Hava soğuk, hava karanlık!
Bir dirhem onura muhtaç zamanlar yaşandı, unutulmadı!
Yaşayanlar bilirler bir dirhem gazetecilik geride kaldı, “bir dönem gazetecilik” sona erdi.
Artık başka bir anlayış, başka bir şey gazetecilik!
Bir zamanlar, bir gazete mekânında, hapishanelerde, mahkemelerde, Cumhuriyet’te…
Sanık yapmak için tanıklık yapanlara, koltuğunun altındaki Cumhuriyet gazetesini koşa koşa suç delili olarak sunanlara, suçlamak için tanıklık yarışına girenlere, tanık seçenlere, en büyük yazar olduğunu ilan edenlerin tanıklıklarına, yargılanan gazetecileri suçlarken iki eli havada sırtını mahkemeye dönüp dinleyicilere hitap edenlere, kendini gazeteci zannedenlere, hırsları akıllarının önüne geçenlere, gazeteciliği ihbarcılık sananlara, gazetecileri kendi hırsları adına suçlayanlara, suçlayan gazetecileri tanık seçenlere, yargılayanlara, büyük bir hazla sorular sorarak sanki gerçeği arıyormuş gibi davrananlara, iddianameleri tekrarlayanlara, yükselmek isteyenlere, sonunda yükselen duygusuzların kör vicdanlarına, hukuksuzluklarına, izansızlıklarına, sevimli görünmek için maskelerini takarak pis pis sırıtmalarına, müstehzi ifade alanlara, anlarmış gibi gazetecilikten suçlama üretenlere, sorular hazırlayıp makamlarını bağışlayanlara ödenecek diyetlerin arkasına sığınan zavallılara, yetmeyen yalanlarına yalanlar katan kifayetsizlere, beş paralık değerleri olmayan muhterislerin kralın soytarısı olmak için adaylık kuyruğuna girenlere, siyasal iktidardan medet umanlara, siyasal iktidardan yardım istemekten utanmadan şikayet dilekçesi yazanlara, kurtarın bizi diye iktidara yalvaranlara, iktidara yalvarmayı gazetecilik sayanlara, işbirliğine varım diyerek her türlü güce yanaşanlara, kendi çıkarları için taraf olmaya hazır olanlara, utanması olmayanlara, muhabir olduklarını zanneden bin yüzlü müsveddelerin köksüzlüklerine, terkedilmiş “çalışma arkadaşlıklarının” vefasızlığına…
Alın hepsi sizlerin olsun, alın hepsini… Suç çarkını kendi meslektaşları için çevirenlerden olup böyle olmak mıdır gazetecilik?
Bir gün hırslarınıza doyarsanız şayet…
Mahkeme duvarları ile yüzleştiğinizde, duyduğunuz sözlerdir yankılanan.
Gazeteci Orhan Erinç’in sözleri ithaf olunur….
“27/07/2017 TARİHLİ 1. OTURUM
SANIK MEHMET ORHAN ERİNÇ: Efendim önce, daha önceki arkadaşlarıma sorulan sorulardan yola çıkarak gazeteciliğim konusunda bilgi sunmak istiyorum. Ben gazeteciliğe 14 Şubat 1957 de başladım. 60.yılımdayım. Bu 60 yılın 45 yılı Türkiye gazeteciler cemiyeti ve Türkiye Gazeteciler sendikası yönetiminde geçti. Bu 45 yılın 18 yılı da Türkiye gazeteciler cemiyeti başkanlığı ile Türkiye gazeteciler sendikası genel başkanlığı olarak geçti. Yani yönetim kurulu nedir, başkanlık nedir konularında deneyimliyimdir. Başkanlığım sadece Cumhuriyet vakfı ile sınırlı değildir. Bu dava sadece gazeteciliğin yargılandığı bir dava değildir. Çünkü buradaki arkadaşlarım Kanun Hükmünde Kararname ile mesleklerinden, mesleklerini yapmaktan da yasaklanmış durumdadırlar. Daha önce arkadaşlarımın söylediklerini yinelemek istemem ama gazetecilik konusunda 2 saptamamı belirtmek isterim bunlardan birincisi bizim gazeteci olarak halkı bilgilendirmek için yaptıklarımızı kamu görevlilerinin karşı casusluk yaklaşımı ile okuduklarını anlıyorum. Yani biz yazdıklarımızda halkı bilgilendirmiyoruz birilerine mesaj veriyoruz gibi bir anlayış hâkim ne yazık ki Türkiye de. İkincisi gazetecilerden yargıç ve savcı gibi davranması bekleniyor. Ne demek istediğimi şöyle anlatayım. Bizim için olay haberdir. Yolsuzluk, usulsüzlük, kavga, dövüş bizim için haberdir ama yargıç ve savcılar için eğer elde edilen belgeler yasal biçimde elde edilmemiş ise hukuken hiçbir değeri yoktur. Ama bizden istenen de yargıç ve savcılar gibi davranmaktır. Yani yolsuzluk olmuştur diyelim belgeler ortaya çıkmıştır ama belgelerin yasaya aykırı olarak elde edildiği anlaşılmıştır. Yargının yapacağı tek yol yasal yol takipsizlik kararı vermektir. Ama takipsizlik kararı verildiğinde olay ortadan kalkmış değildir gazeteciler için haberdir.
O nedenle burada Türkiye’deki gazeteciliğin yapılması konusundaki engellerden bir başkasıdır. Şimdi atılmaya çalışan suçlardan en önemlisi Cumhuriyet vakfı yönetim kurulunun bir bölümünün vakfı ele geçirmek için çalışma yaptığı ve Cumhuriyetçileri tasviye ettiği yayın politikasını değiştirdiği yolundadır. Peki bu iddia kimindir bu iddianın sahibi evet biz tasviye edildik diyen üç kişidir. (…)
Şimdi bu üç arkadaş ki bu soruşturmanın çarkını çevirenler de bunlardır. Kendilerinin tasviye edildiğini iddia etmektedirler. (…) biz yayın politikası olarak neyi değiştirdiğimizi anlamakta zorlanıyorum. Eğer bir haberlerin akışı gündem değişikliği nedeniyle değişmiş ise benim o haberleri vermek gibi yükümlülüğüm var onları bırakıp başka haber verseydim değişmeyecek miydi yayın politikası asıl o zaman değişecekti yani o nedenle bu iddiaların gerçek olmasını anlamak benim için zor. Tasviye meselesini de anlattım. …
(…) Arkadaşlarımı manipüle etmek gibi bir işlevim hiçbir zaman olmamıştır. Çünkü 60 yıllık gazetecilik hayatımda, yöneticilik hayatımda benim hiç adamım olmamıştır. Hep iş arkadaşım yahut arkadaşım olmuştur. Bu tasviye ettiğimizi iddia eden arkadaşlarımızın yakıştırdıkları bir suçlama girişiminin sonucudur. Ben söylemek yerine başkanın ben başkanlığı Burhan Felek’ten öğrendim onun yanında yetiştim. Gazeteciler cemiyetinde ve başkanların öneride bulunmak ya da tartışmaya herkesten önce katılmak gibi bir yaklaşımının yanlış olduğunu bilirim çünkü başkanlar hem oylarını en son kullanırlar hem de görüşlerini en son açıklarlar. Ve bu iddia temelsiz düşmanlıktan gelen Cumhuriyeti babalarının çiftliği sanan hırslarını akıllarının önüne geçiren tasviye edildiğini sanan arkadaşlarımızın iddiasından ibarettir gerçekle bir bağlantısı yoktur. Gazetecilik nedeni ile oluşan iki alışkanlığım var birinci ben 24 yaşında istihbarat şefi yaptılar beni…. Fakat muhabirler 40 yaşındaydı, muhabirler. Hitap etmek konusunda sıkıntı yaşadım. Çünkü abi deseniz kendisinden iş isteyeceksiniz laubalilik olur. Onun için ben insan arkadaşlarıma isimleri ile hitap etmekten kaçınırım o alışkanlıkla işte efendi abi derim, müdür bey derim, abla derim yani bu alışkanlığım var o nedenle benim konuşmalarımda aşırı senli benli şunu seçelim, şunu yapalım gibi bir şey söyleme alışkanlığım da zaten yoktur. İkincisi 1962 de Ethem İzzet Benice’nin genel yayın yönetmeni oldum 26 yaşındaydım orada fark ettim ki iş arkadaşlığı çok önemli bir niteliktir. O 1962 yılından vakıf sorunun ortaya çıktığı 2013 yılına kadar yani 51 sene çalışma arkadaşlarımdan birini suçlamak durumunda kalırsam savunmak için kendimi savunmadım. Ama bu ilkemi zorunlu olarak 7 kişi için bozdum. O nedenle rahatsızlık duyduğumu da söylemeliyim. Ama mecbur kaldım, bıraktılar diye düşünüyorum yani. Ben 1981 de Cumhuriyette yönetim değişti sorumlu yazı işleri müdürüydüm ayrıldım. Bazı gazetelerde çalıştım. Efendim tabi 57 de başladığım için 27 mayısı, 21 şubatı, 22 Mayıs’ı, 12 Mart 1971’i, 12 Eylül 1980’i de yaşadım yani darbeler ya da askeri müdahaleler konusunda da deneyimliyim. 27 Mayıs 1960 da Demokrat Parti millet vekilinin gazetesinin istihbarat şefiydim. Gazeteye blokaj konulduğu için maaşlarımızı alamıyorduk. Ben bir tek işte çalışarak yaşamımı sürdürdüm. Ama 1962 yılında gazete ekonomik nedenlerle kapandı
12 Mart 1971'de Cumhuriyetin istihbarat şefiydim. 12 Eylül 1980'de de sorumlu yazı işleri müdürüydüm yani askeri müdahalelerin gazeteciliğe getirdiği sıkıntıları yaşamış biriyim. Darbenin nereden gelirse gelsin mesleğimize öncelikle zarar verdiğini bilen bir gazeteci olarak karşınızdayım. Şimdi tabi ya ben Cumhuriyetin bir dönemdeki ekonomik sıkıntıları nedeni ile kıdem tazminatını yayıncı şirket hissesi olarak bağışlayan gazetecilerden biri olarak karşınızdayım.
1993 yılında sevgili Uğur Mumcu’nun suikasta kurban gitmesinin ardından İlhan Abi beni genel yayın danışmanı olarak davet etti. 1994'de genel yayın yönetmeni oldum. 2001'de genel yayın yönetmenliği devredip köşe yazarlığına başladım. Benim şöyle bir özelliğim daha var ben Cumhuriyete 1963'de geldiğimde 7 yıllık gazeteciydim ama normal mesaim bittiği zaman Cumhuriyet gazetesinin arşivine indim yeni harflerle yayına başlanan 1928 yılından 1963 yıl, girdiğim tarihe 1963 yılına kadar bütün Cumhuriyet ciltlerini okudum inceledim bu bana hem bana Cumhuriyetin ne olduğunu öğretti hem de eskiden yazılanları yeniden yazmak için konu yardımında bulundu o nedenle Cumhuriyetin yayın politikası konusunda kendimi yetkin saymayı alçak gönüllü bir tarafa bırakarak söylemek isterim. Yani savcılık ifadesi sırasında epeyce sorular soruldu. Hatta müstaharat (müstear ad) kullanıp kullanmadığım bile soruldu. Abilik söz konusu edildi. Tabi cemaat abisi olmadığımı anlattım dedim ki ben gazeteciliğe başladığımda bana amca derlerdi. Çünkü arkadaşlarımızın babalarıyla da tanıştım tanışıklığım vardı onun için amca derlerdi ama nesiller değişince o unutuldu artık abi diyorlar dedim. Bu bile şey oldu hee gibi ifademi alan hanımefendi savcı tarafından öyle biraz müstehzi bir yaklaşımla değerlendirildi. Ben 27 Mayıs sonrasında yasada (Yassıada’da) davalarını izleyen ve hala gazetecilik yapmakta olan 2 kişiden biriyim. O açıdan müdahalelerdeki yargılamanın nasıl olduğu konusunda da bilgim var. (…) Daha önce Cumhuriyet vakfı resmi senedinin başlangıç bölümü gündeme arkadaşlarım tarafından getirildiği yineleme ihtiyacını duymuyorum çünkü sizde dinlediniz. Yalnız şunu, şu bölümü tekrarlayayım savcılık ifadesinde ben Cumhuriyet gazetesinin genel yayın yönetmeni olduğum dönemde vakıftan hiçbir kimse bana karışmadı bende vakıf başkanı iken gazetenin genel yayın yönetmenine müdahale etmedim dolayısıyla kişisel olarak gazetenin başlıklarına ve haber içeriklerine yönelik bir müdahalem olmadı. Ben meslek örgütlerinde çalışan bir gazeteci olarak editoryal bağımsızlığı meslek yaşamım boyunca savunmuş bir gazeteciyim. Yani yazı işleri o günün haberlerini seçmek değerlendirmek ve yayınlamak konusunda özgür olmalıdır. Ama bu özgürlük mutlak özgürlük değildir. Bu özgürlük gazetenin yayın politikasını o yayın politikası Cumhuriyet de vakıf senedi ile belirlendiği için ona uygun davranmaktır. Ama bu gazetenin her haberi vermesinin önünde bir engel değildir. Daha sonra meslek ilkeleri konusunda nasıl gazetecilik yapıldığını anlatmaya çalışacağım orada bu konuda bilgi sunacağımı da belirtirim. Efendim şimdi tabi gayri ciddi bilirkişi raporlarına kızıyoruz ama haksızlık etmeyelim benim o raporlara hazırlayana bir teşekkür borcu olduğumu düşünüyorum çünkü yedi sülalemi aramışlar suçlayacak tek bir kuruş, kör kuruş bile bulamamışlar. Bu benim için önemli değil ama bir durum saptamasıdır. Çünkü ben yaşlandıkça kimi konularda önyargı olmaya başlıyor insan. Ben gazetecinin bin lira kazanıyorsa tabi bizim kendi gelirimize göre hesapladığım için bin lira pek geçerli değil ama bin lira kazanıyorsa bin 200, bin 300 liralık yaşayabilir. Ama iki bin 500 liralık yaşayayım dediği anda gazeteci değildir sakalı kaptırmıştır. Kullanılan bir adam olmuştur. Ne yazık ki medyamız son dönemde bu tür gazetecilerle karşı karşıyadır.
27/07/2017 TARİHLİ 2. OTURUM
SANIK MEHMET ORHAN ERİNÇ: (…) Cumhuriyet belirlenmiş yayın ilkeleri kapsamında gazetecilik görevini sürdürmektedir. Türkiye gazeteciler cemiyetinin Türkiye gazetecileri hak ve sorumluluk bildirgesi Cumhuriyetin yayın ilkelerinin ekidir. (…) gazeteciliğin nasıl yapılması gerektiği konusundaki ilkeleri anımsatmak istiyorum. Gazeteci başta barış demokrasi ve insan hakları olmak üzere insanlığın evrensel değerlerini çok sesliliğini, farklılıklara saygıyı savunur. Milliyet, ırk (anlaşılmadı), cinsiyet, din, dil, sınıf ve felsefi inanç ayrımcılığı yapmadan tüm ulusların tüm halkların ve tüm bireylerin haklarını ve saygınlığını tanır. İnsanlar topluluklar ve uluslararasında nefreti düşmanlığı körükleyici yayından kaçınır. Bir ulusun bir topluluğun ve bireylerin kültürel değerlerine ve inançlarına ve inançsızlığını doğrudan saldırı konusu yapmaz. Gazeteci her türden şiddeti haklı gösteren, özendiren, kışkırtan yayın yapamaz. Bu gazetecinin temel görevleri ve ilkeleri bölümünün 3.maddesiydi. Şöyle başlıyor aslında halkın bilgi edinme hakkı uyarınca gazeteci kendi açısından sonuçları ne olursa olsun gerçeklere ve doğrulara saygı duymak, uymak zorundadır. Gazeteci 5.madde gazeteci temel bilgileri yok edemez, görmezlikten gelemez ve metinler ile belgeleri değiştiremez, tahrif edemez. Yanlış yanıltıcı ve tahrif edilmiş yayın malzemesi kullanmaktan uzak durur. 17 numaralı bölümde şöyle gazeteci devleti yönetenlerin belirlediği ulusal ve Uluslararası politika konularında önyargılara değil halkın haber alma hakkına dayanır. Onu mesleğin temel ilkeleri ve özgürlükçü demokrasi kaygıları yönlendirir.
(…) Birde şunu da eklemek istiyorum. Arkadaşlarımı yakından tanıyordum. Ama buradaki tutumları davranışları ve yaklaşımları nedeniyle kendileriyle birlikte çalışmakta olmanın mutluluğunu bir kez daha yaşattıkları için kendilerine teşekkürlerimi bir kez daha sunuyorum. İddianameye karşı diyeceklerim bunlardan ibarettir. Savcılık ifademi kabul ediyor ve tekrarlıyorum. Mahkemenizce hakkımda beraat verilmesini talep ediyorum. Saygılarımla.” [i]
Orhan Abi’nin deyişiyle; onu sonsuzluğa uğurlayanlar arasından bir “Efendi Abi”, gerçek gazeteci olan bir gazeteci şöyle söyledi:
“Gazetecilikte bir devir kapandı”
(Fİ/RT)
[i] Mahkemede iddianameye karşı sorgu. 27/07/2017 Tarihli 1-2 Oturum Duruşma tutanakları. Sayfa 208-221 arası