İkiz kulelere yapılan insanlık dışı saldırıyı ekrana getirenlerle, köşelerine taşıyanların çoğu, binaların dünya ticaretindeki önemini anlatırken, benim içimde yer eden acı, binaların altında kalanlara ilişkindi. Hayalleri, acıları, kaygıları neydi? Kimi sevdi, onu kimler sevdi? Güne nasıl başlamış, neler ummuştu? Mektupları, fotoğrafları, diplomaları, anıları, geçmişi, geleceği, hepsi, hepsi enkaz altında kalan binlerce beden, binlerce yaşam... Kalanların acısını, sessizce paylaşabildim, çünkü beni temsil edenlerin de içinde bulunduğu bütün dünya (bir avuç umutsuz insanın başka bir acı veren sevinç gösterisi dışında) bu acıyı paylaştı.
Bush'un Kongrede yaptığı konuşmayı izlerken yine ürpermiştim, dünyaya Amerika'nın ne kadar büyük olduğunu göstereceğiz , diyor ve ekliyordu: Ya bizim yanımızdasınız ya teröristlerin . Öldürücü derecede miyop gözlerine bakarken, Pascal'in çok sevdiğim bir sözünü fısıldadım ona: İnsan büyüklüğünü bir uca giderek değil, iki uca dokunarak gösterir . Barış Girişimcilerinin her iki uca dokunan, Afganistan'la savaşa da ABD'ye yönelen teröre de karşı çıkan açıklamalarını gönül rahatlığıyla imzaladım. Barış Girişimcileri şimdi de hem canlı bomba saldırılarına, hem İsrail kuşatmasına karşı .
Neden Filistin İçin
Peki ışıklarımızı neden Filistin için kapattık? Çünkü dünyanın ayaklandığı değil, seyrettiği bir zorbalık karşısındayız. Çünkü Arap terör örgütlerinin vebalini Filistin halkına yükleyemeyiz. Çünkü baskıcı Arap yönetimlerinin demokrasi talebinin olmaması, Filistin'i yalnız bırakmaları , bizim de seyirci kalmamızın gerekçesi olamaz. Çünkü Türkiye, Filistin kuşatma altındayken, İsrail'le tank anlaşması imzaladı. Çünkü 'Utanın, utanın!' diyen Filistinli genç kızın çaresiz sesi bizi utandırdı.
Evet canlı bombalar terörist, ama Şaron'a tepkisiz kalmayı haklı kılar mı? İsrail terörden etkilenmekte haksız değil, tepkisinde de haklı olmalı.
İnsanlık, sayıların dışında kalmalı
Sayımıza gelince... Ben her insanın içinde hak duygusu bulunduğuna inanırım. Özkök'ün müthiş dediği destek, bir gün değil de bir hafta sürseydi, ışıklarını söndürenlerin sayısı da artardı. Ama diyelim ki halk, bu eyleme, duyduğu halde katılmadı; bu bizim haksız olduğumuzu göstermez ki . Biz, bu eylem tutar mı, tutmaz mı hesabıyla başlamadık ki. Hayatımızın her alanına damgasını vurmaya başlayan sayılar, burada da karşımıza çıktı. İnsanlık, sayıların dışında kalmalı .
İşgal altındaki topraklarda savaşmayı reddedenlerin sayısı da birer birer artıyor ama o küçük artışları öğrendikçe umudum yeniden yeşeriyor. Biliyorum ki, dünyanın bir yerlerinde onların karanlığını paylaşan insanların var olduğunu bilmek, Filistinlilere de umut veriyordur. Belki sayıları az olduğu için ilgilenilmemiştir, Oslo'da , Frankfurt'ta, Selanik'te, Amman'da, Nasıra'da, Köln'de, Hayfa'da, Sofya'da da ışıklarını söndürenler oldu. Powel geldiğinde, onu Kahire'nin ateş böcekleri karşıladı. Ve Kudüs'te bir evde toplanan sekiz Filistinli ile iki Yahudi, ışıkları birlikte kapattılar. Çok mu az ? Bir de şöyle düşünmeyi deneyin; birbirini tanımayan, dillerini bilmeyen insanlar, ortak bir dil bularak 'Yalnız değilsin!' diyorlar. Bunda yaşama asılmaya iten bir yan yok mu? İnsan umutsuz yaşayamaz. Dünya susarak seyrederse , Filistinli gençlere, canlı bomba olmak ya da İsrail'in sunduğu ölüm ve aşağılanma dışında hangi seçenek kalabilir?
Güvenlik, tek taraflı sağlanamaz...
Elbette Türkiye halkı, terörden çok çekti. Elbette bu nedenle biz, İsraillilerin güvenlik içinde yaşama talebini daha iyi anlıyoruz. Ve yine daha iyi biliyoruz ki, güvenlik tek taraflı sağlanamaz ; Filistinliler kendilerini güvenlik içinde hissetmezlerse, İsrail de güvenlik içinde olamayacak. Elbette terör, cevapsız bırakılmamalı; ancak verilen cevap, hukuka ve ahlaka uygun olmalı . Canlı bomba varsa, her tür karşılık meşrudur diyebilir miyiz? Ceza, suçu işleyene verilir. Cenin'i yerle bir eden İsrail tankları, canlı bombaların üstünden mi geçti ? Kaldı ki, suç ve ceza, yalnızca hukuku değil, ahlakı da ilgilendirir. 'Teröre nasıl karşılık verilmeli?' sorusunun yanıtı, 'Şaron gibi!' olmamalı . Tıpkı Filistin işgaline karşı gösterilecek tepkinin 'Kahrolsun İsrail!' olamayacağı gibi.
Canlı bombalara da vurgu yapılmalıydı diyenler, nasıl ki Şaron'u destekliyor diyemezsek, İsrail işgaline karşı çıkanlar da terörü desteklemekle suçlanamaz .
İnsanlığın geleceği için
Bush'un yaptığı gibi 'ya bizim yanımızdasın ya teröristlerin' ikilemi, sağlıksız bir atmosfer yaratıyor. Suçlamak yerine, birlikte tartışarak , diyalog ve barış sürecine katkı yapacak ortak doğruları bulmaya çalışmalıyız. Terörizme karşı mücadelenin de kabul edilebilir normları olmalı. İnsanlığa, hukuka, ahlaka aykırı uygulamaları, terörle mücadele adına görmezlikten gelemeyiz . Demokrasi, terör/güvenlik konularını tartışırken bize düşen, insan haklarından yana olmaktır. Batı, kendi ülkelerindeki etnik terörle mücadele ederken, nasıl nedenlerini de ortadan kaldırmaya çalışıyorsa, aynı yöntemi uluslararası terör için de benimsemeli. Terörün nedeni anlaşılmalı ki, giderilebilsin. Dünya barışının yolu, ölüme daha çok ölümle karşılık vermekten geçiyor olamaz.
Her bölgesel savaşın arkasından geri kalmışlık sorunu çıkıyor. Batı, ürettiği silahların en büyük müşterisi olan bu ülkelerin halklarına, dinlerine gerekli saygıyı göstermiyor; onlar kendilerini aşağılanmış hissediyor. Bu yumak, nefretin şiddete dönüşmesi için uygun zemin yaratıyor. Yoksulluk, geri kalmışlık, uyuşturucu, göçler, çevre, kimlik, terör hepsi iç içe geçen, birbirinden beslenen sorunlar. Bu sorunların çözümü birbirine bağlı ve çözüm , yalnızca insani nedenlerle değil, tehlikeleri gidermek için de gerekli .
Artık yalnızca 'tarım ve baca ülkeleri ' kategorisi olarak anımsanan dünya nüfusunun beşte dördü için durum hiç de parlak değil. Sefalet içindeki kitlelerin alım gücü olmadığından önemi de kalmıyor. Çözüm için yeni kaynak yok, ancak harcamanın ve dağılımın değişmesiyle, sorunlara yol açan nedenlerle başedilebilir. Bunun için askeri harcamaların kısılması ve zengin ülkelerin öncelikle enerji tüketiminden başlayarak tüm alanlarda israfa varan tutumunu kısıtlaması , yoksul ülkeler ve kesimlerle dayanışmayı benimsemesi gerekiyor. Onların kimliğine, dinine, adetlerine gereken saygıyı göstermesi gerekiyor. Bu, yeni bir ahlak anlayışıyla ve herkesin katılımıyla mümkün. İnsanlığın geleceği için ortak değerler, piyasayı dizginleyecek ahlaki bir sorumluluk anlayışı, uluslararası hukuk ve davranış normları ve bu normları denetleyecek uluslararası mekanizmaların oluşturulması, bugün her zamankinden daha önemli.
Güvenlik de, yalnızca askeri bir sorun olmaktan çıktı ; aynı zamanda insani, politik, ekonomik ve ekolojik boyutu var, bu yüzden artık coğrafi olarak da bölünemez. Bir ülke, istese de güvenliğini, başka ülkelerin güvenliğinin yitirilmesi pahasına sağlayamaz . Geri kalmış ülkelerin, kendi toplumunda dışlananların da güvenliği sağlanmadan, kimse güvende olamaz. Yani bugün herkesin güvenliği, diğerlerinin de kendini güvende hissetmesine bağlı .
Mevcut sorunların çözümü için ortak bir mücadele zorunlu. Soğuk savaşın sona ermesinden sonra COMECON ve Varşova Paktı'nı dağıtan eski Doğu Bloku ülkeleri, yıllardır Birleşmiş Milletler'in, tüm tehdit ve arayışlara yanıt verecek şekilde yeniden örgütlenmesi gerektiğine işaret ediyor. Böylece sorunlara tüm ülkelerin ortaklaşa arayışıyla çözüm bulunacak, devletler tartışma sürecine katıldıkları kararlara daha kolay uyacak, tek tek ülkelerin keyfi karar alabilmeleri önlenecek.
BM'in Yapısı Uygun
Gerçekten de, 2. Dünya Savaşı'nın ittifakları ve dengeleri üstüne kurulmuş olsa da, şu anda en uygun yapı Birleşmiş Milletler Örgütü olarak görünüyor:
* BM Şartı ile kurulan ana organların en önemlisi olan genel kurul, tüm üyelerin katılımıyla toplanıyor. Siyaset ve güvenlik, iktisat ve maliye, insan ve kültür, vesayet, yönetim ve bütçe, adli sorunlar alanlarındaki sorunların çözümleri için uluslararası işbirliğinin genel ilkelerini araştırır.
* ABD , Fransa, Çin, Rusya ve İngiltere'nin daimi üye olduğu Güvenlik Konseyi, barış ve uluslararası güvenliğin korunmasından birinci derecede sorumlu organdır.
* İktisadi ve Toplumsal Konsey, uluslararası iktisat ve toplumsal işbirliğiyle özellikle az gelişmiş ülkelere yardım sorunlarıyla ilgilenir.
* Uluslararası Adalet Divanı, devletler arası hukuk çatışmalarını çözümlemeye çalışır.
BM'in kararlarını uygulatmak üzere Mavi Bereliler denilen askeri bir gücü de var.
ILO, UNESCO, Dünya Sağlık Örgütü gibi uluslararası uzmanlık kuruluşlarının bir kısmı BM'e bağlı çalıştığı gibi, hükümetlerden bağımsız sivil toplum kuruluşları da giderek artan bir ağırlıkla BM çalışma sürecinde yer alıyor. BM, bu haliyle bile, birçok sorunun çözümü için uygun bir zemin sunuyor.
İlişkilerden şiddet nasıl dışlanır , karşılıklı güven nasıl sağlanır? İnsan, gezegenin efendisi olabilir mi ? Yurttaşla tüketici arasındaki denge nasıl sağlanır? Toplumu ve dünya ailesini bir arada tutacak değerler neler olabilir? Batı, onun değerlerini benimsemeyen ülkelere müdahale etme hakkına sahip mi? Doğu/batı kuzey/güney sentezi oluşabilir mi? Bütün bunlar yalnızca kurumlara ve politikacılara bırakılamayacak kadar önemli. Entellektüellerin , barış, çevre, insan hakları ve kadın inisiyatiflerinin, hem kendi içlerinde hem toplumlararası diyalogda aktifleşmesi, dünya kamuoyunun baskı aracı olacak kadar etkinleşmesi çözüme yardımcı olabilir.
Zenginlerin kibrini de yoksulların nefretini de dizginleyecek başka bir çare görünmüyor. (MT/NU)