Şahsiyetli iç ve dış politikalar ile, "bağımsızlıkçılık" ve "iç işleri"olarak değerlendirilen politikalar artık birbirlerinden ayrı ayrı ele alınmaya başlandı...
Son yıllarda son bulan veya son verilen, Romanya, Yugoslavya, Afganistan, Irak gibi bazı "bağımsız" 3.dünya devlet rejimlerinin akıbetleri ile, halen varlığını sürdürmekte olan İran, Libya, Suriye, Kuzey Kore gibi birkaç "bağımsız" eski 3. dünya devletinin rejimlerinin muhtemel kaderleri de birer bilinemez-denklem değil.
Bu gelişmelere, "ne yazık ki" diyenlerin sayısı hiç de az olmamakla beraber, işte dünya bu evreye girdi...
Türkiye, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin (TBMM) 1 Mart 2003 tezkere reddi kararı sonrasında, gerek kendi kamuoyunda, gerekse de uluslar arası camiada, beklediği gibi bir itibar ve prestij sahibi olamadı. Yeni hükümete destek veren kimi iç ve dış siyasi çevreler, başta Amerika Birleşik Devletleri (ABD) olmak üzere, Türkiye'nin ittifak içinde olduğu kimi uluslar arası güçler, Türkiye Hükümetini ve Silahlı Kuvvetlerini bu kararın çıkmasında yeterince etkin olmadıkları için eleştirdiler ..
1 Marttan sonra ABD, Türkiye'ye artık daha uzak ve farklı yaklaşmaya başladı... Bunun yanı sıra, Türkiye, ABD'nin yürüttüğü Irak ve Ortadoğu politikalarında da, kendisi bakımından yeterince dikkate alınmadı ve bundan kaygılanmaya başladı... ABD ile bozulan ilişkilerini yeniden düzeltme şansını yakalamak istedi; oradaki gelişmelere tümüyle ilgisiz kalmak istemedi...
Türkiye Hükümeti, son meclis kararını, kendi hesabına açılmış bir kredi olarak elinin altında tutacaktır... İç hukuku açısından bu krediyi kullanıp kullanmama hakkına sahip olacaktır... Hatırlanacağı gibi, o zaman esas sorun, ABD askerlerinin Türkiye'den geçişleri ve konuşlanmaları sorunuydu...
Zaten karar da, 1 Marta nazaran, TBMM'den daha kolay geçti... Zaten tezkere bu haliyle, 1 mart 2003'te de gelmiş olsaydı, o zaman gene kabul edilirdi...
1 Martta iki ayrı tezkere gelseydi, biri kabul, biri de ret görecekti... Türk askerine evet, ABD askerine ret! Tam da bir komediye dönüşecekti... Savaşı ABD açıyordu; ama, Irak'a Türk askerinin girme kararı alınmış olacaktı... Yani, alınan ret kararının, asıl ağılıklı gerekçesi milliyetçi kaygılardı ve ulusal bağımsızlıkla, kişilikli dış politikayla falan da pek ilgisi yoktu...
Şimdi alınan bu kararla Türk Hükümeti, ABD ile görüşmelerinde, asker gönderme konusundaki pazarlık şansını yükseltebileceğini umuyor...
Mesela, önceki günlerde masaya oturulduğunda, Türkiye'nin bütün şartları ABD tarafından kabul edilseydi bile tezkerenin Meclisten çıkıp çıkmayacağı belli olmadığından, pek bir şey ifade etmeyecekti. Şimdi ise böyle bir belirsizlik artık kalmamış oldu....
Eğer Türkiye, iç politikada kullandığı malzemelerini masaya taşımazsa, belki bazı konularda kendisine de danışılmasını veya onayının almasını sağlayabilir.
Bu arada 10-15 bin askerin yemesini, içmesini, günlük bakımını ABD üstlenir. (NATO'ya girişte de benzer kâr mülahazaları olmuştu..)
Geçmişte yaşananların, ABD açısından yok veya yaşanmamış sayılmayacağının yanı sıra, Türkiye-ABD ilişkilerinde biraz yumuşama da olabilir; hibeler, krediler bazı askeri yardımlar falan birazcık artabilir... Türkiye bütçesi, hiç olmazsa bir takım askeri masraflarını ABD'ye yüklemiş olmakla biraz "hafifler"...
Bütün bunlar, Avrupa Birliği bakımından resmi düzeyde pek dikkate alınmaz tabii... Orada da evet diyenlerle, hayır diyenler var... ve resmi bir Avrupa Birliği görüşü yok....
Türkiye Irak'a Niçin Girer?
Türkiye, hassasiyet meselesi olarak ileri sürdüğü PKK-KADEK'in takibi ve kontrolü bakımından bakıldığında, zaten yıllardan beridir Irak'ta. Yani irtibat timleri denilen o birlikler ne için oralarda çalışıyorlardı ki! O işle ilgili olarak orada oluşlarına da, ABD zaten belirli bir tolerans gösteriyor.
Ama, asıl ve gerçek hassasiyet PKK-KADEK değil elbette.
Bir kere PKK-KADEK şimdi bulunduğu yerlere, yeni oluşan durum sonrasında gelip yerleşmiş değil. Yıllardan beridir Kandil Dağındaki kamplarında yaşıyorlar ve eğitim yapıyorlar. Türkiye de bir biçimde oralarda olup bitenleri izliyordu ve bilgi ediniyordu.
Ayrıca şu da bir gerçek ki, bir kere KADEK oradan değil, İmralı Adası'ndan yönetiliyor. Bu gerçeği ben bildiğime göre de, Türkiye çok daha iyi biliyordur; çünkü ben, İmralı Zabıtlarının devlet yetkililerince sansür edilmemiş bazı bölümlerini, tesadüfen İnternet'ten okuyarak biliyorum.
Bu nedenle Türkiye'nin Kandil Dağı Kampları ve KADEK sıkıntısını anlamak mümkün değil...
Ama, Türkiye'nin resmen açıklayamadığı esas problemi oradaki yerli Kürtlerin, oluşmakta olan yeni konumları. Türkiye'yi rahatsız eden mesele esas olarak bu gelişmedir...
Türkiye oralara daha fazla asker göndererek hem Irak Kürdistanı üzerinde bir baskı oluşturmak, hem de Kürt-ABD ilişkilerinin gelişmesini engelleyerek kendi lehine çevirmek.
İç Politika Malzemesi Olarak Irak Politikası
Son günlerde başta medya olmak üzere sürekli olarak şu görüş öne sürülüyor:
* ABD, 20 Mart- 10 Nisan arasında, biz olmadan da Irak'ı işgal etmeyi başardı; Oysa biz, öyle düşünmemiştik. Ama, şimdi ve bundan sonra, bunu bizsiz sürdürmeyi başaramaz. Çünkü biz bölgeyi tanıyoruz, güçlü ve eğitimli bir orduya sahibiz ve otoritemiz tartışılmaz...
* Bu günkü gelişmeler de gösteriyor ki ABD Irak'ta tam bir çaresizlik içinde ve bize muhtaç..
* O zaman biz girer işleri düzene sokarız ve bölge politikaları üzerinde de ağırlığımızı hissettiririz..
Yani neredeyse sıfırdan başlayıp Irak'a yeniden bir çeki-düzen verilecekmiş gibi bir yaklaşım.
Şimdi ne yapılıyor? Siyasetçi, yazar, iş çevreleri mensubu, emekli subay v.s.. birçok şahsiyet bunları konuşuyorlar veya yazıyorlar...
Bunlar nerelerden kaynaklanıyor? Hükümetten mi? MGK-TİB'den mi, "bağımsız" medyadan mı? ...
Galiba hepsinden....
Irak Ne Durumda?
Aslında olay ABD işgali yönünden tamamlanmış durumda. Şimdi oradaki olaylar, Irak'ta bir iç güvenlik sorunu olarak değerlendirilmelidir.
ABD askerlerine ve Iraklı yöneticilere karşı düzenlenen saldırılar, esas olarak işgale karşı değil, iktidara karşı yapılan saldırılardır; ve bunlar eski rejim yanlısı Saddamcılar tarafından gerçekleştirilmektedir.
Bu olayları ne Türkiye de ABD de önleyebilir...
Sorun, bir iç güvenlik sorunudur ve dolayısıyla da, bir iç politika sorunudur. Yani, daha çok yabancı asker yığarak sorunu çözemezler, belki hedef sayısını büyüterek veya artırarak kolaylaştırırlar, hepsi o kadar...
Bu sorunu Irak'ın kendi yerli iktidarları, hükümetleri çözebilirler. Bu durumda esas olarak yerel güçlere iş düşer; sorunu işgalci askerler değil, Iraklıların kendileri çözebilirler .
ABD ne istiyor? Türkiye ne istiyor?
Neticede birileri ölüyor ve öyle gözüküyor ki, birileri de ölecek....
Türkiye'yi de çağırıyorlar; bari birkaç insan da senden ölsün diye...
Bu, ABD'yi biraz rahatlatır elbette...
ABD askerleri bölgede kendilerini oldukça yabancı hissediyorlar, korkup çekiniyorlar, bunun üzerine de hata üstüne hata yapıyorlar. Bilmedikleri ve anlayamadıkları bir toplumla karşı-karşıyalar.
Belki onların yapamadığını, TC ordusu yapar... Bazı deney ve alışkanlıkları var.
Mesela; yazılarından ötürü suçlanan bir şüpheliyi yakalamak yerine, 5-6 tane Reo dolusu asker ile mahalleyi sarar, binayı tanklarla çevirirler ve ağır silahlarla binaya saldırıp yerle bir edebilirler...
Pratik sorunlara radikal yaklaşımları vardır; iç politikada da bunu görürüz.. "Boya ve kâğıtla nakit sorununu çözme dehasını gösteren seçkin generaller bile çıkmıştır.." Sorun çözme konusunda böyle bir rahatlık olabilir....
Tabii ki, bu durum ABD'nin riskini azaltır; ama Iraklılar açısından da, sıkıntıları artırır.. Amerikan askeri orada işgal ordusu olarak bulunmaktadır. Onlara "yardım ve destek" amacıyla orada bulunacağını söyleyen Türk Ordusu, acaba başka bir sıfatla mı tanımlanacaktır? Elbette ki Amerikalılara nazaran daha büyük bir tepki yaratacaktır. İnsanların işgalcilerle başları dertteyken, bu kez işgalcilerin yardımına gidenleri her halde çiçeklerle karşılayıp evlerinde misafir etmeyeceklerdir..
Türkiye Irak'taki çözümü zorlaştıran bir faktördür...
Bir kere Türkiye Irak'ta bir barış ve güven ortamı oluşması konusunda bir teze, bir iddiaya, bir bakış açısına sahip değil.
Türkiye'nin derdi, oradaki yeni oluşumda taraf olmaktır ve Kürtler için sağlanan yeni hayat şartlarını geriletmektir.
Daha da önemlisi, Türkiye, Saddam rejimi ile dosttu ve onun tasfiyesini hiçbir zaman onaylamamıştı. Elinden geldiğince de eski rejim taraftarlarının güçlenmesine yardımcı olmak isteyecektir.
Bunu bilen Kürtler, Türkiye'nin Irak'a daha fazla asker göndermesinden büyük bir endişe ve hoşnutsuzluk duymaktadırlar... Kendi yurttaşları için hiçbir çözüm üretmeyen Türkiye'nin, orada kendileri için hiçbir iyi şey yapmayacağını bilmektedirler...
Türkiye Kürtleri
Türkiye'deki Kürtler, bu kararı, Irak Kürdistanı için doğan tarihsel şansın yok edilmesi planı olarak algılamaktadırlar... Türkiye, dünyanın neresinde olursa olsun Kürtler için bir gelişmeyi şimdiye kadar asla hoşgörü ile karşılaşmamıştır...
Türkiye'nin Irak'a girmesinin yegane sebebinin, Irak'taki Kürtlerin durumunu sarsmak ve bozmak biçiminde olduğunu düşünmektedirler...
Türkiye'nin orada olmasının tek nedeninin, Kürtler olduğuna inanmaktadırlar ve bunun aksini düşünmeleri için, hiçbir olumlu davranış örneği ile karşılaşılmamıştır...
Türk Askerinin Irak'taki görev yeri Basra olsa bile, bunu böyle düşüneceklerdir... Endonezya'da bir sorun olsa ve ABD orada Türkiye'den yardım istese bile; Türkiye, "oraya giderim ama, Kürtlerle ilgili planlarımda da siz bana yardımcı olun" şartını ileri sürer...
KADEK Ne Yapar?
Abdullah Öcalan'ın geçmiş açıklamalarına bakılırsa, TBMM'nin önceki gün aldığı karar, biraz geç alınmış bir karardır... Öcalan, aylardır"Türkiye'nin güneydoğu sınırlarına komşu yeni bir İsrail kuruluyor." , bunu önlemek için "Kemalistlerin Kürt feodalleriyle el sıkışmamalıdır", "Silahlı kuvvetlerin derhal harekete geçmesi gerekir", "Atatürkçü politika hayata geçirilmelidir", kendisinin "yıllardır bu olayı kavrayıp, hem Türk Silahlı Kuvvetlerini uyardığını, hem de Saddam'a mektup yazdığını" söyledi durdu...
Bütün bunları Nisan 2003'ten beri gerek avukat görüşmelerinde ve gerekse de Ali Adalı imzalı yazılarında net olarak belirtti...
AKP Hükümetinin, Nakşibendi olduğu için Irak Kürdistanı'ndaki Nakşibendi feodallerle anlaşmış olduklarını söyledi. Gene bu konuda, eskiden kendini "eski tüfek" olarak adlandıran hayli yaşlı olan bir zat, kendini delege ilan edip, etkili bir muhafazakâr gazetenin, etkili bir başyazarıyla uyarıcı bir görüş teatisinde bulundu. Yazar bunu köşesinde açıkladı.
Yani bu karar PKK-KADEK Önderliği açısından yerinde, ama geç alınmış bir karar olarak değerlendirebilir...
Bu kararın icrasında, Kürtleri zayıflatacak bir eylem söz konusu olursa, "ki, kararın alınmasının gerçek gerekçesi budur", Öcalan ve yakınındakiler bundan memnun olacaklardır... Çünkü orada, Feodaller tarafından yeni kurulan bir Kürt İsrail'i bertaraf edilmiş olacak; Kemalistler ve Muhtemel Demokratik Cumhuriyet' in bütünlüğü de tehdit altında olmayacak demektir...
DEHAP'lı Seçmenler
DEHAP tabanındaki 2 milyon seçmenin olaylara böyle bakmadığı belli... DEHAP'ın bölge örgütlerindeki seçmen ve sempatizanlarının, Irak'taki gelişmelere bakış açısıyla, KADEK Önderliği'nin bakışı ve değerlendirmeleri farklı gözüküyor.
Bölgedeki gelişmeler tabanda umut, liderlik düzeyinde ise memnuniyetsizlik, hoşnutsuzluk yaratıyor... Burada bir açmaz var; bir çelişkili durum var... Kandil Dağı'nda 2 ay önce Stalinist yöntemlerle öldürülen, PKK-KADEK Merkez komite üyesinin öldürülme nedeninin de, benzer tartışmalar sonucu ortaya çıkan görüş ayrılıklarından kaynaklandığı söyleniyor...
Asker Gönderdikten Sonra
Kürtler, Kürt olmayanlardan daha duyarlılar ama, bu duyarlılıklarını çok da yüksek sesle ifade edememekteler. Edirneli bir vatandaş tepkisini gösterince savaş karşıtı olarak değerlendirilir; ama bir Kürt, olaya tepkisini belirtirse, asker ve ordu düşmanı olarak değerlendirilir. Bu nüansı dikkate almak lazım.
Yani İstanbul'da protesto mitingi yapılıyor da, orada yapılamıyorsa, bunun nedeni, aynı amaçlı iki eylem de olsa, birbirlerinden farklı anlaşılma riski taşıyacağı içindir.....
İstanbul'daki miting, savaş veya asker göndermeye karşı algılanırken, oradaki miting, askere ve Türk Ordusuna karşı düşmanlık gösterisi anlamında algılanır... Tabii ki bunu da en çok medya ve güvenlik güçleri böyle değerlendirir.....
Yeni bir huzursuzluk kaynağı yaratılacak; çok olmasa da, orada sürekli olarak öldürülme tehdidi altında bulunmak insanları strese sokup gerecektir... Bulaşmak istemediği, uzak durmak istediği bir alanda neden tehdit atında yaşayayım denilecek... Daha ilk cenazeyle birlikte tepkiler başlayacak...
Bu kez durum, 1984-99 yılları arasında ki gibi, vatan-milletle, bölücü hain-teröristle açıklanıp geçiştirilecek kadar kolay ve basit değil.... O zaman bir düşman yaratılmıştı; bunlar vatanı bölmek istiyorlardı, dış mihraklara bağlıydılar, çocukları öldürüyorlardı v.s... v.s..
Devlet ve asker de, bu hainleri ezmeye çalışıyordu v.s..
Anadolu kasaba ve köylerine gelen tabuta kahrolsun PKK denilerek işleri idare ediyorlardı; şimdi durum çok farklı olacak... Bu kez devlet çok zorlanacak... Gelebilecek cenaze yüklü tabutlar için, hiçbir makul gerekçe sunamayacak. Halkın artık nedenleri sorması falan söz konusu olacak.(ÜF/NM)