Hem bugün hem de gelecek için Türkiye kapitalizmi, 2,5 milyona ulaşmış işsiz ordusunun, 3 milyonu bulan kaçak işgücü ordusunun ve 3,5 milyonu bulmuş yarı- kaçak işgücünü tepe tepe kullanıp bunun üzerinden sermaye birikimi çarkını sürdürmenin telaşı içindedir.İstihdam ve işsizlikle ilgili DİE'nin yayımladığı son veriler, özellikle kentlerde işsizliğin, kaçak işçi çalıştırmanın, işgücü istismarının vardığı boyutlar konusunda oldukça uyarıcı sinyaller içerirken, ucuz emek gücüne dayalı bir modelin neredeyse resmi bir yaklaşım haline geldiğine dair de güçlü ipuçları veriyor.Ucuz işgücünün yanı sıra, dışarıda rekabet gücü bulmanın aracı olarak düşük döviz kuru kullanılmaktadır. Bu tehlikeli aracı kullanmak, bir yandan Türkiye'yi yeni bir dış borç krizi belasına sürüklemekte ama en çok da yine emek gücü ile geçinenlerin başına çorap örmektedir. Tıkanma ise ABD'nin Ortadoğu senaryolarına yarayacaktır.
Kent işsizliği artıyor
Verilerden anlıyoruz ki, kentlerin emek pazarına daha çok yığılma var. İşgücü arzı artıyor. 2003'te 13 milyon olan kentlerdeki işgücü arzı, 2004'te 13.8 milyona çıkmış. Ekonomi büyüyor, bulutlar dağılıyor havası basıldıkça, iş bulmaktan umudunu kesenler, gençler, kadınlar, çocuklar, emekliler iş umuduyla emek pazarına çıkmışlar ve 1 yılda işgücü ordusu yüzde 5.4 kalabalıklaşmış. Bu sadece kentlerde 707 bin kişi demek. Peki kaçı iş bulmuş bunların? Cevap:504 bini . Yani mevcut işsizlere 203 bin kişi daha eklenmiş. Böylece kentlerdeki işsiz sayısı 1 milyon 837 bine ya da çalışmak isteyenlerin yüzde 13.3'üne çıkmış. Bir yılda işsiz sayısı 1.6 milyondan 1.8 milyona çıkmış kentlerde...
Genç nüfus arasında işsizlik ise yine büyümüş ve yüzde 25'e dayanmış.
Özetle, 2004'te yüzde 10'a vardığı söylenen ekonomik büyüme, ancak yüzde 4 dolayında istihdam artışına yol açmış ve yüksek büyüme temposuna karşın kentlerde işsizler ordusu yüzde 12 daha büyümüş ve işsizlik oranı da yüzde 13'ü geçmiş.
Kaçak istihdam
Veriler bir başka çarpıklığı ve vahameti daha gözler önüne seriyor. O da şu: 2004'te piyasada iş arayan 700 bin kişiden iş bulmuş görünen 500 bin kişi de ancak kayıt dışı işlerde ekmek bulabilmişler... Yani sigortasız, vergisiz çalıştırılan işyerlerinde.
Bilinen bir gerçek var: Büyük işyerleri yeni istihdam yaratmıyor, tersine makineleşerek emekten tasarruf ediyorlar. Yeni istihdam yaratanlar ise daha çok 10'dan az işçi çalıştıran atölyeler, şantiyeler, ticarethaneler, turizm sektörü. Bunlar da sigortasız, kaçak işçi çalıştırma alışkanlıklarını genişletiyorlar. O kadar işsiz var ki, "iş mi istiyorsun, gel çalış ama sigorta yok" diyerek işe alıyorlar ve sezonluk işler bitince de kapının önüne koyuyorlar ya da kaçak çalıştırmaya devam ediyorlar.
Kaçak çalıştırılan ya da güvencesiz çalıştırılanların sayısı 3 milyonu aşmış görünüyor. Bunların 2 milyonu "enformel sektör" de denilen şirketleşmemiş işyerlerinde . Ama, şirketleşmiş formel sektörde de 1 milyon kaçak ücretli var.
Formel ya da şirketleşmiş sektör ve kurumlarda 10 milyon dolayında istihdam görünüyor ve bunların 7,5 milyonu ücretli. Bunların 2,5 milyonunun memur ve diğer kamu çalışanı yani kaçak çalıştırılmayan olduklarını düşünsek ve 1 milyonunun formel sektörün kaçak istihdamı olduğunu hatırlasak, ülke genelinde 4 milyon kayıtlı özel sektör çalışanına karşılık 3 milyon kaçak çalıştırılan gibi korkunç bir sonuca ulaşırız. İşte bunun sonucudur ki, sosyal güvenlik sistemi çöküyor ve vergi sistemi dikiş tutmuyor.
Çalışana tehdit
Bu fotoğrafın bir başka tür okuma yolu şudur: 4 milyon kayıtlı çalıştırılanın tepesinde 3 milyon kaçak çalıştırılan ve 2,5 milyon işsiz (dörtte üçü kentlerde) kitle baskısı var. Böylesi bir tehdit altında iseniz, işinizi kaybetmemek için çok itaatkar, çok kanaatkar ve "uysal" olmak durumunda hissedersiniz. Türkiye'de işgücünü satarak geçinenler, ne yazık ki, bu duruma düşürüldüler ve gidişat biraz daha vahim görünmektedir.
Yarı-kayıtlılar
Devlet memurlarıyla birlikte "sigortalı-kayıtlı" görünen 6,5 milyon nüfusun, önemli bir kısmının ise "yarı-kayıtlı" olduğunu anımsatmalıyız. SSK verilerine göre, 5,5 milyon SSK'lının yüzde 60'ı "asgari ücretten" sigortalanmış. Yarı-kayıtlılık budur. Yani, işverenler, çalıştırdıkları ücretlilerin yüzde 60'ı için "yasak savmışlar", kaçak çalıştırmamışlar ama "asgari ücretli gösterip sigorta priminden ve vergiden kaçınmış, daha doğrusu katrilyonlarca TL'yi kaçırmışlardır.
Devlet politikası
Peki bu 3 milyon kaçak istihdamı, 3,5 milyon eksik sigortalı beyanını devlet, resmi makamlar bilmiyorlar mı ? Tabii ki biliyorlar ama bu vahşileşen işgücü sömürüsü artık örtülü bir devlet politikasıdır. Hamasi kayıtlı çalışma, kayıt-dışına karşı savaş nutuklarına karşın, resmi yetkililer ve işveren örgütleri de biliyorlar ki, Türkiye kapitalizmi, dış dünya ile rekabet edebilmenin teknolojik imkanlarını, fırsatlarını ıskalamıştır, elinde temel olarak ucuz, maliyetsiz, itaatkar, örgütsüz, sinmiş, ürkek işgücü avantajı kalmıştır.
Türkiye kapitalizmi, bu "rekabet gücü"ne geçici de olsa düşük döviz kuru aracını da eklemiştir ama birazdan ayrıntısına gireceğimiz gibi, bu döviz kaldıracı kendi içinde daha büyük belaları büyütmektedir. Ama hem bugün hem de gelecek için Türkiye kapitalizmi, 2,5 milyona ulaşmış işsiz ordusunun, 3 milyonu bulan kaçak işgücü ordusunun ve 3,5 milyonu bulmuş yarı- kaçak işgücünü tepe tepe kullanıp bunun üzerinden sermaye birikimi çarkını sürdürmenin telaşı içindedir.
Ucuz dolar, ücretliye yük
Ucuz işgücünün yanı sıra, dışarıda rekabet gücü bulmanın aracı olarak düşük döviz kurunun kullanımından söz ettik. Bu tehlikeli aracı kullanmak, bir yandan Türkiye'yi yeni bir kriz belasına sürüklemekte ama en çok da yine emek gücü ile geçinenlerin başına çorap örmektedir. Şöyle ki:
Birincisi TL'nin aşırı değerli tutulması, ucuz dolar, özellikle orta ve büyük işletmelere, makine yoğun yatırım fırsatı sunmakta, böylece emek gücünü daha az, ama makineyi daha yoğun kullanan yatırım tercihleri ile "verimliliği artırmak" adına emeğin alanı daraltılmaktadır. 2001 krizinden bu yana izlenen yol budur. Bir yandan işyerinde işin yeniden örgütlenmesi ile istihdam azaltılmakta, bir yandan da makine yatırımı ile emek dışlanmaktadır.Dış borç krizi ve ABDİkincisi, ucuz dolar ithalatı artırmakta, yerli piyasadan girdi ve ara malı talebini düşürmekte, ithalatla ikame edilen yerli üretim bu durumda kepenk indirmekte, kapasite azaltmakta ve ilk elde de işçileri kapı dışarı etmekte.
Üçüncüsü, ucuz dolardan emeğin gördüğü bir başka zarar, yurtdışına sermaye ihracı şeklinde gelişmekte. Doları buradan ucuza alan, onu, doların yüksek değer gördüğü ülkelerde yatırıma, mal-mülk alımına dönüştürmekte, dolayısıyla içeride istihdam yaratması olası sermaye, iş bekleyeni yatırımsız bırakarak dışarı akmaktadır.
Ucuz dolar siyaseti, kabağın ücretli sınıfın başına patlamasına neden olurken, bu hovardalık, bir başka çorabı başımıza hızla örmektedir. Çünkü bu ucuz dolar siyaseti, alttan alta dış borç stokunu büyütmekte, sıcak para girişi ile düşük seyreden dolar siyaseti, dış borç stokunun 160 milyar dolara çıktığına işaret etmektedir. Bu borcun geri ödenememesi, çevrilememesi ihtimali güçlenmekte ve hızla Türkiye'yi bir krize sürüklemenin eşiğine taşımaktadır. Ekonomik krize sürüklenme acizliği, Türkiye'yi hızla yeniden IMF'ye, oradan da onu kontrol eden ABD'ye muhtaç duruma düşürecek görünmektedir. ABD ise sıkışmış Türkiye'yi ellerini ovuşturarak beklemekte ve Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) projesindeki rolünü kayıtsız şartsız kabullenmesinin işaretlerini almaktadır. (MS/TK)