* Fotoğraf: The Mary Rose’un Tarihi’nden.
Geçtiğimiz günlerde İş Kültür Yayınları’ndan İngiltere ve İslam Dünyası (1558-1713) isimli bir çalışma yayımlandı. İki İngiliz Edebiyatı profesörü Gerald MacLean ve Nabil Matar’ın kaleme aldığı çalışma, Coğrafi Keşifler sonrası İngiltere’nin İslam Dünyası ile etkileşimini çeşitli boyutları ele alıyor.
Coğrafi Keşifler’e nispeten geç katılan İngiltere, Doğu topraklarına ulaşmak, diplomatik ve ticari girişimlerde bulunmak amacıyla, siyasallaşan bir tutumun içine girer. Haçlı Seferleri sonrası Müslümanların yaşadığı bölgelerden uzak kalan fakat keşiflerle birlikte Doğu halklarının “keşfedilmeye müsait” olduğunu anlayan İngiltere, bu girişimi öncesinde de Müslüman halklarıyla ticari ve kültürel ilişkilere sahiptir.
Fas’tan Bengal’e, Asya’nın uzak köşelerinden İzmir’e kadar uzanan ticari faaliyetleriyle İngiltere, henüz 1500’lü yıllara gelmeden, kahve, altın, şeker, baharat, halı, ipek, çivit ve basma hakkında fikir edinmiş, bu gereçleri günlük hayatında tüketir olmuştu. Yazarlar, yola bu kültürel tüketimden yola çıkarak başlıyor ve günümüz Britanya kültürünün geçmişinin izini sürüyor. Kaba tabirle söylersek, İngiltere’nin Doğu ve Müslüman toplumlarıyla arasındaki ilişkiyi yalnızca siyasal ve ekonomik boyutlarıyla ele almıyorlar. Bu sebeple, İngiltere ve Müslüman toplumlar arasındaki ilişkinin kökeni iniyor ve o tarihteki diplomatik ilişkilere, İngiliz şirketlerinin bahse konu olan bölgelerdeki girişimlerine, kültürel etkileşimlere değin uzanıyorlar.
Bahse konu olan diplomatik ilişkilere örnek olarak Kraliçe I. Elizabeth’in Müslüman elçileri kraliyet sarayında devlet törenleriyle karşılayıp ağırladığını söyleyen yazarlar, Kraliçe’nin hüküm sürdüğü bu dönemin milat olduğu üzerinde dururlar. Zira Kraliçe, aynı tarihlerde dört İngiliz şirketine imtiyaz vermiş ve bu şirketlerin üçünün Müslümanların yaşadığı bölgelerle ilişki kurmasına müsaade etmiştir. Bugüne değin süren İngiliz hâkimiyetinin tohumları böylece atılmıştır. Yine aynı dönemde tıbbi ve zirai konularda Müslümanlarla daha iyi ilişkiler kurulmuştur. Bu husustaki kaynakları dönemin diplomatlarının, seyyahlarının, elçilerinin ve tarihçilerinin notlarından hareketle açıklayan yazarlar, aynı tarihlerde yayımlanan gazetelerin de İslam dünyasına ayrıca yer vermeye başladığını açıklar.
Yazarlar, bu hususta çalışma yürütürken, daha detaylı bir veri sunabilmek için, Müslümanların yaşadığı bölgeleri üçe ayırır. “Müslümanları tek ve homojen bir yapı olarak ele almak, dönem boyunca ortaya çıkan tarihi ve milli farklılıkları göz ardı etmek olurdu.” diyen yazarlar, yukarıda değinilen şirketlerin yaptıkları yolculuklardan hareket eder. Anadolu’nun, Afrika’nın Kuzeyinin ve Asya’nın uzak köşelerinin oluşturduğu bu bölgesel ayrımda, insani ve siyasi ilişkiler odağa alınır. Bu ilişkilerden hareketle askeri gelişmelere de değinen yazarlar, İngiltere’nin sömürgeci misyonun da ön aşamasını oluştururlar. Henüz 1642 yılında Kral I. Charles tarafından Osmanlı sultanına yazılan mektuba yer veren yazarlar, İngiltere Kralı’nın çeşitli ekonomik ilişkiler kurma konusunda ricacı olduğunu belirtirler. Bu ekonomik imtiyaz talebi zamanla siyasallaşacak ve yepyeni bir dünya düzeninin kapısını aralayacaktır.
Çalışma, İngiltere’nin İslam Dünyası’yla kurduğu ilişkiyi kültürel bağlamda da ele almaya çalışıyor. Bu noktadan hareketle, karşılıklı ilişkilerin toplumların dünyasını nasıl değiştirdiğini açıklamaya girişen yazarlar, Sanayi Devrimi’ne uzanan sürecin evveliyatını gözler önüne seriyor. Zira İngiliz emperyalizminin kurumsallaşmasında bu ilişkilerin, Doğu’nun zenginliklerinin payı olduğu aşikâr. Dolayısıyla yazarların erken dönemi anlatan bu çalışması, bir tarih anlatısı haricinde, bir siyasal metin olarak da okunabilir. (SS/AS)
* İngiltere ve İslam Dünyası, Gerald MacLean ve Nabil Matar, Çeviren Bilal Genç, İş Kültür Yayınları, Nisan 2021, 404 sf.