Ulusal bütçelerin açlığa doğru sıkıştırdığı emekçi ve çalışanların bir de küresel finans güçlerince görünmez kılınmasına tepki olarak, Uluslararası Para Fonu (IMF) başkanı Dominique Strauss-Kahn'ın Bilgi Üniversitesi'nde ayakkabılı eylemle protesto edilmesi her zaman anlamlıdır.
Her toplandığı yerde insanların iyililiği için yapıldığı ileri sürülen, diğer yandan da "güvenlik önlemi" adına halklara kapatılan ve insanların kendi günlük güzergahlarında yürümelerine dahi engel oluşturan IMF etkinliklerinin başkanın gözü önünde protesto edilmesi önemlidir.
İşsizlik, sömürü, yolsuzluk, vergi adaletsizliği, gelir dengesizliği, kayırmacılık... Bu durumlara her gün bir şekilde tanık olan yurttaşların bir şekilde buna muhalefet etmeleri gerekmez mi?
Ayakkabılı protesto gazeteciye düşmez!
Bu konuda bir tereddüt olamaz. Eylemin, Ocak ayında Irak'ın başkenti Bağdat'ta gazeteci El Zaidi'nin görevinden ayrılacak olan Ortadoğu'da savaşın mimarı ABD başkanı George W Bush'a yönelik giriştiği ayakkabılı protestoyla benzerlik göstermesi, bunun canlılığından bir şey eksiltmez.
Ancak Strauss-Kahn'a ayakkabı fırlatma fikrinin bir gazeteciden gelmiş olmasını sanırım meslek içinde tartışılması gereken bir yönü var. Acaba o ayakkabıyı, Birgün gazetesi editörü olarak akredite olmuş bir meslektaşımızın yapması yerinde bir davranış mı?
Benim kişisel kanaatim, hayır.
Bir yıldır gazetede politika editörü olarak çalıştığı ifade edilen Selçuk Özbek, sekiz saat süreyle gözaltında tutulduktan ve serbest bırakıldıktan sonra televizyonlara, "Önceden düşünülmüş bir eylem değil. Şahsi de bir eylem değil. İnsanlar için bu eylemi yaptım. IMF'ye her yerde benzer şekilde tepki gösterilmeli" dedi.
Özbek'e inanıyoruz ancak gözden ırak tutulmaması gereken önemli başka bir yönü var olayın: Gazeteciler, basın meslek örgütleri ve genel anlamda hak savunucuları, uzun bir süredir, akreditasyonun kaldırılması ve yayın kuruluşları arasında akreditasyonda ayrımcılığın giderilmesi konusunda mesajlar yayımlıyorlar.
Mekanlara bağlı olarak Kürt, Sol veya İslamcı basından gazetecilere akreditasyon zorluğu çıkarıldığı ve bazı ortamlara hiç davet edilmedikleri pekala biliniyor. Mesela, Birgün, Evrensel ve Günlük de dahil olmak üzere bir çok gazeteye askeri kuruluşların kapıları kapalı..Örneğin, başörtülü muhabirlerin kamu kuruluşlarına alınmadıklarına dair sayısız şikayet var. Diğer yandan, son dönemlerde medyanın "Ergenekoncu-İslamcı" yaftasıyla ayrıştığı, bunun alanda keskin ayırımcı uygulamalara neden olduğu da malum.
Gazeteciyse eylem yanlış!
Eğer haberci olarak toplantıda yer almışsa Selçuk Özbek'ten, üzerinde yeterince düşünmeden giriştiği eylemini, bir de gazetecinin gazeteci olmaktan doğan sorumlulukları açısından değerlendirmesini isterim. Bir güven mesleği olan gazetecilik başka bir uğraşla karıştırılmamalı, bunlara alet edilmemeli.
Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi'nde "özdeşleşme" başlığı altında durumumuza uyarlanabilecek şöyle bir cümle geçer: "Gazeteci, ihtisas alanı ne olursa olsun öncelikle gazetecidir..."
Bu cümleyi birazcık genişletecek olursak, gazetecinin, mesleğinin sınırlarının bir gereği olarak, sadece kamuoyunun bilgilendirilmesi işini üstlenebileceği, barışseverliği, duyarlılığı ve mücadeleci özellikleri ne kadar güçlü olursa olsun "eylemciliği" habercilikle karıştıramayacağını açıkça söylemek zorundayız.
Sadece gazetecilik yapalım!
Gazetecilik başkadır, eylemlilik alanı başkadır. Birgün gazetesinin bugünkü kapağındaki "ayakabbı"yı, anti-emperyalist ve küresellik karşıtı bir yayın çizgisine vurgu olarak görüyorum.
Ancak gazete yetkililerinin iç sayfadaki "BirGün yersin ayakkabıyı!" köşesinde ifade ettikleri memnuniyete, bir gazeteci olarak katılamayacağım. Birgün gazetesini, sadece habercilik yaptığında beğeneceğim. (EÖ)