"İnsan hakları savunucuları toplumumuzun kolektif vicdanıdır."
Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları Ofisi'nin önceki dönem direktörlerinden Büyükelçi Christian Strohal "AGİT Bölgesindeki İnsan Hakları Savunucuları: Ortak Vicdanımız" adlı çalışmanın önsözünde insan hakları savunucularını bu cümleyle tanımlıyor. AGİT'in yayımladığı ilkeler insan hakları savunucularına yönelik tehdit, baskı, yargılama, hapsetme, öldürme vb. uygulamaları ele alıyor. Kılavuz ilkeler aynı zamanda insan hakları savunucuları olarak bizlerin faaliyetlerini doğrudan etkileyen ifade özgürlüğü, toplantı ve gösteri özgürlüğü, kamu yönetimine katılıma ilişkin boyutları da inceliyor. 2007 tarihli bu çalışmanın üzerinden uzun zaman geçse de dünya genelinde insan hakları savunucularına yönelik baskı azalmak bir yana giderek artıyor.
İnsan hakları savunucularıyla ilgili hakları ve karşılaştıkları zorlukları ele alan bu çalışmaya tekrardan bakma sebebim iki hafta önce Dünya İşkence Karşıtı Örgütü'nün (OMCT) çağrısıyla çevrimiçi olarak gerçekleştirilen ilk toplantıydı. Uzun yıllardır birlikte çalıştığım OMCT'de 2020'den bu yana Genel Meclis üyeliğine seçildikten sonra çeşitli çalışma gruplarında yer alıyorum. Toplantıyı OMCT bünyesinde yeni kurulan İnsan Hakları Savunucularının Durumu Danışma Kurulu (SOS) olarak gerçekleştirdik. Çalışma grubu zorlu bölgelerde mücadele yürüten insan hakları savunucuları, hukukçular, gazeteciler, akademisyenler vb. farklı kesimlerden gelen katılımcılardan oluşuyor.
Çevrimiçi olarak gerçekleştirilen 15'ten fazla ülkeden 20 civarında insan hakları savunucusunun katıldığı toplantıda hak ve özgürlüklere yönelik yürüttüğümüz çalışmalar sırasında maruz kaldığımız zorluklar ve baskılar karşısında neler yapabileceği başlığı altında fikir alışverişinde bulunduk. Toplantının ilk oturumunda insan hakları savunucularının sesinin yargılama ve hapsetme yoluyla kısılması bağlamındaki sorunların çerçevesini çizmeye çalıştık. Eritre, Bahreyn, Mısır, Irak, Guatemala, Nikaragua, İsviçre vb. ülkelerden katılımcılar deneyimlerini ve gözlemlerini aktardı.
Dünyanın farklı yerlerine ilişkin aktarılan gözlemler, paylaşılan deneyimler insan hakları savunucuları olarak karşılaştığımız zorlukların -pek de şaşırtıcı olmayan- benzerliğini ortaya koydu. 20 katılımcının aktardığı temel sorunlardan öne çıkan bazı kategoriler şu şekilde:
a) Yasaların insan haklarını savunma hakkını korumak dolayısıyla da insan hakları savunucularının faaliyetlerini özgürce yürütmesini güvence altına almak yerine kriminalize etme ve cezalandırmayı amaçlayan hükümlerle dolu olması. Terörle mücadele yasaları, ceza kanunları, kabahatler kanunlarının sık bir biçimde kullanıldığı belirtildi. Benzer şekilde, vatana ihanet ve yabancılarla işbirliği, casusluk vb. suçlamalarla karşılaşıldığı da belirtildi.
b) Gözaltına alınan insan hakları savunucusunun etkili bir biçimde avukat desteği almasının önlenmesinin yaygın bir sorun olduğu çok sayıda ihlal vakası dinledik. Avukat desteğinin yanı sıra gözaltı safhasından sonra yargılama ve cezaevine konulma süreçlerinde de çok önemli olduğu belirtildi. Hapsedilme durumunda insan hakları savunucularının sağlık hakkından yeterince yararlandırılmadığı da vurgulandı.
c) Kısıtlı imkanlarla yaşayan insan hakları savunucularının kendilerine yönelik herhangi bir baskı, yargılama ve tutuklama durumunda büyük maddi sıkıntılar yaşadığına dikkat çekildi.
d) Kamu yetkililerinin insan hakları savunucularına karşı izlediği ötekileştirici söylemin ve diskurun medya tarafından da benimsenerek toplumun genelinde yaygınlaştırıldığı vurgulandı.
Toplantıda kendi sunumumu yapmadan önce ve sonrasındaki tüm konuşmaları dinlerken dünyanın farklı yerlerinde mücadele eden insan hakları savunucuları olsak da aynı sorunları yaşadığımızı düşündüm. Sunumum sırasında Cumartesi Anneleri'nin hakikat mücadelesinin bu koşullarda Mısır'da veya Eritre'de de olsa engelleneceğini fark ettim. Benzer şekilde, Bahreyn'de 12 yıl önce müebbet hapse çarptırılan Abdulhadi Al-Khawaja'nın cezaevi koşulları protesto ettiği için işkence ve kötü muamele yasağına aykırı uygulamalara Sincan, Silivri, Diyarbakır veya Kandıra cezaevinde maruz kalabileceği aklıma geldi.
Mısır'da, Eritre'de, Irak'ta veya Guatemala'da toplumun vicdanının sesi olmak için insan hakları mücadelesi yürütürken fiziki şiddete maruz kalan insan hakları savunucularının durumları üzerine yapılan sunumlarda Akbelen'deki ağaç kesimi veya Cudi'deki orman yangınına karşı çevre hakkını savunurken gözaltına alınan savunucularını; müdafilik görevini yaparken sokakta veya adliye koridorlarında şiddete maruz kalan avukatları; haber takibi yaparken fiziki şiddete maruz kalan, gözaltına alınan ve tutuklanan gazeteciler; kadın cinayetleri karşısında İstanbul Sözleşmesini savunan kadın hakları savunucularını, Onur Yürüyüşlerinde işkence ve kötü muameleye maruz kalan LGBTIQ+'ları; hak ihlalleri belgelediği için yargılanan ve cezaevinde tutulan, başka ülkelere iltica etmek zorunda kalan insan hakları savunucularını düşündüm.
İnsan haklarını savunma hakkına yönelik durumu ve insan hakları savunucuları olarak karşılaştığımız zorluklar, maruz kaldığımız baskı ve yaşadığımız ihlallere ilişkin yaptığım sunumun diğer katılımcılarda benzer çağrışımlara yol açtığına toplantı sonrası sohbetlerimizde üzülerek müşahede ettim.
Bu zorluklar, sorunlar ve ihlaller karşısında insan hakları hareketi olarak yapmamız gerekenlere hızlıca değinsek de çözüm önerilerini detaylı bir biçimde ele almayı bir sonraki toplantıya bıraktık. Ancak, her türlü çözüm politikasının temelinde yatacak formülü ele aldık: Toplumun vicdanı olan insan hakları savunucularının sesi olma zamanı geldi.
(Oİ/VC)