Uğur Biryol'u önce "Birgün" gazetesindeki yazılarından tanıdım. Sonrasında da bianet'teki yazılarının okumaya alıştım. Bir yerde karşılaştık mı anımsamıyordum; ama Temmuz'un sonunda yolumuz kesişti. Tanışmamızı ise "bianet" sözü sağladı. İsimlerimiz birbirleriyle bu sözcüğün ardından gerçek ortamda tanıştı. Başka bir deyişle anahtar sözcük "bianet" oldu!
Arkadaşlarımla hep birlikte Çamlıhemşin'e gitmiştik. Ben ve bir arkadaşım biraz geride kalmıştık. İleride olanların aslında çok ileride olmadıklarını, eski ve ahşap bir "Fırtına Vadisi Evi"nin önünde oturan arkadaşımızı görünce fark ettik. "Çaynig" diye bir tabela asılıydı kenarında.
Arkadadaşım Çaynig'in önünde bir "kuli"ye oturmuş daha önce tanımadığım bir genç kadınla sohbet ediyordu. Merhabalaşıp bir de içeri girdik. Biraz karanlıkça ama genişçe bir mutfağa benziyordu girdiğimiz yer. İçeride ise başındaki özel "puşi"siyle bir "hemşin kadını" bir masanın başına geçmiş, önündeki sininin üzerinde "etli karalahana dolması" sarıyordu. Bir genç kız da ocağın başında bardaklara çay dolduruyordu. Uğur tam orta yerdeydi. Tanışır tanışmaz kucaklaştık.
Sabah yola çıkarken bugün burada da tanıdığım birileriyle karşılaşacağımı arkadaşlarıma söyleyince, "hadi canım burada da mı" diyerek bana gülmüşlerdi.
Uğur Biryol'la tanışınca onlara dönüp "dakika bir gol bir" dedim, gülüştük.
Evin arka tarafındaki terasta oturup muhabbeti koyulttuk. Önce bianet üzerine başlayan sohbet giderek Fırtına Vadisi'ne döndü. Yörenin "çocuğu" Uğur Biryol yalnız güzelliklerden değil, bizim de çok iyi bildiğimiz sorunlardan söz etti. Ama o sıralarda hemen hemen baskıdan çıkmak üzere olan kitabından söz etmedi.
Kitaptan bu hafta içinde haberdar oldum. Elime alınca aklıma onun da kitabın girişinde adından söz ettiği arkadaşım Adnan Genç'in geçen yıl yayınlanan "Hemşin" kitabı aklıma geldi. Eskiden beri çok önemsediğim yaşadığımız bu coğrafyanın farklı yerlerini anlatan, bir anlamda tarihe silinmeyecek bir iz bırakan "yerel monografi"lerin yazılması işinin bir başka, üstelik de tanıdığım bir yazar tarafından yapılması çok hoşuma gitti.
Bulut Olmak
Biraz daha batısından olsa da ben de "Karadeniz çocuğu"yum. Karadeniz'in yaylaları bana da yabancı değil. Oradaki eski yaşamı kıyısından köşesinden de olsa bilir, bazı söyleyiş biçimlerine aşina sayarım kendimi.
Oralarda bulutlar aşağıya iner akşamları. "Duman" derler. Yüksek yaylalardaysanız hemen her akşam birdenbire kaplar ortalığı. İki adım ötenizi göremezsiniz içine girince. Önce bir ıslaklık sarar her yanınızı, sonra kaybolursunuz. Seslenirsiniz sesiniz bile bir başka çıkar.
Bir "sis" değildir o "duman"dır, ateşi olmayan. Tersine "su"dur, çünkü "bulut"tur! Bulut olursunuz, ona karışınca.
Bu hali yaşayanlar ya da bilenler için Uğur'un kitabının adının "Kaçkarlarda Bulut Olsam" olması çok doğaldır. Belki de Uğur'un kitabı bu yüzden de yakaladı beni.
Bir solukta çevirdim sayfalarını, içeriğini okuyunca, onun o kısacık anda bize yaptığı rehberlik aklıma geldi. Keşke oraları dolaşmadan önce bu kitap yayınlanmış ve elimde olsaydı dedim, kendi kendime.
Gerçekten "içeriden bir bakışla" yazılmış, bir rehber olmanın ötesinde kimi etnografik, dahası kaybolma ya da unutulma olasılığı yüksek kimi bilgileri, olayları, unsurları anlatıyor olması, onu tarihe konulmuş bir not olma bağlamında da çok önemli kılıyor.
Bir rehber
Kitabın girişinde yer alan C. Birkan Yüksel'in yazdığı "Büyülü Rotalar, Güzel Hikâyeler ve Bir Gezginin Portresi" başlıklı yazıda "Devasa bir çeyiz sandığıdır Kaçkarlar. Doğu Karadenize tekinsiz ama göz kamaştırıcı elbisesini diken sonsuz kıvrımlarında, köyler, yaylalar, kasabalar, göller ve nehirler, eski zamanların değerli taşları gibi yan yana ve üst üste dans eder. Makrevis, Kavak, Mikron, Vice, Habak, Ortan, Çinçiva Hemşin dağlarının adına köy denilen asaletli masal ülkeleri... Cesaret edip de duvarlarına dayarsanız kulaklarınızı, geride kalmış yılların kalabalığını özleyen, gelmeyen ve yalnız bırakan gurbetçilere sitem eden sızılı iç geçirişleri işitirsiniz. Evler ve konaklar terk edilmişliği fısıldar Kaçkarlarda. Zamana direnmeyi ve umudu. Elinizdeki kitap, bu görüntülerin ve öykülerin harekete geçirdiği gezerlerin, yıllardır anlamaya ve tanımaya gayret gösterdiği bir yeryüzü cennetinin, Kaçkarların yol haritasını sunuyor bizlere" diyor.
Kitap tam da bu yüzden öncelikle Kaçkarları anlatan bir rehber olarak nitelenebilir: Fırtına Vadisi'nin iki yanında gezilecek, görülecek yerlerin, buralara ait rotaların, o rotaları izlerken görülecek olan güzelliklerin bilgisini veren bölümleri var.
İnsanı ve yaşamı anlatmak...
Bu bağlamda bu vadide yaşamın temel unsurlarını da farklı başlıklar altında, temel özellikleriyle, ama içinde onları "insani kılan" öznellikleriyle birlikte anlatılmış.
Vadiye ilişkin bazı bilimsel bilgileri de kitaptan edinmek mümkün ve bunları bilmek aslında vadiye yapılmak istenenlere, bölge insanının itirazını anlamak için yeterli.
"Kaçkarların Can Damarı Buzul gölleri" bu güzelliklerin arasında diğerlerinden biraz daha öne çıkan unsurlar arasında yer alıyor. Çok sayıdaki göl fotoğrafları, onları gerçekten görmeyi isteme duygusunu kışkırtıyor.
Tarihsel yapılar, örneğin birkaç hafta önce benim de bu sayfada dile getirdiğim Zil Kalesi başka boyutlarıyla ve biçimde anlatılmış.
Yaşam alanlarının en önemlilerinden olan "konaklar" tarihsel olanları ayrı anlatılacak şekilde pek çok unsuru ve özellikleriyle, onların içinde geçen kimi yaşanmışlıklarıyla kendisine yer bulmuş.
Bu vadide yaşamın pek çok boyutu ve unsuru var. Vadinin iki yanındaki yamaçlardaki insanlar bulundukları yerin, bölgenin, hatta bahçenin bir parçası ve onunla bütünleşen özelliklere sahip. Sevgili Uğur bunları da hem kalemiyle hem de fotoğraflarıyla dile getiriyor kitapta.
Özellikle "Hemşinliler"den söz ediyor. Adnan Genç'in yukarıda söz ettiğim kitapta başka boyutları ve yönleriyle anlattığı insanların benzerlerini, bu kitapta Biryol'un gözünden okumak olası.
Kitabın son bölümünde ise yine "Lazların ve Hemşinlilerin" yaşamlarının olmazsa olmaz bir parçası olan "Tulum" ve o tulumun "yanık" sesine "Samistal'in sarkaşi, beyaz parlar her taşi/Kiminin söyler güler, kiminin akar yaşi" diyerek başka anlamlar katan "türkü"ler var.
Bunlara ek olarak kitabın son bölümünde yer alan "Çamlıhemşin Mahalli Sözlüğü" ise aynı zamanda araştırmacıları da kitabın olası okurları yapacak bence.
İçerik ve biçim
Kitabı okurken sadece iki noktaya takıldım: Bunlardan ilki kitabın boyutları, ikincisi ise baskı kalitesi. Özel bir kâğıt kullanılması çok güzel olmakla birlikte, kitap şu andaki boyutlarına göre daha büyük boyutta olsaydı çok daha albenili bir kitap olabilirdi.
Baskının daha parlak ve kalın bir kağıda yapılması da bence içeriğini daha görünür kılardı. Diğer yandan kitapta hepsi de Uğur Biryol'a ait olan fotoğraflar biraz daha büyük ve görsel bakımdan da etkileyici biçimde işlenerek basılsaydı çok daha iyi olurdu.
Tüm bunların gerçekleştiği ve belki de bir daha yeniden yayınlanmayacak bir "Kaçkarlar'da Bulut Olsam" kitabının, "kitap koleksiyoncuları" açısından da edinilmek istenen ve özendiren dolayısıyla onu başka bir değer içeren bir "yapıt" haline getirirdi diye düşündüm.
Kuşkusuz tüm bunlardan biraz da kitabın olası satışı ve erişilmesi göz önüne alınarak vazgeçildiğini öngörmek de olası. Ne yazık ki bizim ülkemizde yayıncılık da "ekonominin dolayısıyla piyasanın kurallarına göre şekillendiriliyor.
Yine de bu kitabı "Fırtına Vadisinde yaşayan, yaşamış ve bu coğrafyayı sevenlerin" kütüphanelerinde bulacağımızdan eminim.
Dahası oralara gitmek isteyenlerin gitmeden önce okuyacakları, hatta giderken yanlarında götürüp hem okuyup hem de orada anlatılanları görecekleri ve yaşayacakları bir "rehber"e dönüştüreceği de açık.
Sevgili Uğur, emeğine yüreğine sağlık.
Bu coğrafyayı sevenler olarak teşekkür ediyor, yeni yapıtlarını bekliyoruz.(MS/GY)
*Uğur Biryol, Kaçkarlarda Bulut Olsam, Phoenix Yayınevi, Haziran 2011, 252 s.