2002 yılı yaz aylarında da, Kürtler tarafından hazırlanan federal Kürdistan Anayasası Taslağı üzerine yoğun bir tartışma açılmıştı. Bu kez ise, sadece Kürdistan Anayasası da değil, Irak anayasal düzeni üzerinde tartışılıyor.
Gelişmeler, Türkiye'de bazı etkili ve yetkili çevrelerin, kendi doğalarına uygun olarak, dehşete kapılmalarına neden oluyor.
Mesud Barzani'nin makalesi
18 Aralık 2003'ta, Irak Kürdistanı'nda yayınlanan Xabat gazetesinde, Kürdistan Demokrat Partisi Lideri Mesud Barzani'nin bir makalesi yer aldı.
Mesud Barzani görüşlerini gayet net ve anlaşılır bir üslupla tartışmaya açtığı yazısında özetle şöyle diyor:
* Kürtler açısından, şu andaki durum fazla zor gözükmemektedir. Kürtler, 12 yıllık hükümranlık döneminden sonra, uluslararası hukukun verdiği meşru hakların gücüyle, kendi kaderini tayin etme hakkı prensibinden ve kendi kendini idare eden bir yapının daha gerisindeki bir duruma geriletilmesine de razı olmayacaklardır.
* Burada amacım, yabancıların önemli bir kesiminin ve Irak'taki bazı çevrelerin, vilayetlere dayalı bir federal sistemi savunduklarına dikkati çekmektir. Bu görüşün, Kürt halkı tarafından kabul edilemez olduğu herkes tarafından bilinmelidir. Kürtler bunca yıl, kendi vilayetleri birbirinden ayrı olsun diye mücadele vermediler.
* Bu mücadele, Kürdistan'ın sınırlarını ortadan kaldıran, vilayetlere dayalı federal bir yapının oluşması için değil, Kürdistan sınırlarının korunması için verildi. Bugün vilayetlere dayalı federasyon yönündeki önermeler, Kürtler açısından bakıldığında, 1970 kazanımının daha gerisinde kalmaktadır. Kürtlerin talep ettiği federasyon, Kürdistan Parlamentosunun da kararıdır.
* Coğrafi, siyasi ve ulusal esaslara dayalı, tarafların birbirlerinin iradesine saygı gösterdiği ve Kürtlerin, Kürdistan bölgesinde her yönüyle yönetme hakkına sahip ve yönetme erkinin bütünüyle kendi elerinde olduğu, Türkmen ve Keldani kardeşlerimizin de, tüm haklarını kullanabilmesine zemin hazırladığı, bütün inançların, din ve mezheplerin özgür olduğu, ibadet özgürlüğünün bölgesel yasalar ve merkezi devletin Anayasası çerçevesinde düzenlediği bir federal çözümden söz ediyoruz.
* Irak'ın toprak bütünlüğüne önem verenler şunu çok iyi bilmelidirler ki, Kürtler gibi bir halkın, yaşadığı bunca katliam ve zulümlerden, derbederlikten sonra tekrar eski Irak statüsünde kalmasına kanaat getirmesi çok zordur. Kürtlerin kararına bütün Arap kardeşlerimizin saygı göstermesi gerekiyor.
Türkiye bilir
Barzani, "Demokratik, parlamenter ve federal bir Irak olması koşuluyla, bütün gücümüzle birleşik bir Irak savunuyoruz,".diyerek makalesini bitiriyor.
Burada Türkiye'yi tehdit veya rahatsız edecek bir söz yok. İnsanların kendi hayatlarını düzenlemeleri yönündeki fikirlerine itibar edilmiyor. Mutlaka bunun gerisinde, kendisi için bir tehdit arıyor.
Polislerin ifade alma metotları da böyledir. Sizin söyledikleriniz çok bir şey ifade etmez polis için. Onun düşündükleri veya kurguları önemli ve gerçektir.
Sizin gerçekte ne olduğunuzu, ne düşündüğünüzü, siz değil o bilir. Türkiye'de de böyledir. Birilerinin ne yaptığını veya niyetlerini, istihbarat örgütleri veya medya tarafından sorumsuzca uydurulan yalan yanlış haberlerle yorumlama politikaları tercih ediliyor.
Türkiye'nin itiraz etme hastalığı
Futbol maçlarında, hakemlerin her kararına (sonucu hiçbir şekilde etkilemeyeceği bilinmesine rağmen), şiddet ve hiddetle itiraz etme alışkanlığı olan futbolcular vardır.
Türkiye'de bu alışkanlık, devlet yönetimine de sirayet etmiştir ve adeta, devlet ve siyaset adamı olabilmenin bir yeterlilik ölçütü olmuştur.
Başta Irak olmak üzere, Türkiye'nin iradesi dışında ne tür bir gelişme olursa olsun buna mutlaka itiraz edilir. Orada nelerin olması gerektiği hakkında, Türkiye'nin mutlaka bir plânı vardır ve mutlaka kendisine bir haksızlık söz konusudur. Her an "kırmızı çizgiler" gündeme gelir ve tehditlere başlanabilir.
Abdullah Gül'ün tehditleri
Türkiye Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Kuzey Irak'ta Kürdistan Demokrat Parti (KDP) ve Kürdistan Yurtseverler Birliği'nin (KYB) bir federasyon kurma hazırlığı içinde olduklarının hatırlatılması üzerine, "bununla ilgili gereken ikazların yapıldığını, tehlikeli gelişmelerin devam etmesi halinde de, Irak'ın, acıların ve gözyaşlarının merkezi haline geleceğini, bu ikazların açık bir şekilde, bölge ülkeleri (Türkiye'yle birlikte, İran ve Suriye kastediliyor ü.f.) tarafından da yapıldığını, Irak'ın toprak bütünlüğüne katkıda bulunacak gelişmelerin Türkiye tarafından gerçekleştirildiğini" söylemiş.
Türkiye'nin niyeti
Irak'ta ne tür bir rejim kurulacağına dair Türkiye'nin esas fikri, Saddam Hüseyin'in sağlık ve güvenlik içersinde, üniter Irak'ı dilediği gibi yönetmesiydi. Bütün çabasına rağmen bu arzusu gerçekleşemedi. Bu kez de, Saddam sonrası Saddamcı bir rejimin yeniden kurulmasının peşinde.
Haksız da değil tabii. Irak'ta oluşacak, ılımlı ve demokratik bir rejimin, Irak'ın "üniter" yapısını koruyamayacağını ve her an bir parçalanmanın gündeme gelebileceğini biliyor. Bu nedenle, rahatsızlık duyuyor ve devamlı itiraz ediyor.
Sayın Dışişleri Bakanı, Irak Kürtlerin bir federasyon hazırlığı içinde olmalarını, tehlikeli bir gelişme olarak nitelendiriyor. Geçen on yıllar boyunca Halepçe'de ve Enfal operasyonlarında yok edilen 200 bini aşkın Kürt, zaten acılar ve gözyaşlarının merkezinde değil miydi?
Irak'ta toparlayıcı, Kıbrıs'ta bölücü
Sayın Bakan, Kürtlerin bu çabalarını önlemek yerine, bir diktatörlük olan gerçekten acılarla dolu olan, Suriye ve İran rejimlerinin, varlık ve gelecekleriyle ilgilense daha hayırlı bir şey yapmaz mıydı?
Sayın Bakan, 1970'den beri resmen ve anayasal olarak otonomi statüsündeki topraklarını, kendi rızalarıyla bir federasyona dönüştürmek isteyen o ülkenin insanlarına, bu nedenle tehditler yöneltip, iç işlerine, iç hukuklarına yönelik düzenlemelere karışmaya hakkınız var mıdır?
Irak'ta, İngilizlerin bir oldu-bittisiyle Lozan Anlaşması sonrası oluşan, coğrafi ve sosyal olarak, hiçbir dayanağı olmayan toprak bütünlüğü sizi bu kadar ilgilendiriyor da, Kıbrıs'ın doğal ve tarihsel toprak bütünlüğü neden dikkate alınmıyor?
Soğuk savaş yıllarının ilk dönemlerinden kalma ve modası geçmiş "jeo-stratejik çıkarlar", Irak'ta toparlayıcı, Kıbrıs'ta bölücü olmayı mı gerektirmektedir?
Zoraki toprak bütünlüğü ne için?
Türkiye, sadece bölge ülkeleriyle "Irak'ın toprak bütünlüğü" konusunda sağladığı bu mutabakatı doğru buluyor. Ama, Birleşmiş Milletler'in, Avrupa Birliği'nin ve bütün dünyanın ittifakla sağlamaya çalıştıkları, Kıbrıs'ın toprak bütünlüğü meselesinde nedense aynı tutarlılığı gösteremiyor?
Bölge ülkelerinin desteğiyle, büyük bir hassasiyetle "zoraki toprak bütünlüğünü" korumaya çalıştığınız Irak, geçtiğimiz nisan ayında Amerika Birleşik Devletleri ve Britanya orduları tarafından işgal edildi. Türkiye Cumhuriyeti, bu işgalci ülkelerin büyük bir müttefikidir.
Eğer tezkere meclisten geçseydi ve imkân bulsaydı, işgal operasyonunda da, fiilen yer alacaktı. İşgale evet dediği gibi, destek de vermiştir. Yani, parçalanmamak ön-şartıyla işgale evet denmemiştir.
Türkiye ve self-determinasyonu
Ne var ki, işgal edilmesine destek verilen o ülkenin insanları, kendi özgürlükleri için bazı talep veya düzenlemelere de girişme haklarına da sahiptirler.
Bunun sonu, yani özgür ve daha iyi yaşamaları için bir federasyon gerekiyorsa, onu da kurmaya hakları vardır. Eğer bu, ülkenin toprak bütünlüğünü bozacaksa, parçalanmasına yol açacaksa, bu da olur. Bunu önlemenin yolu tehdit değildir.
Uluslararası hukukta, self-determinasyon diye bir genel ilke vardır. Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin, "Amaç ve İlkeler" başlıklı birinci bölümünün 1. maddesinde ve daha pek çok sözleşme hükümlerinde, bu ilke yer almaktadır.
Türkiye de, bu sözleşmelere gayet bilinçli ve hiçbir baskı altında kalmaksızın imza atmıştır. (ÜF/NM)