“Bu dünya sofraya herkesi davet eden, ama çoğunluğun suratına kapıyı kapatan, aynı zamanda da eşitleyici ve eşitliksiz bir dünya: Dayattığı düşüncelerde ve alışkanlıklarda eşitleyici, sunduğu fırsatlarda eşitliksiz…”
Eduardo Galeano
Yasin Abaziid (22), Muhammet Mahamit (33) ve Ömer Tötenci (22) Suriye’den geldiler. Savaşa birebir tanık oldular. “Yurt” diye benimsedikleri Türkiye’de “mülteci” olmaktan, isimlerinin başına “Suriyeli” diye eklenmesinden hoşlanmıyorlar. Akıllarında eski hayatları ile şimdi İstanbul’da hayata tutunuyorlar.
Ayrı hayatları ayrı hikâyeleri var. Ortak noktaları ise savaştan kaçmaları ve savaşı istememeleri. Bir iki yıldır İstanbul’da yaşıyorlar. Para kazanmak için buradalar. Abaziid ve Tötenci’nin düzenli bir işi var ancak Mahamit çalıştığı yerden parasını alamayınca işten ayrılmış. İş bulamadığı için şimdilerde evinde Türkçe öğrenerek geçiriyor zamanını.
İsimleri ya "mülteci" ya "Suriyeli"
Aslen Arapça isimlere sahip olan Yasin (Manhal), Muhammet (Muhamad) ve Ömer’e (Nemer) çalıştıkları yerlerde patronları ya da arkadaşları tarafından daha kolay anlaşılmak için Türkçe isimler veriliyor. Ancak bu yine de insanların onlara “mülteci” ya da “Suriyeli” diye seslenmelerini önlemiyor.
“Biz burada mülteci değiliz. Çünkü çalışıyoruz, paramızı kendimiz kazanıyoruz. Mesela Suriye’den Almanya’ya gidenlerin evleri bedava, para da alıyorlar. Biz burada devletten para almıyoruz. İnsanlar ‘Suriyeli’ diye çağırıyor. Köpek gibi hissediyorum kendimi. Savaştan geldik, bizim yerimiz yok diye, böyle davranıyorlar.”
Daha önce birbirini hiç tanımayan 11 kişi, üç odalı bir evde kalıyor. Ancak hallerinden gayet memnunlar. Çünkü burada her biri diğeri için Suriye’de ki kardeşlerinin yerini alıyor. Abaziid ve Tötenci, Mahamit’e ev işi yaptırmadıklarını söylüyor ve ekliyorlar; “O bizim abimiz”
Abaziid, Türkiye’ye gelmek için önce Dera’dan Tartus’a geçiyor. Bir gece orada ağabeyi ve kuzeni ile kalıyor; “Hiç uyumadık bütün gece oturduk, askerler gelip alacak diye çok korktuk” diyor. Ertesi gün gemi ile Mersin’e geçiyor ve Türkiye’deki arkadaşlarından İstanbul’da iş olduğunu öğrenince İstanbul’a geliyor.
“Askere gitmek istemiyoruz çünkü bir kere girdin mi çıkamazsın”
Tötenci, Sahra Çölü’nden yürüyerek gelmiş Türkiye’ye. Annesi yaklaşık dört yıldır hapiste. Kimse nerede olduğunu, yaşayıp yaşamadığını bilmiyor. “Bin lira ver sana annenden haber getireyim”, diyen de oluyormuş ancak bu iş de ticarete döndüğü için işin aslından emin olamıyorlar. Annesinden umudu kesince Türkiye’ye geliyor. Tötenci, annesinin neden hapse alındığını şu sözlerle anlatıyor:
“Suriye’de telefonlar dinleniyor. Polisler dayımı arıyordu, dayım özgürlük için sokağa çıkanlardan. Bir gün telefonda onunla konuştu. Polisler hemen evi bastı. Ben de oradaydım. Annem beni pencereden kaçırdı. Kaçmasaydım askere alırlardı. Askere gitmek istemiyoruz çünkü bir kere girdin mi çıkamazsın. Kimseyi bulamayınca annemi aldılar ama benim için mi dayım için mi bilmiyorum.”
“Duvarın kulağı var”
Suriye’deyken evlerinde rahat konuşamadıklarından, sorunları dile getiremediklerinden bahsediyorlar. Çünkü “Duvarın yanında konuşma. Duvarın kulağı var” diye diken üzerindeler hep.Sonrasında da bu konuşamayan insanlar sokağa dökülüyor.
Mahamit, Suriye’de siyaset üzerine yüksek lisansını tamamlıyor, bir okulda memurluk yapıyor. Savaş sebebi ile evi de işi de elinden gidiyor. Türkiye’ye gelmek durumunda kalıyor. İdlib’e toplanan insanlar için; “Sonrasında ne olacak? O şehir bu kadar insanı kaldırmaz” diyor.
Suriye’de bıraktıkları aileleri için üzülüyorlar. Buraya gelemezler, ne iş yaparlar nasıl para kazanırlar diye endişeleniyorlar, orada da savaş var. İki türlüsü de çıkmaz yol. Savaşın biteceğinden umutları yok ama biterse ülkelerine dönmek istiyorlar. (MG/HK)
* Soldan sağa fotoğratakiler: Ömer Tötenci, Yasin Abaziid, Muhammet Mahamit.