinden yaptığı olumsuz ve kışkırtıcı yayınlar soruşturma kapsamına alınmadı. Gerçekleşen katliamı “Şanlı Sivas Kıyamı” olarak tanımlamış ve içeriğinde suçu ve suçluları öven yazıları kaleme alan kişilere ve bu yazıları yayınlayan Taraf adlı dergiye karşı herhangi bir idari, cezai, hukuki işlem yapılmadı.
Şehir içinde hiçbir yerde kaldırım çalışması vb. faaliyetler yok iken, otelin önünde yığınlar şeklinde parke taşları bulunmasının nedeni bilinmedi. Belediye Başkanı (sonradan milletvekili olan ) Temel Karamollaoğlu hakkında, kalabalık güruha “gazanız mübarek olsun”şeklinde başlayan, kışkırtıcı, teşvik edici bir konuşma yapmış olmasına karşın, herhangi bir işlem yapılmadı. Olaylara katılan on binlerin destek aldıkları güçler, olayları örgütleyenler saptanmadı. Saptanmaları için gerekli çaba gösterilmedi. Dönemin siyasi ve idari yetkililerinin görev kusur ve ihmalleri araştırma ve soruşturma konusu bile olmadı.
"Örgüt yok tahrik var"
Olaylardan 18 gün gibi çok kısa bir süre içerisinde, henüz hazırlık aşaması tamamlanmadan; olayda “örgüt yok tahrik var“ saptaması yapıldı ve deliller dahi toplanıp değerlendirilmeden, bu saptamayla dava hemen açıldı. Saldırganların sayısı on binler iken, sanık sayısı yalnızca 124 sınırında kaldı.
Yargılamalar boyunca mahkeme salonlarında, mağdurlar, müştekiler ve avukatları sanıkların sürekli hakaret ve saldırılarına maruz kaldı. Sanıkların avukatlığını üstlenenlerden Şevket Kazan, olayın ardından Refahyol hükümetinde bu ülkede Adalet Bakanı, Hayati Yazıcı’da AKP’nin Devlet Bakanı oldu.
Celal Mümtaz Akıncı ise, AKP oylarıyla anayasa mahkemesi üyeliğine seçildi ve halen bu görevi yürütüyor. Yakın zamanda Anayasa Mahkemesinde görüşülmeye başlanacak Sivas Davasına bakacak hakimlerden biri de o olacak. Haydar Kemal Kurt bir önceki dönemde AKP’den Isparta Milletvekili seçildi. Zeyit Aslan halen Tokat Milletvekili sıfatıyla TBMM’de bulunuyor.
Davada uzun yargılamalar neticesinde; katliamın, Anayasal Düzeni zorla bozma amacı ile gerçekleştirilmiş olduğu sonucuna varıldı. Türk Ceza Kanununun “Anayasayı cebren değiştirmeye teşebbüs suçunu” düzenleyen 146. maddesi uygulamasıyla; otuz üç sanık idama (yeni yasa gereği ağırlaştırılmış müebbet hapis), dört sanık yirmişer yıla, bir sanık da, on beş yıla mahkum edildi.
Diğer sanıklar, beş ila iki yıl arasında değişen cezalar aldı. Bunlardan kimileri cezaevinde bulunmakta iken, tanınan ayrıcalıklarla çocuk sahibi oldu. Türk Ceza Kanununun yürürlüğe girmesiyle; bu hükümlülerden on üçü; yeni kanunda ceza aldıkları maddeyi doğrudan karşılayan bir düzenleme olmadığı gerekçesiyle, haklarında infazın tehiri kararı verilerek, salıverildi. Mahkeme, bu kararı sonradan kendiliğinden geri aldı, ancak salıverilen sanıklardan firari olan yedisi yakalan(a)madı.
Ana davadan dosyaları ayrılan bu sanıkların yargılandığı ek davada Mahkeme; 13 Mart 2012 tarihli duruşmada, savcılık makamının talebine uyarak, suçun bir insanlık suçu niteliğinde olduğu ve bu tür suçlarda zamanaşımının söz konusu olmayacağı gerçeğini görmezden geldi. Madımak öldürümü “siyasal ve dini saiklerle toplumun bir kesimine karşı bir plan doğrultusunda sistemli olarak işlenmiş” insanlığa karşı bir suç ve Anayasal düzeni zorla değiştirme girişimi olmasına karşın, sanıklardan Cafer Erçakmak ile ilgili dosyanın ölmüş olması nedeniyle ayrılmasına, altı sanık hakkındaki davanın da “zamanaşımı süresinin dolmuş olması gerekçesiyle” düşmesine karar verdi. Gerçekler, yangın küllerinin altında kaldı!
Gıyabi tutuklu üç sanık hakkındaki dava, halen Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam ediyor. Dosya kapsamında yurtdışında oldukları belirtilen sanıklarla ilgili olarak, arama ve iade talebine ilişkin işlemlerde ciddi ihmaller yaşanıyor. Hukukun temel aldığı tek ölçü olan “adalet”, toplumsal yaşamın bir kalıp ve çerçevesini oluşturmaya yönelik ahlaki bir ölçü olarak da; vicdan, bellek ve algısal olarak hala gerçekleşmeyi/ gerçekleştirilmeyi bekliyor.
Mevcut AKP hükümetinin Adalet Bakanının “bizim geçmişimizde insanları diri diri yakmak yok” şeklindeki, tarihsel hafızayı yıkama girişiminden ibaret trajik ve ironik açıklamasında yatan anlayış, Madımak Öldürümünün hemen ardından olayları; “bir futbol maçı esnasında yaşanabilecek olaylar” olarak niteleyen; “çok şükür otel dışındaki vatandaşlarımıza bir şey olmamıştır”değerlendirmelerini içeren; zamanaşımı kararını “milletimiz için hayırlı" bulan söylemlerdeki anlayışın bir devamını oluşturuyor. Toplumsal izleğimizi ve belleğimizi her seferinde söküp dağıtmayı amaçlıyor
Madımak Öldürümü ve diğer yaşadığımız katliam ve şiddetin oluşturduğu bilinçli öfke bize; tıpkı Kafka’nın “Davası’nın” utanç temasıyla bitmesinde olduğu gibi; Madımak ve diğer tüm öldürümlerin yarattığı utancın her daim ayakta kalacağını gösteriyor. Mağdurların katledilmiş olmalarının yarattığı utancın, kendi yaşamlarından daha uzun süreli olacağını da… (NOB/NV)
Kaynakça
- Berger,J., Kıymetini Bil Herşeyin, Metis,2008, İstanbul. S.100. “Şair Keats’Fanatikler rüyalarında kendi mezheplerinden olanlara cennet kapılarını açar’ demişti”.
- Altıok, M.( Madımak Katliamında öldürüldü) öndeyiş adlı şiirinde;”Beni hoyrat bir makasla,Eski bir fotoğraftan oydular. Orda kaldı yanağımın yarısı,Kendini boşlukla tamamlar.Ah kavaklar, kavaklar...Acı düştü peşime ardımdan ıslık çalar.
- Eco,U., Günlük Yaşamdan Sanata, “Yeni Bir Ortaçağ’a Doğru”, Can, 3.Basım, İstanbul, 2014 .s.7,24.