Duncan Macmillan'ın yazdığı, Olivier başta olmak üzere çok sayıda prestijli ödül kazanan, ilk kez National Theatre’da sahnelenen "People, Places & Things", İbrahim Çiçek yönetmenliğinde geçtiğimiz akşam prömiyer yaptı.
İçki, uyuşturucu ve sair bağımlılıkları için bir klinikte rehabilitasyon gören, aynı zamanda kendi kimliğine yabancılaşmış bir oyuncu olan Emma’nın hikayesi, cesur, tekinsiz ve doğrudan bir anlatıyla sahneleniyor.
"İnsanlar Mekanlar Nesneler" açılış sahnesi, Çehov'un Martı’sıyla yapılan bir ‘oyun içinde oyun’ referansıyla başlıyor.
Emma'nın ağzından duyduğumuz "Bir martıyım ben, yo değil, bir aktrisim," repliği, yaşadığı kimlik krizini, olduğu kişiden çok artık olmadığı bir karakterin izini sürmeye yarıyor. Bu giriş, seyirciyi klasik bir anlatıdan uzaklaştırarak tamamen farklı, seksi, kaotik ve disosiye bir dünyaya çekiyor.
Oyunun yarattığı bu dünya, İbrahim Çiçek’in rejisi ve tüm yaratıcı ekibin katkısıyla güçlü bir şekilde hayat buluyor. Steril ve tekinsiz grilikteki sahne tasarımı Ceyda Balaban’a, çakar ışıklarıyla birleşerek oyunun atmosferini tamamlayan ışık tasarımı Yakup Çartık’a ait. Taner Göngör’ün imzasını taşıya koreografi ise adeta seyirciyi sahneyle birlikte ravelemeye davet ediyor; çok başarılı.
Oyunculuklar, oyunun en önemli taşıyıcı unsurlarından biri. Emma’yı canlandıran Merve Dizdar, olağanüstü performansıyla sahnenin merkezine oturuyor. Sahnede var olduğu her an, izleyiciyi kendine kilitliyor.
Fiziksel performansı ve duygu aktarımıyla oyuna derinlik kazandırıyor. Daha önce İbrahim Çiçek rejisiyle kazandığı Afife’sine bir yenisini eklemesi muhtemel.
Selçuk Borak ve Kerem Arslanoğlu da güçlü performanslarıyla hikayeyi taşıyan önemli unsurlar arasında yer alıyor. Ancak Nihal Koldaş’ın performansı, karakterin sert ve duvarlı yapısını tek boyutta yansıtıyor; bu da seyirciyle beklenen duygusal bağı kuramıyor ve oyunun ritmini sekteye uğratıyor.
Oyunun en dikkat çekici yanlarından biri de ensemble kullanımı. Emma'nın iç dünyasındaki karmaşayı ve rehabilitasyon sürecinin dinamizmini destekleyen bu koreografi, ilk başlarda etkileyici bir unsur olarak öne çıkıyor. Ancak oyun ilerledikçe, iyi düşünülmüş bir fikrin tekrarına dönüşüyor ve etkisini yitiriyor. Bununla birlikte, anlatının düştüğü anlarda devreye girerek oyunun temposunu yeniden yükseltmeyi amaçlayan kullanışlı bir aparata dönüşmesi de kaçınılmaz oluyor.
Metnin dramatik yapısı, mizah ve dramı kusursuz bir dengeyle birleştiriyor. Bir anda kahkahalar attıran bir sahne, birkaç saniye sonra seyircinin kalbini sıkıştırabiliyor. Örneğin, Emma’nın ailesiyle yüzleştiği sahne, bu dengenin en çarpıcı örneklerinden biri. Rehabilitasyon süreci boyunca unutkanlıklar, kimlik kargaşası ve yabancılaşma gibi travma odaklı temalar, yönetmenin dokunuşuyla incelikle işleniyor.
İbrahim Çiçek, bu oyundaki yönetmenliğiyle kariyerinin -her yönetmenin başına gelebilecek bir şey değildir ama- ilk yıllarına, ‘prime’ dönemlerine geri dönüyor. Yutmak ve Killology gibi çok çok başarılı işlerini hatırlatan enerjik, vurucu bir dünya kuruyor. Ya da dünya aktarıyor; zira bu bir İbrahim Çiçek rejisi mi yoksa Türkiyeli seyirciyle National Theatre oyunlarını buluşturan bir distribütörlük hizmeti mi emin olamıyorum.
Bu kadar oyuncaklı bir oyunu orijinalinden ve metninden ayıran bir imza reji görmek isterdim. İçinde hareket özgürlüğü az olan, yazarın herkesin yerine fazlasıyla düşündüğü bir metinde İbrahim Çiçek yine de üst düzey, dünya standartlarında ve oldukça seksi bir oyun sahneye koymuş.
Çeviri ise oyunun en zayıf halkası. İngilizce düşünebilen, duyan ve anlayan seyirciler için takibi zorlaştıracak şekilde yapay ve özensiz. Oyunu izlerken duyduğunuz Türkçe bir cümle aklınıza İngilizce karşılığıyla birlikte geliyorsa çeviride bir tıkanıklık var demektir.
Üstelik bu oyun gibi seyirciyi ritminden yakalayan işlerde çevirinin bu ritmi bozmaması aksine tamperamanı yükseltmeye yaraması gerekir. Haliyle kötü çeviri, kendiliğinden yer yer didaktik olmaklığı da beraberinde getiriyor. Buna rağmen, İnsanlar Mekanlar Nesneler her anlamda Türkiye’de nadir gördüğümüz türden iyi bir prodüksiyon tiyatrosu örneği. Zorlu PSM’nin drama sahnesine oldukça yakışan oyun, izleyiciyi etkisi altına almayı başarıyor.
Oyunun hikayesi ve oyunculuklarıyla yarattığı dünya yer yer tetikleyici olabilir; bu nedenle duygusal olarak kendinizi kollamanızda fayda var.
Rehabilitasyonda Emma’ya söylenen şu cümle oyunun özeti gibi: "Bağımlılığımızla ilgisi olan insanlar, mekanlar ve nesnelerden uzak dur." Ancak oyunun sunduğu dünya, bunun ötesine geçerek bu bağlarla yüzleşmeyi, onlara temas etmeyi öneriyor. İnsanlar Mekanlar Nesneler, sahneden çıkıp hayatınızda bir süre asılı kalan bir oyun.. Bu çarpıcı deneyime hazır olun; asla teslim olmayın.
(TY/EMK)