Homo Hominu Lupus
İnsanların birbiriyle savaşmalarının temelinde kuşkusuz yüzlerce farklı nedenler yatıyor. Dünya nimetlerinden daha fazla pay kapma çabası, bunun doğurduğu adaletsizlik, insanların yerinden yurdundan göç etmek zorunda kalması, biri ezerken diğerinin ezilmesi, ve bu durumun yarattığı daha binlerce savaş sebebi var.
Aslında bu anlamda savaş hiç de yeni bir olgu değil. İnsanlar var olduğundan bu yana birbirleri ile savaştığını söylemek çok da yanlış olmaz. Tabii bu, savaşın insanın doğasında olduğu tezini, yani Hobbes'un "homo homini lupus"unu kabul ettiğimiz anlamına gelmez... Aslında, bu yazıda açıklanmaya asıl muhtaç olan kavram barış değil savaştır.
Barış savaşın değil, savaş barışın öncülüdür... Yani, egemenlik hırsından, çıkar çatışmalarından, "insanlığını"' kaybedecek derece zalimleşen bir takım egemen zümreleri dışarıda bırakırsak -onların penceresinden bakmazsak- aslında savaşın, insanlar için, "medeniyet için" ürkütücü derecede tehlikeli olduğu sonucuna varacağız.
Barış için savaş ABD ve İsrail'in mantığıdır
Dolayısıyla insanlık için en büyük erdem sayılan barışa, savaş yoluyla varılamayacağını ileri sürmüş olacağız.. Yanı hiçbir zaman "barış için ya da insanlığın iyiliği için" bir savaş ne yapılabilir ne de meşru gösterilebilir. Barışı sağlamak için savaş yapma mantığı, sadece egemen olanların, savaştan çıkar elde edenlerin(barış değil), günümüzün en somut örneği ile Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve İsrail'in mantığıdır, "Hür Dünya"nın mantığıdır.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, insanların savaşmaları için yüzlerce neden vardır. Fakat .biz sadece -son dönemlerde yaygınlık kazanan- ve ABD'nin şu anda en önemli politikalarından olan 'barış için savaş' söylemini değerlendirmeye çalışacağız.
Evet çünkü şu anda, dünya üzerindeki en büyük savaş tehdidini yaratan ABD ve asker sivil, yaşlı, çocuk demeden , çok değil daha elli yıl önce maruz kaldıkları insanlık dışı katliamlara maruz kalan Yahudi halkının egemenleri, yaptıklarını meşrulaştırmak için "barış için" söylemini kullanıyor.
Bu söylemin kavramsal düzlemde nasıl bir işlev gördüğünü açıklamak için öncelikle yukarıda adlarını zikrettiğimiz iki ülkenin -belki de post-modern bir askeri politika olarak- sadece son bir yıl içinde yaptıkları "barış için savaşlarını" hatırlamak yeterli.
İsrail yönetimi, yıllardır baskı altında tuttuğu Filistinlilerin intihar eylemlerini -belki de son çare olarak sandıkları bir eylem olarak- gerekçe göstererek Filistin topraklarına girdi ve yüzlerce masum insanı katletti. Bununla da kalmayıp Filistin halkını "toplama kamplarına" mahkum etti. Ve tüm bunları yaparken de, amacının "terörü engellemek", "barışı sağlamak" olduğunu ileri sürdü...
Fakat kimin için barış, kiminle barış. İnsan öldürerek barış sağlanabilir mi? Bu derece trajikomik bir çelişki olabilir mi? Yine, hala "esrarını yitirmeyen" 11 Eylül olaylarının İsrail'deki intihar eylemlerini çağrıştırdığı ortada. (Tabii kimse bu insanları intihar eylemine itecek düzeye getiren unsurları sorgulamıyor) ABD'nin bu olaylara dayanarak Afganistan'da yaptığı katliamlarda yine İsrail'in "barış çabaları" ile özdeşleştirilebilecek kadar birbirine benziyor. Ve şimdi de tasarladığı, ve büyük olasılıkla gerçekleştireceği Irak "operasyonu". Gerekçe ise zaten hazır; "dünya barışını sağlamak için".
Zannediyorum ki, ABD ve İsrail örneğinden hareketle açıklamaya çalıştığımız "barış için savaş" söyleminin temelinde başka ne tür ekonomik, siyasal vs. çıkarların olduğunu belirmeye gerek yok. Zaten bu ülkelerin yaptıkları "barış için savaş"larının temelinde çoğumuzun tahmin bile edemeyeceği sinsi politikalar var. Ayrıca buzun su üzerindeki bölümüyle yetinmemiz bile "işin mantığını" kavramamıza yetecektir...
Evet, tipik savaşçı (bazen de savaş kışkırtıcısı, ambargocu, sömürücü...) ülke olarak ABD'nin Irak' a karşı en güçlü kozu "barış"tır. Barış, tabii ki insanlığa en yararlı yaşam şeklidir. En büyük erdemdir. Ama acaba "ABD'nin barış"ı böyle bir barış mıdır? Ve acaba ABD'nin barışı kimin için "yararlı bir yaşam şeklidir"?
ABD'nin barışı ya da barış tehdidi
Yukarıda açıklamaya çalıştığımız "barış" kavramını Althusser değerlendirseydi, eminim ABD'nin 'barış' kavramına da 'egemenlerin ideolojik aygıtı' saptamasını yapardı. Fakat bu 'aygıt', Althusser'in işaret ettiği diğer ideolojik aygıtlardan (okul, kilise-cami, sendikalar, hukuk vs) farklı bir şekilde , dolaylı değil, direk bir tehdit unsuru olarak kullanılmaktadır.
Dünya Polisliği yapan ABD'nin "barış" kavramı (ya da barış tehdidi!) ile bizim 1 Eylül günü, umut etmek için sokaklara çıkacağımız barışın birbiriyle hiçbir bağı yoktur. Bizim umut ettiğimiz barış, savaşı gerektirmeyen , adaletsizliği , açlığı, katliamları , sömürüyü gerektirmeyen barıştır. Bizim umut ettiğimiz barış, sadece bir ulus için değil, tüm insanlık için var olacak olan barıştır. Oysa kapitalizmin, ezilenlere karşı silah olarak kullandığı barış, kirli barıştır, özelleştirilmiş" barıştır. (NK)