Hakikatin ortaya çıkarılması için cesaretle soru sormamız gerekir.
10 Şubat 1898’de doğan Bertolt Brecht, 20. yüzyılın en etkili oyun yazarlarından birisi olmanın yanı sıra şiirler de yazmıştır. 1935’te yazdığı “Okumuş Bir İşçi Soruyor” şiiri, bir dizi sorunun peşine düşüyor. Şiirdeki anlatıcı, tarihin sadece hükümranlara odaklanarak toplumun ve tarihin gelişimine katkı sunan sıradan insanları görünmez kılmasını sorguluyor. Brecht, görünmezliğin temel nedeninin, yöneticiler sınıfının tarihsel anlatıyı domine etmesi olduğunu vurgulayan bir sorgulamaya girişiyor.
Esasen, Brecht’in bu şiiri, insan hakları savunucuları olarak yürüttüğümüz mücadelenin çerçevesiyle uyumlu bir anlatı içeriyor. İnsan hakları mücadelesinde, ihlallerin peşine düşerken, bu ihlalleri gerçekleştirenleri ve ihlale yol açan temel faktörleri sorguluyoruz. Raporlarımızda ihlalleri belgelemek için ihlalin kaynağını (mevzuat, uygulama, yargı bağımsızlığı vb.) anlamaya yönelik bir dizi sorunun peşine düşünüyoruz. Bu sorular, ihlallerin toplumun görünmez kılmak istediği insanları görünür kılarak, tıpkı Brecht’in şiirindeki gibi egemen anlatıya karşı bir duruş sergiliyor.
Uluslararası insan hakları hareketi ve dünya siyaseti
Geçen hafta Dünya İşkence Karşıtı Örgütü (OMCT) Merkez Konseyi toplantısında insan haklarının küresel düzeydeki durumu üzerine uzun saatler boyunca görüş alışverişinde bulunduk. İnsan hakları durumunun siyasi iktidarların politika ve uygulamalarıyla yakından ilişkili olması nedeniyle, bilhassa dünya gündemini etkileme gücüne sahip ülkelerdeki siyasi durumları ele aldık.
Merkez Konsey toplantısında ele alınan temel soru, yükselişte olan aşırı sağ iktidarlar, tek adam rejimleri döneminde insan haklarını koruma ve geliştirmenin yol ve yöntemleriyle ilgiliydi. Her koşul altında mutlak yasak olan işkencenin, bilhassa savaş ve çatışma bölgelerinde artmasının, insan hakları savunucularının olağan faaliyeletlerini yürütme konusunda da zorluklar çıkardığına dikkat çekildi.
Dünya nüfusunun yaklaşık %60’ının sandık başına gittiği 2024’te, ortaya çıkan seçim sonuçlarının insan hakları mücadelesi bakımından pek umut verici olmadığının altı çizildi. Örneğin, 20 Ocak’ta görevi teslim alan Trump yönetiminin ABD’nin dış yardımlarını 90 gün süreyle askıya almasının, bu yardımlarla çalışmalarını yürüten sivil toplum örgütleri bakımından olumsuz sonuçlar doğurması kaçınılmaz. Benzer şekilde, ABD’nin Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi’nden çekilmesini İsrail’in de konseyden çekilmesini izledi. Uluslararası sistemin hükümran devletleri insan hakları alanındaki gerilemeyi hızlandırmak için maalesef birbirlerini teşvik ediyor. Ne yazık ki Trump yönetiminin insan hakları ve özgürlüklerinin itibarına yönelik olumsuz adımları bununla da sınırlı değildi. Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM) yönelik yaptırım kararının altında da Trump imzası bulunuyor.
OMCT Merkez Konseyi toplantısında, küresel düzeyde insan haklarına yönelik bu tehditler karşısında neler yapılabileceği ve yapılması gerektiğine ilişkin sorular da soruldu. Konsey üyeleri, aşırı sağ rejimlere karşı uluslararası insan hakları örgütlerinin mücadelelerini, yerelde mücadele eden insan hakları örgütleriyle daha yakın ilişkide olmasının yol ve yöntemleri üzerine de görüşlerini ifade etti. Bu sağ rejimlerin, evrensel insan hakları prensiplerine riayet etmek yerine salt kendi çıkarına uygun projelerini yaşama geçirmeye çalışmasını ancak insan hak ve özgürlüklerinin günümüzdeki gerekliliğini ortaya koyarak durdurabiliriz.
1986 yılında kurulan ve 90’dan fazla ülkede yaklaşık 200 üye insan hakları örgütüyle işkence karşıtı mücadele yürüten OMCT’nin Merkez Konseyi olarak yılda iki defa toplanıyoruz. İşkence karşıtı mücadeleye ek olarak, insan hakları savunucularının durumu da OMCT’nin temel çalışma alanlarına giriyor. Türkiye’deki üye örgütler arasında İnsan Hakları Derneği (İHD), Toplum ve Hukuk Araştırmaları Vakfı (TOHAV) ve Sosyal Hizmetler Rehabilitasyon ve Adaptasyon Merkezi (SOHRAM) bulunuyor. OMCT merkez konseyi insan hakları mücadelesini üye örgülterinin ihtiyaçlarını dikkate alarak yürütüyor. Bu bakımdan, Afganistan, Bahreyn, Belarus, Kolombiya, Tunus vb. ülkelerdeki insan hakları durumnuu yakından takip ediyoruz. Tahmin edileceği üzere, OMCT’nin yakından takip ettiği ülkeler arasında Türkiye de bulunuyor.
İnsan hakları ve geçiş dönemi adaleti
Hafta sonu İstanbul’da İHD, İnsan Hakları Ortak Platformu (İHOP), DEMOS ve Avrupa Akdeniz İnsan Hakları Ağı (EuroMed) iş birliğiyle geçiş dönemi adaleti üzerine bir konferans düzenledi. Tunus, Lübnan, Suriye, Türkiye bağlamında geçiş dönemi adaletinin farklı boyutları üzerine sunumlar yapıldı. Hak ihlallerinin son bulması ve barışın tesis edilmesinde geçiş dönemi adaletinin işlevi ve önemi üzerine tartışmalar yürütüldü.
Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesinde geçiş adeleti bakımından karşılaşılan engeller ve olanaklar üzerine değerlendirmeler yapıldı. Lübnan, Suriye ve Türkiye’deki zorla kaybetme politikalarına karşı geçiş dönemi adaletinin, cezasızlığın önlenmesi, yaraların sarılması, acıların sağaltılması rolü de ele alındı.
Konferansın zorla kaybetmeler oturumunda, Cumartesi Anneleri/İnsanlarından Besna Tosun, Halime Bayram ve Lübnan’daki kayıp mücadelesini yürüten Lübnan İnsan Hakları Merkezi (CLDH) ile Suriye deneyimi üzerine konuşuldu. Ağır hak ihlallerinin dünyanın neresinde olursa olsun dayanılması zor ama bir o kadar da benzer acılara yol açtığını birkez daha dinledik.
İhlaller birbirine benziyorsa, çözüm de benzer olmalı
Geçiş dönemi adaleti konferansı ile aynı günlerde düzenlenen “Halkların Eşit ve Özgür Yaşamı Yolunda Çözüm Barışta Konferansı” da ortak acılar karşısında çözümün yol ve yöntemlerini ele aldı. Halkların Demokratik Kongresi (HDK) tarafından düzenlenen konferansta, Filistin, Lübnan, Latin Amerika ülkeleri ve Bask’taki toplumsal mücadelelere eğilerek toplumsal barış süreçlerine dair değerlendirmeler yapıldı. Ayrıca, Kürt meselesi ve barış konusu üzerine tarihsel perspektif, demokratik talepler, yasal ve anayasal boyutlar, İmralı Hapishanesi'nde tutulan Abdullah Öcalan’ın durumu, geçmişle yüzleşme ve bölgesel deneyimler üzerine sunumlar yapıldı.
Barışı inşa etmek cesaret gerektirir
İnsan hakları savunucuları olarak barış talebimizde ısrarcıyız ve bu yolda cesur olunması gerektiğini biliyoruz. İHD Eş Genel Başkanımız Eren Keskin’in “İhlal varsa, insan hakları savunucuları bakımından harekete geçmek için beklenecek uygun zaman olmaz” sözü, insan hakları savunucularının her koşul altında neden barış talep ettiğini ortaya koyuyor. Özünde insan hakları ve demokratikleşme ile doğrudan bağlantılı olan, dolayısıyla barışçıl yöntemlerle ele alınması gereken Kürt meselesi, güvenlik temelli politikalar ve uygulamalar nedeniyle 40 yılı aşkın bir süredir ağır hak ihlallerine yol açıyor. İHD olarak raporlarımızda belgelediğimiz ihlaller, çözümün barışta olduğunu gösteriyor. Bu nedenle, barış talebimizden asla vazgeçmiyoruz.
Soru sormaya, sorgulamaya, ihlalleri tespit etmeye ve çözüm önerileri sunmaya devam.
(Oİ/VC)