Dünyada ve Türkiye’de temel bir insan hakkı olan düşünce, din veya inanç özgürlüğü hakkına ilişkin ciddi sınırlamalar varlığını korumaya devam ediyor. Toplum içindeki çeşitlilik arttıkça da yeni mevcut hukuk ve politik yaklaşımlar yetersiz kalıyor ve yeni çözüm üretilmesi gerekiyor. Türkiye’nin hızlı bir şekilde insan hakları alanında reformunu gündeminin merkezine oturtması normalleşmeye doğru atılmış büyük bir adım olacak. Peki Türkiye inanç özgürlüğü performansı açısından nerede duruyor?
Öncelikle düşünce, din veya inanç özgürlüğünün kapsamını hatırlatmakta yarar var:
Düşünce, vicdan ve din özgürlüğü
1. Herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahiptir; bu hak, din veya inanç değiştirme özgürlüğü ile tek başına veya topluca, kamuya açık veya kapalı ibadet, öğretim, uygulama ve ayin yapmak suretiyle dinini veya inancını açıklama özgürlüğünü de içerir.
2. Din veya inancını açıklama özgürlüğü, sadece yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda kamu güvenliğinin, kamu düzeninin, genel sağlık veya ahlakın ya da başkaları- nın hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli sınırlamalara tabi tutulabilir. (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 9. Madde)
Türkiye’de çok sayıda eski ve yeni mesele çözüm bekliyor
İnanç grupları uzun yıllardır, yeni anayasa yapım süreci de dahil olmak üzere, siyasi iradenin kararlılık göstererek köklü çözümleri katılımcı bir süreç içinde hayata geçirmesi yönünde taleplerini dile getirmektedir. Uluslararası insan hakları koruma mekanizmaları ve ulusal mahkeme kararları da Türkiye’nin yasa ve uygulamalarını din veya inanç özgürlüğüne ilişkin insan hakları standartlarıyla uyumlu hale getirmesinin gerekliliğine işaret ediyor. Hükümeti bu alanda gerçek bir değişim sağlama görevi bekliyor.
İnanç özgürlüğü hakkına ilişkin AİHM kararları uygulanmıyor
Gerek inanç grupları tarafından dile getirilen gerekse ulusal ve uluslararası mahkemeler tarafından tespit edilen sorunların bazıları zorunlu Din Kültürü Ahlak Bilgisi (DKAB) dersleri, vicdani ret hakkı, kimliklerde din hanesi, cemevlerinin ibadet yeri olarak tanınmaması bağlamında devletin inançlar karşısında tarafsızlığı olarak özetlenebilir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) inanç özgürlüğü alanında verdiği kararlar uygulanmıyor.
İnanç özgürlüğüne ilişkin kısıtlayıcı uygulama varlığını sürdürüyor
İnanç özgürlüğüne ilişkin eskiden beri süregelen kısıtlayıcı zihniyet temel bir siyasi problem olmaya devam ediyor.
İbadet yeri statüsünün tanınması gibi idari konularda farklı inanç ve mezhepleri dışlayan pratikler sürüyor. Cemevlerinin ibadet yeri statüsü tanınmadığı gibi, Protestan ve Yehova’nın Şahidi gibi grupların ibadet yeri statüsü için yaptıkları başvurular da kabul edilmiyor. İnanç özgürlüğü, inanan inanmayan, azınlık veya çoğunluk herkesin hakkıdır ve devletin inançların meşruiyetini değerlendirme hakkı yoktur.
Geçmiş yıllarda, Vakıflar Kanunu’nda yapılan değişiklik gibi, özellikle bazı grupların haklarının korunması ve geçmişte yaşanan adaletsizliklerin telafi edilmesi amacıyla atılan olumlu adımların sürdürülmesi gerekiyor.
İfade özgürlüğüne yönelik sınırlama ve kovuşturma inanç özgürlüğünü de kısıtlayabilir
İfade özgürlüğü ve inanç özgürlüğü hakkının kesişiminde ise özellikle Ateizm Derneği ve üyelerine yönelik kovuşturma süreçleri ve Yahudi ve Hristiyanlara yönelik nefret söylemi kaygı verici olmaya devam ediyor. Nefret söylemlerinin münferit olmadığı, uzun yıllara yayılan bir süreklilik ve kalıp içerdiği açık. Yargıya taşınan başvurularda, hakim olan inancın veya hakim inanca mensup bireylerin öncelikli olarak korunması yerine, Türk Ceza Kanunu’nun 216(3) Maddesi, AİHM içtihadını sistematik bir şekilde uygulayacak bir şekilde yorumlanmalıdır. Ek olarak, ifade özgürlüğünü kısıtlayacak önlemlere, kesin olarak gerekmediği sürece, başvurmak yerine meselelerin çok boyutlulukları göz önünde bulundurularak ele alınması çözüm olacaktır.
Devletin dinle ilgili işlemlerinde tarafsızlık yükümlülüğü
Son yıllarda eğitim sistemine ilişkin yapılan değişiklikler okullarda inanç özgürlüğünün korunmasıyla ilgili eski ve yeni meselelere yönelik bütünsel bir değerlendirme ve değişim ihtiyacını beraberinde getirdi.
AİHM’nin kararlarıyla en fazla gündeme gelen zorunlu DKAB dersleri kadar seçmeli din derslerinin seçiminde ve uygulanmasında ortaya çıkabilecek inanç özgürlüğü ve devletin tarafsızlığı meselesi ortaya çıkıyor. Temel Öğretimden Ortaöğretime Geçiş (TEOG) sınavının DKAB derslerinden muaf olan öğrencilerin dezavantajlı duruma düşmesine sebep olabilmesi, öğrencilerin istemedikleri halde İmam Hatip Liselerine yerleşmek durumunda kalabilmeleri ve okullarda din veya inanç temelinde çoğulculuğun güvence altına alınmasıyla ilgili eksiklikler eğitimde çocuğun, ebeveynlerin ve öğretmenlerin inanç özgürlüğü haklarının korunması konusunda kat edilecek çok yol olduğunu gösteriyor.
Kamu mali kaynaklarının din veya inanç grupları arasında eşitlik ve tarafsızlık ilkesi çerçevesinde paylaşımı konusunda Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren var olan sorun köklü bir reform ihtiyacını ortaya koyuyor. Mevcut durumda, bir kamu hizmeti olarak görülen din hizmetlerinin maliyeti genel bütçeden, özellikle Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesine ayrılan kaynak aracılığıyla, sağlanmaktadır. Dolayısıyla, Diyanet İşleri Başkanlığı yapısı dışında yer alan inanç kurumları bütçeden, bazı ibadet yerlerinin elektrik faturalarının ödenmesi gibi sembolik katkılar dışında, yararlanamıyor.
Şayet din hizmetlerine kamu kaynaklarından bütçe ayrılacak ise bunun tüm inanç gruplarının din veya inanç hizmetlerine katkı sağlayacak şekilde paylaşımı için yeni bir model, kapsayıcı bir danışma süreciyle, geliştirilmesi kaçınılmaz bir adımdır.
Türkiye’de inanç özgürlüğü hakkının insan hakları standartlarıyla uyumlu bir şekilde korunması için atılması gereken somut adımların ana başlıkları şöyle sıralanabilir:
* Türkiye’nin eski ve yeni inanç özgürlüğü sorunları için köklü reformlar yapılması, uluslararası insan hakları normlarıyla uyumlu bir İnanç Özgürlüğü Yasası çıkarılması pek çok sorun için çözüm sağlayacaktır.
* İfade özgürlüğü ve inanç özgürlüğünün kesişiminde yer alan Türk Ceza Kanunu 216 (3) Maddesi AİHS ile uyumlu bir şekilde yorumlanmalı ve inançsızları veya dine eleştirel yaklaşanları sindirme aracına dönüşmemelidir.
* İbadet yeri kurma ve yaşatma hakkı herkes için sağlanmalı. Cemevleri ibadet yeri olarak tanınmalı. İbadet yeri statüsü başvuruları belediyeler ve valiliklerce kolaylaştırıcı bir şekilde ele alınıp karara bağlanmalıdır.
* Askerlik hizmetine vicdani ret hakkı uluslararası hukuk normlarıyla uyumlu olacak şekilde tanınmalı ve bunun için yasal düzenleme yapılmalıdır. Ayrımcı olmayan alternatif hizmet olanağı tanınmalıdır.
* İnanç gruplarının tüzel kişilik edinme hakkı korunmalı, ideal olarak bir inanç kurumu tüzel kişi statüsü oluşturulmalıdır. Bu statü oluşturulana kadar vakıf ve dernek kurma süreçleri kolaylaştırılmalıdır. Dini toplulukları desteklemek amacıyla vakıf kurma yasağı kaldırılmalıdır. Tarikatlara ve tekke ve zaviyelere ilişkin düzenlemeler uluslarası normlarla uyumlu hale getirilmelidir.
* Eğitim alanında çocuğun, ebeveynlerin ve öğretmenlerin inanç özgürlüğü hakkına saygı gösterilmeli ve okullarda çoğulculuk güvende altına alınmalıdır
* Din hizmetlerine ayrılan kamu mali kaynaklarının adil paylaşımı sağlanmalıdır.
* Vakıflar Kanunu’nun Geçici 11. Maddesi ile iadesi mümkün olmamış taşınmazların iadesi için yeni yasal düzenleme yapılmalıdır.
* Cemaat vakıflarının seçim yönetmeliği daha fazla gecikmeden hazırlanmalıdır. (my/ea)