Türkiye'de kadınların hekimlik yapıp yapamayacaklarının basında tartışılması, 1890'lı yıllara kadar dayanır. Bu tartışmaların sonucunda, Şûrâ-yı Devlet konuyu inceleyerek 23 Mayıs 1898 tarihli gazetede kadınların hekimlik yapamayacaklarını duyurur. (1)
Kadınların Tıp Fakültesine girmeleri ise diğer tüm fakültelere göre çok daha geç ve sancılı olur. Bu arada yabancı kadınların, hekimlik yapma ve muayenehane açma hakları vardır.
Sıhhıye Umum Müdürü Dr. Adnan Adıvar, Türk kadınlarının tıp eğitimi alabilmeleri için Sadaret'e (Sadrazamlık) başvurur (19 Eylül 1917). Vükelâ Meclisi'ne Talat Paşa yerine başkanlık eden Enver Paşa, bu teklifi kabul etmez. Bir sene sonra teklif yeni Sıhhiye Nazırı İsmail'in imzasıyla tekrarlanır ve Vükelâ Meclis'i kadınların tıp, dişçilik ve eczacılık yapmalarına izin verir.
Ancak bu kararla her şey çözümlenmiş değildir; tıp fakültesinde düşünce ayrılıkları vardır. Okulda ders verenler arasında şiddetli tartışmalar olmaktadır. İstanbul gazeteleri de bu tartışmaları günün sorunu haline getirir.
Gazetelerde kadınların hekimlik yapamayacaklarına dair hararetli yazılar yayımlanır. Kadınlar biyolojik olarak bu mesleğe uygun görülmez. Bazı tutucu düşünceler şöyledir:
* Kadın doktor olursa bu meslekte çalışmak fırsatını bulamaz. Çünkü evlenir, çoluk çocuğa karışır, doktorluğu terk eder, bütün emekler boşa gider.
* Kadınların tıp fakültelerine girmeleri "iffet ve ahlak"ın bozulmasına yol açar.
* Kadın hekimlerin, erkek hastaları muayene edemeyecekleri, anatomi derslerinde disseksiyon yapamayacakları ileri sürülür.
Kız öğrencilerin mücadelesi
Bütün bu tartışmalar sürerken tıp fakültesinde okumak isteyen kızlar da örgütlenerek, mücadele ederler. Ülkede fikirlerine güvenilir nüfuz sahibi kişileri ziyaret ederek ikna etmeye çalışırlar. Sonunda, 1922 yılının eylül ayında tıp fakültesine 10 kız öğrenci girer ve kız öğrencilerin yolu açılmış olur.
Yıl, 1949. Ulus gazetesinde bir habere rastlıyoruz. (2) Kadınlar hekim olmalı mı olmamalı mı?
Ankara Dil-Tarih-Coğrafya Fakültesi böyle bir tartışmaya tanıklık eder. Kızların tıp fakültesine girişlerinin üzerinden 27 yıl geçtiği, çeşitli tıp dallarında uzman olarak çalıştıkları ve başarılı oldukları halde düzenlenen tartışmanın sonucunda jürinin kararıyla, kadınların hekimlik yapamayacakları ilan edilir.
Tartışmada iki taraf vardır. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencileri tarafı, kız öğrencilerden, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencileri tarafı ise erkek öğrencilerden oluşur. Kızlar, "kadınlar doktor olmalıdır "; erkekler ise "kadınlar doktor olmamalıdır " tezini savunur.
Kız öğrencilerin isimleri şöyledir: Sevim Tarı (Sevim Belli), Kadriye Toprak, Rana Arslaner ve Vedad Esin. Erkek öğrencilerin isimleri: Zeki Uygur, Haluk Merken, Gündoğdu Özer, Süha Erhan.
Jüri üyeleri ise: Kars milletvekili ve eğitimci Tezer Taşkıran, gazeteci ve yazar Mükerrem Kamil Su, Türkiye'nin ilk kadın patoloji uzmanı ve ilk kadın profesörü Kamile Mutlu, Ord. Prof. Dr. Abdülkadir Noyan, Prof. Dr. Rasim Adasal, Prof. Dr. Muhiddin Dilemre, Doç. Dr. Kazım Aras ve Dr. Ali Süha Delilbaşı.
Kadın öğrencilerin savunması
Kız öğrenciler kendilerini şöyle savunurlar: "Kadınlarla erkekler eşittir. Eşit haklara sahiptir. Akılca, beyin ağırlığı bakımından erkeklerden geri kalmazlar. Hatta beyinlerinin ağırlığı erkeklerden üstün olan kadınlar da vardır.
Doktor kadın, hastalara erkeklerden daha itinalı ve şefkatli bakar. Muameleleri müşfiktir. Kadınlar, mesleklerinde hürdürler. Bir kız, mademki arzu ediyor, pekâlâ tıp mesleğini seçebilir.
Kadının doktor olması aynı zamanda anne olmasına engel değildir.
Kadınlar zayıf değildir. Onlara zayıflık izafe eden erkeklerdir. Erkekler mağrurdur. Eskiden pederşahi evlilik aile sistemi zamanında, erkek hâkim durum kazanmış, kadını esarete almıştır. Halbuki son çağlarda cemiyette iş bölümü vukua gelmiş, kadın hürriyeti ele alarak cemiyet içinde arzu ettiği işi, yani mesleği seçmiştir. Doktorluk da bu mesleklerden biridir.
Kadın, tıp fakültesine girer, altı sene çalışır ve doktor olur. Doktorluğu da pekâlâ başarabilir. Bilhassa, kadın doktor gayet nazik çocuk doktoru olur. Hiçbir erkek doktor, bir çocuğa kadın doktor kadar şefkatle ve ihtimamla bakamaz. Zira, kadın doktorda annelik vardır. Dünyada anne kadar kim şefkat göstermeye muktedir ki?
Kadın, okuyup doktor oluyorsa, hevesinden değildir. Cemiyette bir iş bölümü yapmak arzusundadır. Doktorluk mesleğinde erkek kadar muvaffak olabilir.
Kadını zayıf gösteren atasözlerini hep erkekler uydurmuşlardır. Hâlbuki tarihte nice dahi kadınların adları vardır. Gerçi bazı kızlar tıp tahsilini yarıda bırakarak gidiyor. Fakat tıp tahsilini bırakan erkekler de vardır.
Hem kadınlar öteden beri tıp ilmiyle uğraşmışlardır. Nitekim Emeviler zamanında da bu böyle olmuştur. Hem, 'kocakarı ilacı' tabiri kadınların tıpla nasıl meşgul olduklarını ispat eder. Kadın, ailenin bütün yükünü ve mesuliyetini omzunda taşır.
Eski Avrupa kanunlarında kadınların kırbaçlanmasını emreden cezai müeyyidelere rastlanması erkeklerin kadınlara karşı merhametsiz olduklarını gösterir.
Türkiye, medeni dünya milletlerinden geri kalmaz. Türk kadınları da medeni dünya memleketlerindeki kadınlar gibi tıp mesleğini seçmekte serbesttirler.
Kadın da şereflidir ve vatanına hizmet etmek ister. Hâlbuki kadın her zaman susturulmak istenmiştir.
Bu münazaranın yapıldığı şu anlarda kim bilir nice doktor kadınlar hasta tedavi etmekte, can kurtarmaktadırlar.
Erkekler, kadınlar hakkında hüküm verirken daima hislerinin etkisinde kalırlar.
Tıp fakültesinde muvaffak olan kadınların sayısı istatistiklerle sabittir. Hem kadının evinde süpürge, yama, sökük ve çocuk bakımı ile meşgul olması mutlaka şart mıdır? Niçin doktor olmasın? Anne olarak dünyaya can getiren bir kadın canla meşgul olan tıp gibi bir ilimle niçin uğraşmasın?
Kadınlar süsleniyorlarmış, sanki erkekler süslenmiyorlar mı? Kravat takıyorlar...
Erkekler, arkalarına yaslanıyorlar, gözlerini kapıyor ve hayale dalıp eski sarayların harem dairelerindeki bayanları hayalhanelerinde yaşatıyorlar ve şimdiki kadınları hâlâ öyle hayal amber kokuları arasında hayal ediyorlar.
Hâlbuki realite şudur ki, bugünün kadını o kadın değildir. Anneler, kendi erkek evlatlarının bir gün gelip de kadını zayıf göreceğini bilselerdi..."
Erkeklerin savunması
Erkeklerin savunması ise şöyledir: "Kadın şefkatlidir. Hastalara şefkat gösterir, o kadar müşfiktir ki hastabakıcılıkta daha çok muvaffak olurlar.
Doktorluk zordur. Altı sene tahsili vardır. Derste, teneffüste, istirahat zamanlarında, yazın, kışın, her zaman her zaman o kadar ağır anatomi, patoloji kitaplarına kapanıp durmadan dinlenmeden çalışırlar. İlmî kitapları ezberleyerek her şeyi öğrenirler, tam bir nazarî bilgi ile teçhiz edilirler. Fakat tatbikata gelince, hafif bir isilikten ibaret kızartıya kızamık der çıkarlar.
Çünkü pratiği başaramazlar. Zira zordur. O narin vücutları bu kadar ağırlığı kaldıramaz.
Kadın, aynanın karşısına geçer. Saatlerce süslenir. Kadın anne olur. Kadın şiir gibidir; bir çiçektir. Çok eski zamanlardan beri nadide çiçek muamelesi görmüştür. Kadın çiçek, erkek böcekti. Böcek, bir süslü çiçekten bal almaya gelirdi. Fakat bir zaman oldu, çiçek böcek oldu. Kendi kendini yemeye başladı. Bundan dolayı, kadının en büyük düşmanı gene kendisidir.
Kadın belki her şey olabilir, yalnız doktor olamaz. Erkek doktor cemiyetle kaynaşır, ona intibak eder, cemiyette kolektif yaşar. Fakat kadın doktor, hisleriyle ve kendine mahsus hayatıyla mücerret kalır. Cemiyete intibak ettiği anda erkek olur. Böyle kadınlara erkek gibi kadın denir.
Kadınlar arasında dâhiler yetişmemiş değildir. Büyük âlimler, edipler, kâşifler vardır fakat büyük doktor yoktur. Kadın, yalnız anne olmalıdır. O doktorluğa intisap edecek yerde ressam, müzisyen, heykeltıraş, şair gibi büyük sanatkârlara ilham mevzu olsa daha uygun hareket etmiş olur.
Kadın, doktor olmaz, onu başaramaz, heves ettiği için tıp fakültesine girmiştir. Heves ettiği için doktor olmuştur. Bunu moda telakki etmiştir. Doktorluğun modaya benzemediğini doktor olmuş bayanlar pekâlâ bilir.
Batı memleketlerinde yapılmış öyle hesaplar, o türlü istatistikler vardır ki, bu istatistiklere göre bir tıp fakültesine 100 bayan müracaat etmiş, bunlardan ancak 5 tanesi doktor olabilmiştir. Bu doktor bayanların da akıbetleri meçhuldür. Belki de evlenip doktorluktan vazgeçmişlerdir.
Karısı doktor olan bir adam bir Anadolu köyünde oturuyor; gece yarısı kapı çalınıyor, bu adamın karısına yarım saat uzakta bir hasta bulunduğunu haber veriyorlar ve kendisini davet ediyorlar; kocası bu kadını yalnız bırakır mı? Bu kadın, kocasını evdeki çocuğunu çoluğunu bırakır da o hastaya gidebilir mi?
Kadın, doktor olamaz, olmamalıdır da. Bu meslek onun nazik bünyesini, bedenini yorar. Alnında erken kırışıklıklar peyda eder. Her zaman bir sanatkârın hayalinde canlandırdığı ve ondan ilham aldığı kadın, o sanatkârın gözünde, eli bıçaklı, kadavra başında bir kasap gibi nasıl tecessüm edebilir?
Kadınlar tıp eğitimi almamalı, hekim olmamalı
Sonuçta, jüri üyelerinin oylarına göre, bire karşı altı oyla Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi ekibi tartışmayı kazanır: " Kadınlar tıp eğitimi almamalı ve hekim olmamalıdır".
Jüride sekiz kişi vardır. Oysa çıkan oy yedi tanedir. Bir kişi oy kullanmamış olabilir. Aynı tarihin diğer büyük gazetelerine baktığımızda ise, Cumhuriyet gazetesinde bu habere ayrılan yer çok küçüktür ve fotoğraf yoktur. Bu gazetede de oylamanın sonucu, altıya bir olarak belirtilmiştir. Hürriyet' de ise böyle bir haber hiç yer almamıştır.
Ulus gazetesinde bu tartışmaya ilişkin iki görüş belirtilmiştir. Bunlardan birisi, gazetenin devamlı köşe yazarlarından, Feridun Osman Menteşoğlu'na ait. (3) Yazısının başlığı, "Kadınlar Kadın Olmalıdır". Menteşoğlu yazısında, erkekleri insan, kadınları ise insanlık dışı bir mahlûk olarak görür.
"Beşeriyetin sevgilisi ve anası; zekâ ve ferasetine, o her güzel işe zarif bir maharetle yaraşan bütün harika meziyetlerine rağmen ne yazık ki, modern meslekler karşısına muazzam bir eksiklik heyetiyle çıkmaktadır. Bu noksan kadına değil, tabiata aittir.
Kadının kuraklığı bir biyoloji meselesinden ibaret sayılmalıdır. Kadının ruhu aleyhine değildir. Tabiat tarafından mahkûm edildiği vazife bütün bir cihanı pembe bir şafak kokusu ile aydınlatmak olan zambaklardan lokomotif idare etmek nasıl istenebilir?
Üniversiteler arası münazara bu büyük mevzuun yalnız bir dilimini ele almıştır. Hâlbuki diğer mühim meslekleri de aynı sualin tornavidası delik deşik etmektedir! Kadınlar hekim olmamalıdır da, mimar, mühendis, kimyager, avukat, havacı civacı olmalı mıdır? Hayır ve asla...
Öğretmenlik, hastabakıcılık (mecbur kalmadıkça) memurluk dışında ve şiddetli kahırlara tahammül, fikir taarruzu halinde şiddetli azimler isteyen yahut muhataralı olan meslekler, kadınları ilk elemede bırakıp geçmiştir. Bunda bir ilim kabiliyetinin muvaffakiyetsizliğini onlardan evvel biz reddederiz.
Fakat neye saklamalı, yukarıda sözü geçen biyoloji kaderi kadında daima fikrin eteğini çekmektedir. Acaba eski atasözlerinin kastettiği "kısa etekli" bu şanssızlığın mecazi tarifi miydi? Herhalde bildikleri bir şey varmış!
Sokrat'ın içtimai hayvan dediği insanlar topluluğundaki isyankâr hükümranlığı, kadınları bütün latif harikaları ve korkunç hicranlarıyla geçilmez bir Ergenekon'un öbür tarafında bırakmıştır. İnsanlara-erkekler demek istiyorum- ister adi; ister realist deyiniz; fakat yüksek mühendis hanımda plandan evvel onun tenasübündeki hendeseyi arıyorlar, bayan mimarında mühim tarafı kendi mimarisidir...
Kadında yardım fikri daha kuvvetlidir. Kadın, zariftir. Kadın bakımı sever; en iyi ve en güvenli hayat arkadaşıdır... Ancak mekândan çıkardınız mı veya onu tahdit etmediniz mi bunların etki alanı genişleyip dağılıverir! En iyisi kadın evinde müşfik, zarif, hassas, bakıcı ve yaratıcı olmalıdır ve öyle oluyor."
"Ölü fikirler kazanmaz"
İsminin sadece baş harflerini veren (A.S) ise, bir ölçüde bu tartışmanın anlamsızlığını dile getirir: (4)
"...Kadınlar hekim olmalı mı?... Gelin sözbirliği edelim: olamaz, olmamalılar, diyelim. Bakın bu sözbirliğimiz yürüyen hayat karşısında metelik eder mi? Hem de olmamalı diyen, fikri beğenilen, bu fikri savunan tıbbiyelilerin kazanması karşısında.
Siz de bilirsiniz, ben de bilirim ki, bu tartışmada kazanan fikir değil, savunan gençlerin seçtikleri savunma yolları, konuşmalarındaki güzelliktir. Yoksa kadın hekim olmalıdır, olmamalıdır konusu konuşulurken 'olmamalıdır' fikrinin kazanmasına imkân var mıdır?
O gün Ulus'ta çıkan ve gazetenin birinci sayfasını süsleyen resimlere lütfedip bir bakın, resmi dolduran gençlerin dörtte ikisinden çoğu kız öğrencidir. İster olmalı, ister olamamalı deyin; onlar hekim oldular. Hekimliğe başladılar. En az erkek arkadaşları kadar görev aldılar ve en az erkek arkadaşları kadar muvaffak oluyorlar.
Misal mi istersiniz, 'bu olmalıdır' fikrini savunup kazanan delikanlılar yarın histoloji dersine girdikleri zaman karşılarında Profesör Kamile'yi (Kamile Şevki Mutlu) bulacaklar. İstanbul'daki arkadaşları, iç hastalıklarını öğrenmek için Bayan Müfide'nin (Müfide Küley) derslerini dinleyecekler. İç hastalıkları, dış hastalıkları, göz hastalıklarında kendilerine kalfalık edecek olan asistandan, baş asistandan, doçentlerden çoğu bu 'olmamalıdır' diye savundukları fikrin canlı yalancısı kızlarımızdır.
Hayat yürüyor. Ölü fikir kazanmaz. Kızlarımız hekim oldular, bundan sonra da olacaklar ve memleket onlarla öğünecektir".
Kızlarla erkekler arasındaki bu tartışmanın sonucuna, tıp fakültesinde öğrenci ya da uzman doktor olan kadınlardan tepki gelmemesi ilgi çekicidir. Belki de tartışmayı ciddiye almadılar. Kim bilir...
Referanslar:
1. Nil Sarı, "Osmanlı Sağlık Hayatında Kadının Yerine Kısa Bir Bakış", Sağlık Alanında Türk Kadını, Editör: Nuran Yıldırım, Novartis'in Türkiye Cumhuriyeti'nin 75. Yılına Armağan kitabıdır. İstanbul, Mayıs 1998, s.465.
2. "Kadınlar Hekim Olmalı mıdır?", Ulus, 10 Nisan 1949, s.1-3.
3. Feridun Osman Menteşoğlu, "Kadınlar Kadın Olmalıdır", Ulus, 12 Nisan 1949, s.2.
4. A.S., "Kadınlar Hekim Olmalı mı?", Ulus, 13 Nisan 1949, s.2.
Jüride Yer Alan Kamile Mutlu'nun 1949 yılına Kadar Tıbba Katkısına Bir Göz Atalım: 1933'de Berlin Tıp Fakültesine eğitim amacıyla gitti. Orada patoloji kürsüsünde iki yıl çalıştı. 1934'de Almanya'da bugün de Şevki Metodu diye anılan bir metot (böbreküstü bezi medulla bölgesindeki kromaffin hücrelerinin sitoplâzmalarındaki özel kromaffin granüllerini ortaya çıkaran yeni bir teknik) geliştirdi. 1935'de İstanbul'a döndü ve Türkiye'nin ilk kadın patoloji uzmanı oldu. Aynı yıl Ankara Numune hastanesine patoloji uzmanı olarak atandı ve buraya yeni bir patoloji laboratuvarı kurdu. Bu laboratuvar kısa sürede Anadolu için bir referans laboratuvar durumuna geldi. 1945'de Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji kürsüsüne ilk kadın profesör olarak atandı.
Kaynak: Yasemin Oğuz, Esra Atabenli, Meral Tekelioğlu, "Türkiye'nin ilk kadın tıp profesörü: Kamile Şevki Mutlu (1906-1987)", Sağlık Alanında Türk Kadını, Editör: Nuran Yıldırım, Novartis'in Türkiye Cumhuriyeti 75. Yılına Armağan Kitabıdır, İstanbul, Mayıs 1998. (FS)