*Ingmar Bergman'ın "Persona" filminden
İyilik nedir? İyi kime ya da neye denir? İnsanların kendileri midir iyi olan yoksa davranışları, şu varlığı kendinden menkul hayatta söyleyip yaptıkları mı? Yoksa bir çeşit matematiksel hesaplamanın ürünü müdür birinin iyi olduğuna karar verişimiz? Yaptığı iyilikler ağır basıyorsa eğer iki kefeli terazide, hemen iyi mi ilan ederiz o kişiyi, her kimse?
İyilik...
En az insanlığın kendisi kadar eski, en az insanın kendisi kadar kavraması, hakkında yargıya varması zor bir kavram...
İkili karşıtlıklarla düşünmeye, hayatı öyle anlamlandırmaya alışmış insan beynindeki Kabil'in Habil'i...
Siz, mesela... Siz iyi biri misiniz?
Ya da ben... Ben iyi biri miyim?
Çoğunluk öyle düşünüyor sanırım. Ya da en azından kötü olmadığıma hemfikir gibiler. Ya da benden bir zarar gelmeyeceğine... Olur da eskaza zarar vermeye kalksam da kötülüğümün onlara ulaşamayacağına... Ateş olsam cürmüm kadar bile yer yakamayacağıma...
Ben iyi biri değilim oysa.
Bir süredir değilim.
Eğer her türlü kimlik ve etikette olduğu gibi burada da bir sıfatı, bir kavramı insanın önce kendi kendisine yakıştırması ise ön koşul, hayır, ben iyi biri değilim. Hiç olmadım diyemem. Ama artık değilim.
Başkalarının kötülüğüyle, size yaşattıkları ile başa çıkmak nispeten daha kolaydır. Mağdur olmak, başkasının zarar verdiği, kötülük yaptığı masum insan olmak, böyle hissetmek, buna inanmak birlikte yaşaması, birlikte var olması daha kolay bir duygudur çoğu zaman.
Suçlanacak biri vardır sonuçta ortada. Sorumluluk onundur. Siz ise başa gelen neyse onu çekersiniz, belli belirsiz bir mağrurlukla...
Peki ya tam tersiyse? Peki ya kötü olan sizseniz? Yaptıklarınızı terazinin iki kefesine dağıttığınızda aldığınız sonuç pek de iç açıcı değilse?
Ve kabul ediyorsanız bunu... Kötü biri olduğunuzu yani... Sevdiğiniz insan(lar)ı bile isteye kırıp döktüğünüzü, varlıklarından bihabermişçesine yanlarından hiçbir şey demeden yürüyüp geçtiğinizi, arkanıza bile bakmadan çekip gittiğinizi... Ya kabul ediyorsanız hayatınızın en büyük kötülüğünü size sadece iyiliği dokunan insan(lar)a yaptığınızı...
İnsan nasıl başa çıkar böyle bir duyguyla? Herkesin yeri geldiğinde, uygun şartlar oluştuğunda her türlü kötülüğü yapabileceğine, hatta bazen en büyük kötülüğü gözünü kırpmadan en çok sevdiğine yapabileceğine bizzat kendi yaptıklarını görerek kani olan bir insan bu gerçekle nasıl yaşar? Nasıl güvenir bir daha insanlara, en başta kendisine güvenmiyorken, kendi kendisinin iyi biri olduğuna inanmıyorken?
Güvenmez. Güvenemez.
Ve inanmaz iyiliğin varlığına. İnanamaz çünkü.
İyiliğin kaybından çok, iyiliğe inancın kaybı yakar canını.
Bir süre nefes alamaz. Uzunca bir süre...
Sonra...
Sonra zorunlu bir özgürlük gelir. Ağır bir hafifleme... Belli belirsiz bir mide bulantısıyla karışık bir iç rahatlaması...
İyiliğe inancı kalmayan bir insan ne bekleyebilir ki artık bu hayattan? Bu hayatta ne korkutabilir onu? Ne şaşırtabilir? En fazla ne gelebilir ki başına? Görüp görebileceği en kötü şey bile çıksa karşısına kendi yaptıklarını hatırlayıp nasıl kızabilir tüm kötülüğüyle karşısında duran o her kim ya da neyse?
Kızmaz. Kızamaz. Kızma hakkı görmez çünkü kendisinde.
En ağır yargılamayı, en ağır cezayı kendisine ayırmıştır çoktan, kendi kendini yargılamış, kendi cezasını yine kendisi kesmiştir, bunun ne kadar ikiyüzlü bir tavır olduğunu ta derininde hissederek.
En azından yargısız infaz yapmadığını düşünüp avunur. En ağır cezayı aldığına göre de adalet bir şekilde yerini bulmuştur.
Bununla yetinmiyorsa da bu sefer hayat sürekli kendi yaptığı kötülüklere karşı adalet dağıtılan bir yer haline geliverir.
Bir kere kötülük yapmıştır ya, artık her türlü kötülüğü hak ediyordur. Karşılaştığı her olumsuzluk, her haksızlık içten içe mazoşist bir zevk verir ona. Çünkü tüm bunlar zamanında yaptığı her neyse onun karmasıdır yalnızca, böyle bakar hayata, böyle yaşar.
Normalde inanmayacağı şeylere inandırır hayat onu. Kendisine, kendi kötülüğüne düşman kesilirken bir yandan da başkalarıyla, başkalarının kötülüğüyle barışır farkında olmadan.
Zordur böyle hissederken kendisine saygısını koruması, kendi değerine olan inancını içinde diri tutması. Belki de bu yüzdendir insanlardan saygı ve değer görmeyi beklememesi, bu beklentiyle iki yabancı oluvermeleri.
(AK/AÖ)