İnsan hakları savunucularının uğrak yeri mahkemeler ve hapishaneler olmamalı.
Esasen, bu hafta KESK’in çağrısıyla 30 Kasım’da Ankara’daki Tandoğan Meydanında düzenlenen ‘Geçinemiyoruz, Yoksulluğa Karşı Mücadele Birleşiyoruz Mitingi’ni yazmayı planlıyordum.
Yazmayı düşündüğüm bir diğer konu ise 10 Aralık 1948’de kabul edilen önümüzdeki hafta 76. yılını kutlayacağımız İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabulünün günümüzde ne anlama geldiği ile ilgiliydi.
Ancak, geçen hafta aralarında çeşitli illerde yaşanan gözaltılar ve sonrasındaki tutuklamalar nedeniyle yine insan hakları savunucularına yönelik yargı baskısı konusunu ele alıyorum. bianet editörlerinden Tuğçe Yılmaz, Barış Akademisyeni Dr. Abdurrahman Aydın, şair A. Hicri İzgören gazetecilik faaliyetleri nedeniyle gözaltına alındı.
Aynı hafta içerisinde İnsan Hakları Derneği’ne (İHD) büyük emekler vermiş olan Nimet Tanrıkulu ile Genel-İş Genel başkanı Remzi Çalışkan, SES’in emekli üyeleri Erdal Güzel ile Leyla Doğan da gözaltına alındı.
Ayrıca, avukat Şiar Rişvanoğlu da gözaltına alınanlar arasındaydı. Maalesef, gözaltınan alınanlardan aralarında Nimet Tanrıkulu, Remzi Çalışkan’ın da olduğu 9 kişi tutuklandı.
Maalesef, gözaltı ve tutuklama eğilimi geçen hafta ile sınırlı değil. 7 Ekim’de KESK toplu iş sözleşmesi ve hukuk uzmanı İsmet Aslan ile KESK’e bağlı Eğitim Sen’in birisi emekli olmak üzere iki üyesi gözaltına alınıp, 10 Ekim’de tutuklandı.
Yolu sanık olarak mahkemelerden ve hapishanelerden geçen insan hakları savunucularının listesi o kadar uzun ki tamamını bu yazıya sığdırmak mümkün değil.
Farklı kimliklere rağmen ortak nokta
Gözaltınan alınan kişiler gazeteci, şair, akademisyen, avukat, belediye işçisi/sendikacı, feminist aktivist vb. farklı kimliklere sahip. Tüm bu kişilerin ortak noktası insan hakları savunculuğu.
İHD kurucularından Hüsnü Öndül “İnsan Haklarını Savunma Hakkının Korunması ve Medya” başlıklı makalesinde; “Bir sendikacı, çalışanların insan hakkını koruma adına bir iş yaptığında insan hakları savunucusudur. Bir gazeteci insan hakları ihlalleri konusunda haber yaptığında; hekimler mağdurların tedavileriyle ilgili çalıştıklarında veya mağdurlarla birlikte ve ihlallere karşı çalışmalarında avukatlar insan hakları savunucusudur. Başka meslekler için de bu tür değerlendirme ve nitelemelerde bulunabiliriz” diye yazmaktadır.
Sözün gücü
İnsan hakları savunuculuğu faaliyetleri geniş yelpazeye sahiptir. İnsan hakları savucunucuları raporlama, belgemele, savunuculuk, toplantı, gösteri ve miting düzenleme gibi çeşitli etkinlikler düzenler. İnsan hakları savunucuları bu faaliyetlerinde en güçlü ve etkili aracı yani sözü kullanır.
Gazeteciler haber yazarken, sendikacılar bir işçi ile hakları için konuşurken veya işverenle üyesinin ve de diğer işçilerin hakları için müzakere ederken konuşur, yazar. Şairler de kendisini ifade etmek için kaleme sarılır. İhlallere dur demek, daha iyi bir dünya inşa etmek için sadece kalem, rapor ve söz yeter. İnsan hakları savunucularının sözü ihlali gerçekleştirenleri ürkütür zira yaptıklarının belgelenmesi cezasızlığı önlemede ve hakikati ortaya çıkarmada, adaleti tesis etmede önemli bir işleve sahiptir.
Yargı baskısı yaygın bir problem
Maalesef sözün gücü istediğini yapma keyfiliğini kaybetmek isteyenleri ürkütür. Bu nedenle, insan hakları savunucularına yönelik yargı baskısı, tehdit de sürer. Hukukun üstünlüğü ilkesine riyaet edilmeyen, barıştan uzak, demokrasi ve insan hakları standartlarının düşük olduğu yani baskıcı rejimlerde insan hakları savunucuları kriminalize edilerek etkilerinin azaltılması hedefleniyor.
İnsan hakları savunucularının korunması temelinde çalışmalar yürüten İrlanda merkezli Frontline Defenders internet sitesinde yargı baskısına maruz kalan hak savunucularının uzun bir listesi bulunuyor. Listede İran, Şili, Etiyopya, Bosna Hersek, Çin, El Salvador, Kırgızistan, Pakistan, Türkiye, Rusya vb. ülkeler yer alıyor. Kısacası yargı baskısı dünyanın birçok yerinde yaşanan bir problem.
Gözaltı, tutuklulamalar bizi alarma geçirir
Yargı baskısının yaygın yaşanması insan hakları savunucularının da bu konuda yoğun bir şekilde çalışmasına yol açıyor. İnsan hakları savunucusu bir dostumuzun gözaltına alınması, yargılanması veya tutuklanması bizi alarma geçirir.
Zira, böylesi bir durum hem bu uygulamalara maruz kalan insan hakları savunucusu özelinde sorunlara yol açar hem de insan hakları hareketinin geneline yönelik riskler içerir.
Bireysel düzeyde sevdiklerinden, ailesinden, işinden, eğitiminden ve insan hakları hareketinden uzak kalmak ve varsa sağlık sorunlarının daha da kötüleşmesi vb. sorunlar yaşanır. İnsan hakları hareketi bakımından ise bir üye, aktivist ve dosttan uzak kalmanın getirdiği zorluklar yaşanır. Zaten zorlu koşullarda ve az kişi ile birçok iş yapmaya çalışırken bir dostumuzun daha mücadeleden dönemsel olarak bile olsa uzaklaşması kolay değildir.
Ayrıca, maruz kalınan itibarsızlaştırma da hem kişisel olarak yargı tacizine maruz kalan kişiyi hem de kolektif olarak insan hakları hareketini olumsuz etkileme riski içerir.
İnsan hakları savunucuları hesap verebilirliği savunur
Tabii ki, hiç kimse gibi insan hakları savunucuları da soruşturmadan, kovuşturmadan veya idari/adli cezadan muaf değil. Cezasızlığın karşısında durup kakikatin ve adaletin peşine düşen insan hakları savunucuları böyle bir tutum içerisinde olmaz. Kamu yetkilileri için şeffaflık ve hesap verebilirlik talep edenler insan hakları savunucularıdır.
Ancak, buradaki sorun yargının araçsallaştırılarak insan hakları savunucularına karşı keyfi bir biçimde uygulanması ve bu soruşturmaların cezaya dönüşmesi.
Dostlarımızın bir an önce tahliye edilmesini sevdiklerine, ailelerine ve mücadele yürüttükleri kurumlarına kavuşmalarını diliyoruz.
(HA)