Işık Yurtçu'yu kasvetli günlerin birinde tanımıştım.
12 Mart 1971 askeri darbesi uygulamalarından ben de çeşitli şekillerde nasibimi almıştım. Bunlardan biri de prodüktör olarak çalıştığım TRT'de işime son verilmesiydi. Çeşitli gazetelerde Koray Düzgören arkadaşımın önayak olmasıyla iş buldum. İşte bunlardan biriydi Yeni Halkçı.
Güner Samlı genel yayın yönetmeniydi, Işık Yurtçu da yazıişleri müdürü. Dış haberler de Ahmed Arif'in yönetimindeydi. Bana dostça kucak açtılar, oysa beni hiç tanımıyorlardı, fakat biliyorlardı. Hapisteki azılı (!) bir komünistin eşiydim ve işsizdim.
Beni istihbarat şefi yaptılar. Ayrıca haftada bir de köşe yazısı yazacaktım. Deneyimim radyo metni yazmak ve programlaştırmaktan ibaretti. Gazeteciliği onlardan öğrendim. O sıra Mamak Cezaevi'nde yatan tutuklular da bu deneyimimi yardımlarıyla güçlendiriyorlardı.
Yeni Halkçı, Erdoğan Tokatlı'nın sahipliğinde demokrat bir gazeteydi. Çalışanlara bakıldığında da o zamanın koşullarına göre kendilerine solcu diyen gençler haber peşinde koştururlardı. Tabii bu onları işe alan patron ve yöneticilerin bakış açılarıyla da ilgiliydi.
O karanlık dönemde işkencelerle ilgili yayın yapmak bayağı bir cesaret ve inanmışlık işiydi. Rüzgarlı Sokak ve Babıali'nin saygın gazeteleri sadece ima yollu haberler yapıyorlardı.
Böyle bir ortamda Yeni Halkçı, "İşkence Dosyası"yla parladı ve tirajı birden bire 20 binlere ulaştı. İşte Işık Yurtçu böyle bir gazetenin yazı işleri müdürüydü.
Işık Yurtçu, ağırbaşlı, ciddi ve saygılı bir yöneticiydi. İşini hiç aksatmaz, sayfa düzenlemelerinde yaratıcılığını sergilerdi. Onun döneminde Yeni Halkçı gündemin çok önemli konularını gün ışığına çıkarttı.
Günler süren İşkence Dosyaları yayını, Mamak zindanlarında yatan işkence gören tutukluların kendi anlatımlarıydı. Belki de ilk defa işkence olgusu bu yayımlar sayesinde dile getirildi.
Ölüm tehditleri alıyorduk. Bize koruma vermeyi önerdiler. "Peki bizi bu korumalardan kim koruyacak" diye şaka yapar gülerdik.
Hepimiz çok gençtik. Ahmed Arif daha tecrübeli ve yaşayıp o güne getirdikleri daha fazla olduğundan, bizim için çok endişelenirdi.
O zamanlar cep telefonu gibi teknolojik harikalar olmadığından, ev telefonlarının bile doğru dürüst çalışmadığı düşünülürse, her sabah iş yerinde buluşmak hepimiz için ayrı bir sevinç oluyordu.
Işık Yurtçu, terbiyeli o ölçüde de sevecen bir kişiydi. Oğlum iki üç yaşındaydı o sıralar. Bırakacak kimse bulamadığımda gazeteye getirirdim. Onunla çocuk olur, onca işinin arasında oyunlar oynardı.
Yurtçu ile görevimiz gereği elçiliklerdeki çeşitli davetlere giderdik. Artık aramızda olmayan sevgili Armağan Anar da bize katılırdı. O da Ajans France'ın muhabiriydi.
(Soldan sağa; Armağan ANAR, Işık YURTÇU, Sezi ANAR, Güner SAMLI)
O günün şartlarında bir gazeteyi yönetmek gergin sinirlerle zamana karşı bir yarıştı. Benim yöneticimdi, ama bir gün bile ondan kırıcı bir söz işitmedim. Köşemdeki bir eleştiri yazısından dolayı 142. maddeden yargılandık da.
Endişeli ama başımız dik yargılamalara gidip geldik. Avukatımız kendini hep saygıyla andığım Doğan Tanyer'di. Dönem değişti ve bizim dava da beraatle sonuçlandı..
Yıllar geçti, o günler bitti, başka günler geldi.
Bir daha hiç karşılaşmadık.
Ölüm haberini okuduğumda çok sarsıldım.
Onurluydu; anladığım kadarıyla kimseden bir şey beklemeden, yapayalnız bu hayattan göçüp gitmiş. Yolu hep aydınlık olsun.
"Bir garip ölmüş diyeler..." (SEA/BA)