Barış, insanlığın üstün çıkarıdır.
Silahsızlanma için yeterli kamuoyu desteği sağlanamamış olduğundan barış; her yerde tehlike altındadır.
Bugün televizyonlarda, elektronik basında iletişim araçlarının “silahsızlanma” konusuna önem ve öncelik vermediği savaşla kanıtlandı.
Barışın tehlikeye girmesinde payı olanlar biraz düşünmeliyiz.
İletişim araçlarını kullanan herkesin ihmalidir, barışa öncelik vermemesidir.
Bugün hala insanların zihninde korku yaratacak türden haberler her yeri kaplamış ve çok rağbet görüyor… Tanklar, bombalamalar ve hatta bilgisayar oyunlarından savaş sahneleri, işgaller, savaşta en kanlı sahneler ve ağlayan kadınlar, çocuklar, yaşlılar, esir askerler, ordular, katliamlar, yağmalar, kırılan, dökülen, yıkılan evler, binalar….
Bütün bu materyalle beslenen iletişim araçları insanlar üzerinde dolaylı bir etki oluşturabilmektedir. Söz konusu dolaylı etki, hem olası düşmandan gelebilecek tehlikeler abartılarak hem de düşmanın askeri ve silah gücü olduğundan fazla gösterilerek, dost taraflar yaratarak ekranlarda kurulan muhabere meydanlarının acımasız etkileri…
Savaş insanları korkutuyor. Barış ise insanlık için güvence ve şart olan güvenirlilik.
Gözyaşları ve acı içinde sokakta kalmış ve bir anda “evlerini” yitiren insanlar ölüm korkusuyla yaşıyorlar. Bombaların açık hedefleri oldular. Çocuklarının ellerini hiç bırakmayan korkulardan kurtulamamış annelerin ve yaşlıların dramlarını yaşayan bilir.
Nereye gitsinler?
Yüzyılımızın en acımasız savaşı kanla, gözyaşıyla, ölümlerle, görüntülerle çoğaltıyor.
Yıllar sonra belki mahkemeler kurulacak…Her şey olmuş bitmiş olacak.
Cesetler sokaklarda çürüyecek. Kış olduğu için donmuş ölüler sınır boylarında, sokaklarda, yıkılmış evlerde, buzların çözülmesini bekliyor…
Ölenlerin cesetleri üzerine belki de kurulacak ve yükseltilecek ve adına adalet denilen veya galiplerin mahkemesi denilen ve hiçbir işe yaramayan yargılamalar yapılacak. Geçmişte yaşadık, bugün katliamlar yeniden yaşanıyor. Görülüyor…Savaştan ders almayanlar, ölüm emri vermekten çekinmeyen devlet liderlerini seçiyorlar. Savaş böyle bir şey…
Belki ileride kurulacak ulusalüstü mahkemelerde savaş suçundan dolayı haklarındaki suçlamalara yanıt verecek sorumlular verilen emri yerine getirdiklerini söyleyerek kendilerini savunacaklar. Yapacakları savunmalarında hastane bombalamalarını, çocukların ve kadınların ve askerlerin ölümlerinden sorumlu olmadıkları savunacaklar…Gözyaşları içinde tanıklık yapacak olan savaş mağduru insanların tanıklıkları inanılmaz görüntülerle televizyonlardan gösterilecek…
Seçkin yargıçlardan mahkemeler kurulacak. Adalete inanmanız beklenecek. Ulusalüstü yargıyı bilen savcılar iddianameler yazacaklar, okuduğunuzda şaşıracaksınız. Bir türlü yakalanamayacak olan asıl failler ve savaş emrini veren devlet yöneticilerinin mahkemeye teslim edilmeyeceği politikaların kurbanı olan insanlardan geriye kalanlar bir kerede daha yaşarken ölecekler. Savaş emrini veren herkesin yargılanamadığı hukuk düzeni için savaş kurbanları ölüler, yerlerinden edilenler, göçe zorlananların acılarını, kan ve gözyaşlarını hangi ulusalüstü mahkeme geri getirebilir?
Adalet barışı sağlamayacaksa, yargılananlar; yargılayanlardan daha masum sayılmayacaksa eğer, hukuk neye yarar? Ceza nedir?
Hukuk nedir diye sorsanız, “hak” derler, kim inanır?
Hani insanların “korkudan kurtulma” özgürlüğü vardı?
Kan ve gözyaşları üzerine kurulu hukuk düzeninde insan haklarını korumak isteyen insanlar iki Dünya savaşından sonra soykırım, savaş suçu, barışa karşı suç, insanlığa karşı suç işleyenlerin cezalandırılacağı zor zahmet kabul edilebildi.
İnsanlık televizyon seyrediyor…Ölümler artık herkesin gözü önünde. İnanılmayacak görüntüler, insan ölüleri, mezarları bile olmayan cesetlerin sahipsiz kimlikleri ceplerinde kalmış; şimdi işe yaramıyorsa ne zaman işe yarayacak!
İnsanlık elinden gelenleri yapıyor, bere örüyor cepheye götürüyor, bir tas sıcak çorba, biraz su, biraz ekmek ve azıcık aş ulaştırmaya çalışıyor. Savaşın yoksullarına bir can borçları varsa insanların televizyon görüntülerinin başından kalkıp yardıma koşuyor…
Devlet liderleri öldür diyor, savaş diyor, korkudan kurtulma özgürlüğü olanların yaşamlarını almaktan çekinmiyor.
Başkan Roosevelt 1941 yılında dördüncü özgürlüğü şöyle tanımlıyordu: “Dördüncü özgürlük dünyanın herhangi bir yerinde, korkudan kurtulma özgürlüğüdür; ki bu, hiçbir ulusun herhangi bir komşusuna karşı fiziksel saldırı eylemi gerçekleştirmek durumunda olamayacağı bir noktaya ve davranış aşamasına gelene dek sürecek dünya çapında etkin ve tam bir silahsızlanma anlamına gelir.”
Barış kimin eseridir, insanların. Kim katkı verebilir? Herkes…
Barış için sorumlu olanların başında kim gelir? Gazeteciler.
Yeniden savaşlar çıkmasın, “bir daha asla diyebilen” hukuk insanları korkudan kurtarmalıdır.
Silahsızlanma çok mu zordur? 1978 yılında Unesco’da yapılan toplantıda bu konuda gazetecilerin görevlerinin ne olduğu sorusunu yüksek sesle sorulduğunda; “basın ve kitle iletişim araçlarının, stratejik silahlanma ve diğer askeri konularda çarpık ve yanlış enformasyon yayımına alet olmamaya azami özen göstermesi gerektiği” yanıtı verildi.
Unesco toplantısında uzmanlar; basın ve iletişim araçlarının toplumun dikkatine daha çok, silahlanma yarışının hızlanma tehlikesi üzerine ve genel olduğu kadar tam bir silahsızlanma gereksinimine çekeceği umudunu dile getirdi.
Gazetecilik ve hukuk; beklentilere uymuyor, uymak istemiyor.
Daha 1980’li yıllarda Dünyada silahsızlanmanın sağlanması ve askeri amaçlarla yapılan harcamaların acilen azaltılması için kamuoyundan kararlı bir baskı gelmediği tartışılmaya başlanmıştı. Başta ABD, Rusya, NATO ve Avrupa Ordusu kurmak gibi düşü olan AB olmak üzere herkes silahlanmadan yana ve askeri amaçlarla yapılan harcamaları devletler azaltmıyor.
Acaba yeterli kamuoyu baskısının yaratılamamasının nedenleri nedir?
“Dünya silahsızlanması için yeterli kamuoyu desteği sağlanamayışının bir nedeni de iletişim araçlarının -elektronik ve yazılı- silahsızlanma konularına öncelik vermedeki ihmali ve başarısızlığıdır.
Askeri kuruluşlar; hükümetler üzerinde yaptıkları ve yapabilecekleri doğrudan etkilerin yanısıra, insanların zihninde korku yaratacak türden materyalle beslemek suretiyle iletişim araçları üzerinde de dolaylı bir etki oluşturabilmektedir. Söz konusu dolaylı etki, hem olası düşmandan gelebilecek tehlikeler abartılarak hem de düşmanın askeri ve silah gücü olduğundan gazla gösterilerek gerçekleştiriliyor.”
Sean MacBridge durumu böylece saptadıktan sonra düşüncelerini şöyle toparlıyor:
“Askeri harcamaların ve silahlanmanın artması için hükümetler üzerinde uygulanan baskıları kaldırmanın tek yolu, kamuoyundan geçer. Bugün artık kamuoyu önceleri olduğundan çok daha güçlüdür ve hükümetleri kendi isteklerine uymaya zorlayacak bir durumdadır.” [i]
Savaş tehlikesi; hoşgörüsüzlük, şovenizm ve fakat farkı görüşlere karşı anlayışsızlık yüzünden sürekli olarak artmaktadır. Bu gerçeğin iletişim araçlarında sorumluluk taşıyan mevkilerde bulunanlarca akıldan çıkarılmaması gerekir.
Çünkü tüm insanlığın barıştaki üstün çıkarı her türlü ulusal ve siyasal çıkarların üzerindedir.[ii] (Fİ/RT)