Haberin İngilizcesi / Kürtçesi için tıklayın
Anadolu!
Güzel ama adından başka hiçbir kadınsı özellik taşımayan bir ülkede yaşıyoruz.
Bu topraklarda her şey –belki de birçok ülkede olduğu gibi- erkeksi. Taşra ve aşiret kültürünün sosuyla pazarlanan, muhafazakârlık etiketiyle önümüze sunulan ve görünürde, iş lafa kaldığında kadına değer veren bir erkeksilik bu: Ancak, kadın doğurduğu, ana olduğu zaman değerli.
Hatta zaman zaman tek doğumun yetmediği, sayının artması gerektiğinin dile getirildiğini de duyuyoruz. Oysa biliyoruz ki kadın hiç doğurmadan da herkesin annesi olabilir. Aslında bu tespit bile hatalı: Taşralı, maço, ataerkil erkeksilik için değerli olmak istiyorsanız doğurmaktan, ana olmaktan fazlasına gerek var: Aidiyet!
Eğer ana olmuş kadınlar, bizim analarımız değilse o kadar değerli ve yüce varlıklar değil. Abarttığım sanılmasın, kabaca bir çerçeve içine almaya çalıştığım tablodaki gibi bir erkeksiliğin kadınlara bağışladığı onca erdem, soylu yakıştırmalar cömertliklerinin bir kanıtı olmaktan çok, bu taşralıların sadece kendi aşiretlerinin kadınlarına bahşettiği, -ötekileştirdiği diğerlerinden esirgenen- bir ayrıcalıktan ibaret…
Kadın dendiğinde akla ilk gelen, daha doğrusu kafamıza vurula vurula dank ettirilen, gözümüze sokulan –cisminden fazla yer yakan- neredeyse sadece dişilere bakılırken kullanılan bir kavramla karşılaşıyoruz: Bu sihirli kavramın adı ahlak; daha doğrusu kadın ahlakı.
Toplumsal ve vicdani yönü ihmal edilen, kadınların boynuna yular geçirmeye yarayan bu ahlaka yakından bakarsak, bu kavramın yarısının dini kurallar ve geleneklerden, diğer yarısınınsa yasaklardan oluştuğunu görürüz.
Tabii –namus diye adlandırılan- yasakların çoğu kadınlara yöneliktir ve bu iki yüzlü kavram aslında kadınlara sahip olmanın, onları erkek boyunduruğuna almayı hedefleyen taşralı, erkeksi bakış açısına –sözde- ahlaki bir temel oluşturur.
Unutmayın, cinayet kötüdür ama namus cinayeti –bırakın toplumsal hoşgörüyü, kanunlar nezdinde bile- mazur görülebilir. Namus dediğimiz bu şey çoğu kez kadınlara yönelik bir yasaklar manzumesidir. Öyle ki, kadında namussuzluk (!) sayılan eylemler, nedense erkekte bir meziyet olarak görülür.
Kabul edelim: Ülkemizdeki kadına yönelik şiddet, namus (!) cinayetleri, ekonomik eşitsizlik gibi sorunların çözülmesinde kadınların da yapacağı şeyler de var: Evet kadınlar bizi emzirip severler ama akıllarımıza dokunmazlar. Akıllarımızı biçimlendirmek hep babalarımıza bırakılmış bir iştir. Bu değişmeli.
Kadının en dramatik, hatta buna trajikomik diyebiliriz, sorunlarından birisi, onlarla ilgili davranış normlarının, ahlaki değer yargılarının tümünün erkekler tarafından konması değil midir?
Tek tanrılı dinlerden beri, Tanrı da Allah da Peygamberler de hep babadır. Kadına yönelik şartlandırmanın böylesine güçlü, binlerce yıllık bir geçmişi olduğunu kabul etsek de kadınların bu döngüyü kırmaya çalışmaları gerektiği ortadadır.
Evet, kadının hapsedildiği hücrenin sol duvarı erkekler, sağ duvarı din, arka duvarı ahlak tarafından inşa edilmiştir ama ön duvarının da kadının kendi öz bilinci tarafından oraya yerleştirildiğini unutmamalıyız.
Kadınlar kendilerine erkek gözü ve gözlüğüyle bakmaktan vazgeçmelidir.
Kadınlar erkek emziren varlıklarken, her erkek son tahlilde kadın düşmanıdır. Bunu yakından gözledim. Bu düşmanlık her zaman cinayet ya da şiddet olarak ortaya çıkmaz. Toplumun her kesiminde, erkeklerdeki kadınlara yönelik küçümseme ve önyargılardan söz ediyorum.
Kadının özgürlük, eşitlik ve ne yazık ki yaşama sorununu çözememiş toplumların demokratik olması beklenemez. Bir ülkede ifade özgürlüğü yoksa, o ülke dünyada –kültür, bilim ve spor alanındaki başarılarıyla değil- en fazla gazeteciyi, politikacıyı hapsetmesiyle ünlüyse, o ülkede kadın özgür değildir; yaşamı sürekli tehdit altındadır.
Ne yapmalı? Kadının sorunlarının çözümünün ilk adımı sorunun farkındalığını arttırmak olsa da son tahlilde bu bir iktidar olabilme meselesidir.
Herkes özgürlükten söz eder ama özgürlüğü dudakta oyalamak yerine onu yutup içselleştirenlerin sayısı çok azdır. Özgürlük su gibidir, bölünemez ve her gün yeniden kazanılır.
Bu açıdan kadınların işi çok daha zor. Onlar bir de erkeklerle mücadele etmek zorundalar. İki cephede zafer kazanmak! Ne zor ama ne soylu bir kavga bu. (ME/APA)
* Görseller: Kemal Gökhan Gürses