Hepsi yaşlı, "en genci altmışlık" zatlar... Asıl görevleri cami hatipliği, imamlık, medrese hocalığı. Kimisi devlet matbaası Matbaa-i Amire'den getirtilmiş, kimisi üç beş kuruş kazanabilmek için dizgiciliği öğreniyor. Dizgi harflerinin bulunduğu "hurufat kasalarısın önündeki "kürsü" denilen, minderli, çevresi yastıklarla donatılmış sedire oturmuşlar, harfleri birer birer önlerindeki kasalardan alıp ellerindeki "kumpas"a yerleştiriyorlar. Aradıklarını bulamayınca da yanlarındaki, az ötelerindeki arkadaşlarından istiyorlar:
"- Hasan Efendi, bir mim başı ver!"
Dizilen satırlar sütunlara, sütunlar sayfalara dönüşüyor. Sayfalar bağlanıyor, düzeltisi yapıldıktan sonra yandaki odaya götürülüp el tezgahına yerleştiriliyor ve gazete basılıyor.
Gazetenin tek satıcısı, Tömbekici Hasan Ağa... Merdiven başından gazeteyi alıp bitişikteki ya da pek yakındaki tütüncü dükkanına götürüyor. Ve isteyenlere, tezgah altından çıkarıp vererek parasını alıyor. Henüz gazete satıcısı, gazete dağıtıcısı yok... Bir süre sonra "müvezzi" denilen dağıtıcılar ortaya çıkacak, ama bunlar da koltuklarının altındaki gazeteyi sessiz sedasız satacaklar. Bu gizliliğin ya da sessizliğin nedeni, bağnaz suhte (softa, medrese öğrencisi) korkusu... Bir de lobutlu, usturalı, kamalı dolaşan bağnaz hocalardan korku... İşin uçunda kıyasıya dayak yemek, hatta kimvurduya gitmek var...
Nizama uymak
İlk sayısı 21 Ekim 1860'ta çıkan ve ilk özel gazete olarak nitelenen Tercüman-ı Ahval, bu koşullar altında yayımlanıyordu.
İlk özel gazeteydi ama, ilk gazete değildi. Türkiye'de ilk gazeteleri (Bulletin de Nouvelles, 1795; Gazette Française de Constantinople, 1796) Fransızlar yayımlamışlar; ilk Türkçe gazeteyi Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa 1828'de çıkarttırmış (Vakayi-i Mısriye, Türkçe-Arapça); İstanbul'da ilk Türkçe gazete II. Mahmud'un buyruğuyla ve resmî nitelikli olarak yayına girmiş (Takvim-i Vakayi, 1831; Fransızca, Ermenice, Rumca, Farsça, Arapça nüshaları da vardı); İngiliz asıllı William N. Churchill 31 Temmuz 1840'ta Ceride-i Havadis'i çıkarmaya başlamış ama 150'den fazla okur bulamadığı için gazetesinin yayınını durdurmak zorunda kalmış, bunun üzerine kendisine devlet yardımı yapılmış ve Ceride-i Havadis yarı resmî bir gazete kimliğine bürünmüştü.
Tercüman-ı Ahval'in yayıncısı Agah Efendi (1832-1885), ailesi dolayısıyla "Çapanzade" diye anılıyordu. Daha önce birtakım devlet görevlerinde bulunmuştu. Gazeteyi çıkarmadan önceki görevi Hersek Meclisi geçici reisliğiydi. Mart 1860'ta Maarif-i Umümiye Nezareti'ne (Eğitim Bakanlığı) dilekçeyle başvurarak gazete çıkarma izni verilmesini istemiş; Meclis-i Maarif bu başvuruyu görüşmüş ve bir "mazbata" (rapor) hazırlamıştı. Bunda, Agah Efendi'nin "Ceride-i Havadis şeklinde bir şey çıkarmak" istediğinin anlaşıldığı, Osmanlı Devleti bendelerinden böyle bir zatın bunu bastırıp yayımlamaya heves göstermesinin övgüye değer bulunduğu, gelir ve giderleri kendisine ait olmak, nizama uygun hareket etmek üzere basılmasına hoşnutluk duyularak, ruhsat verilmesinin uygun bulunduğu belirtiliyordu.
Agah Efendi, "ruhsat" (yayın izni) alınca, Tercüman-ı Ahval'i haftada bir yayımlamaya başladı. 40x55 cm. boyutundaki gazetede, biraz aşağıda değineceğimiz makalelerin yanı sıra, "Havadis-i Dahiliye" ve "Havadis-i Hariciye" başlığı altında verilen iç dış haberler, ülke dışında yayımlanan ya da Beyoğlu'nda çıkan yabancı gazetelerden çevrilen siyasal haber ve makaleler, çoğu çeviri olan ansiklopedik bilgiler yer alıyordu. Gazetede resmî ve özel ilanlar da önemlice bir yer tutmaya başladı. (Tarifeye göre ilanın satırı 3 kuruştu; birkaç kez verildiğinde indirim yapılmaktaydı.)
Gazete, 25. sayısından (22 Ocak 1861) başlayarak yayın süresini haftada üçe çıkardı. Bu kez boyutları yarı yarıya küçüldü ve fiyatı üç kuruştan kırk paraya (bir kurusa) indi. Daha sonra haftada dört, beş ve altı gün çıkacaktır. Başlıca rakibi, Ceride-i Havadis'tir. Bu gazete 1864'te Ruzname-i Ceride-i Havadis adını alacak ve Tercüman-ı Ahval'le rekabet edebilmek için büyük boyda ve haftada beş gün yayımlanacaktır.
Özgürlük düşüncesi
Agah Efendi'nin başlıca yardımcısı, Şinasi idi. Şinasi, Tercüman-ı Ahval'in ilk sayısındaki ünlü giriş yazısında (mukaddeme), halkın görevleri olduğu kadar hakları da olduğunu ve ülke yararına konularda görüş bildirmenin bunlar arasında bulunduğunu yazmış; öteki yazılarında -satır aralarında da olsa- özgürlük düşüncesini savunmaya girişmişti. Gazetede kimi zaman da yöneticilerin hiç alışık olmadığı açık eleştiriler yer alıyordu.
Bunlardan birinde. Ziya Beyin (Paşa) kaleminden çıktığı öne sürülmüş olan bir makalede, eğitim yöntemi açık açık eleştiriliyordu. Bu makale yüzünden, rakip gazete Ceride-i Havadis'le aralarındaki tartışmalar gerekçe gösterilerek, Tercüman-ı Ahval Babıali'nin (sadrazamlık) buyruğuyla kapatıldı ve açılmasına ancak iki hafta sonra, kimi koşullara uyulması şartıyla izin verildi.
1860-76 arasındaki on beş yıllık dönemde gazete sayısı artar ve gazetecilik gelişirken, basının baskı altına alınması ve sansür edilmesi yolunda girişim ve uygulamalara ağırlık verilecektir. Bu çerçevede, öncelikle ilk basın yasası sayılacak olan 1864 tarihli Matbuat Nizamnamesi çıkarılacaktır ki, 1852 tarihli Fransız Basın Yasası temel alınarak hazırlanan bu nizamname, hapis ve para cezalarının yanı sıra, gazeteler için geçici ya da süresiz kapatma cezaları da getirmektedir.
Gazete ve dergi sayısının artışı üzerine kısaca şu bilgileri verebiliriz: Şinasi, 1861'de Tercüman-ı Hakikat'ten ayrılarak kendi gazetesi-Tasvir-i Efkar'ı yayımlamaya başladı. 1863'te Mir'at gazetesi ile Münif Efendinin (Paşa) Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye adına yönettiği önemli bir dergi, Mecmua-i Fünun yayına girdi. Aynı yıl Mecmua-i İber-i İntibah adlı dergi, ertesi yıl Mecmua-i Askeriye çıktı. Bunları Mecmua-i İbretnüma (Mecmua-i İber-i İntibah yerine), Mecmua-i Havadis, Takvim-i Ticaret, Ayine-i Vatan, Muhbir, vb. gazete ve dergiler izledi...
Şinasi'nin satır aralarında ortaya attığı özgürlük düşüncesi, çağın gazeteci-aydınlarınca da benimsenmişti. Açıkça dile getirilemeyen, ama gazeteler kapatıldıkça tepkilerle birlikte ortaya konan bu düşünce, sözü geçen aydınların, giderek güçten düşen ve Batıdan esinlenilerek ya da Batının dayatmasıyla girişilen düzeltimlerle (reformlarla) ayakta kalmaya çalışan Osmanlı Devleti'ni güçlendirecek rejim arayışlarının ekseninde yer almaya başlamıştı. Bu aydınlar ayrıca, Sadrazam Ali Paşa'nın totaliter yönetimine engel olmanın yollarını da arıyorlardı. Bunun sonucunda, 1865'te İstanbul'da Belgrad Ormanı'nda düzenledikleri bir kır yemeğinde gizli örgüt kurma kararı alan aydınların ülkeden ayrılmaları ve 1867-68'de orada gazeteler çıkarmaya başlamalarıyla "Yeni Osmanlılar" hareketi doğmuş oldu. Avrupa'ya kaçan aydınlar arasında "icrai yönetenlerin alafranga dalına mensup" ve basında da adını duyurmuş Agah Efendi, Namık Kemal, Kayazade Reşad, Menapirzade Nuri, Subhipaşazade Ayetullah, Mir'at sahibi Refik Beyler, Ali Suavi, Ziya (Paşa) gibi kimseler vardı. Bu aydınların Avrupa'da yayımladıkları gazetelerde meşrutiyet düşüncesi açıkça savunuldu ve bir bakıma demokrasi savaşımı verildi.
Çekişmeler sürüp giderken dil ve edebiyat alanları da gelişip yenileşiyordu. Şinasi (1824-1871),dil yalınlaşmasına da öncülük etti. Tercüman-ı Ahval'deki, yukarıda değindiğimiz sunuş yazısında, gazeteyi "umum halkın kolaylıkla anlayabileceği mertebede" kaleme almak gerektiği üzerinde duruyordu. Nitekim, Divan düzyazısındaki uzun, anlaşılması güç cümleleri parçalayarak tumturaklı anlatımdan yalın anlatıma geçişin de öncüsü oldu. Onun, siyasal görüşlerini makalelerine açıklıkla yansıtmadığı, yansıtamadığı belirtilmiştir. Buna karşılık, Tanzimat'ın en önemli kişisi Mustafa Reşid Paşa için yazdığı kasidelerde demokrasi özlemini dile getirmektedir:
"Şem'idir kalbimizin can ile mal ü namus / Hıfz için bad-i sitemden olur adlin fanus
"Ettin azad bizi olmuş iken zulme esir / Cehlimiz sanki idi kendimize bir zencir
"Bir ıtk-namedir insana senin kanunun / Bildirir haddini sultana senin kanunun"
(Can, mal ve namus kalbimizin ışığıdır; onları zorbalık rüzgarından korumak için senin adaletin bir fanus olur. Zulme esir olmuşken bizi özgürlüğe kavuşturdun. Bilgisizliğimiz sanki kendimize bir zincir olmuştu. Senin kanunun insana bir özgürlük belgesidir; sultana haddini bildirir.)
"Ey ahali-i fazlın reis-i cumhuru" (Ey erdemli kişilerin cumhurbaşkanı) dizesi bile, çağına göre çok ileri bir anlayışın ve gözüpekliğin ürünüdür.
Namık Kemal'in ve kimi yazarların da vatan, özgürlük gibi kavramlar üzerinde özellikle durdukları bilinir.
Bu dönem içerisinde Osmanlı Devleti, başlıca Balkanlardaki ayaklanma ve kargaşayla, Girit isyanıyla, Mehmed Ali Paşa'nın torunu İsmail Paşa'nın Mısır valiliği sırasında başgösteren sorunlarla, iflas noktasına gelen ekonomisini düzeltmekle uğraştı.
Sadrazam ve Hariciye Nazırı Ali Paşa'nın 7 Eylül 1871'de ölümüyle Avrupa'ya kaçan aydınlar ülkeye dönecekler ve yeniden devlet görevi alacaklardı. Ama Osmanlı Devleti'nin bunalımları bitip tükenmiyor; üstelik bunlara yenileri ekleniyordu: 1875'te Hersek isyanı patlak verecek, aynı yıl Osmanlı Devleti, beş yıl süreyle faiz borçlarının ancak yarısını ödeyebileceğini açıklayarak (Tenzil-i Faiz kararı) malî iflasını ilan edecek ve bu Avrupa'da büyük yankılar uyandıracak, 1876'da Bulgar isyanı başgösterecekti. Bütün bunlardan sonra Sadrazam Mütercim Rüştü, Midhat ve Hüseyin Avni Paşalarla Şeyhülislam Hayrullah Efendi'nin ve Askerî Mektepler Nazın Süleyman Paşa'nın girişimleriyle Abdülaziz tahttan indirilecek, V. Murad padişah ilan edilecekti. Ve üç ay sonra, 31 Ağustos 1876'da II. Abdülhamid tahta oturacaktı...
Borçlanmalar
Tercüman-ı Ahval'in yayımlanışını ve bu tarihten sonraki olayları yukarıda kısaca anlattık. Şimdi de gazetenin çıkmasından önceki on, on beş yıla bir göz atalım.
1839'da Tanzimat'ın ilanıyla yeni bir çağ açılmıştı. Hükümdar, ilk kez "mutlak" haklarının sınırlanmasını kabul etmiş, böylece imparatorlukta klasik despotizm sona ermiş, modern otokratik yönetime geçişin ilk adımı atılmıştı. Mustafa Reşid Paşa'nın sadrazamlığa getirilmesinden sonra "Tanzimat", Avrupa devletlerinin de zorlamasıyla yönetsel ve malî alanlarda uygulanmak işlendiyse de büyük tepki ve güçlüklerle karşılaşıldı.
1854'te başlayan Kırım Savaşı sırasında İngiltere ve Fransa Osmanlı Devleti'nin yanında, Rusya'ya karşı savaştılar. Buna karşılık, barış görüşmeleri sırasında ülkedeki Hıristiyanların her bakımdan Osmanlılara eşit olmaları koşulunu Osmanlı yönetimine kabul ettirdiler. Paris Barış Antlaşması'nın temeli olacak bu koşul, daha antlaşma imzalanmadan, 18 Şubat 1856 tarihli "Islahat Fermanı"nda yer alıyordu. Burada Tanzimat Fermanı'ndaki ilkeler bir kez daha ortaya konuluyor, eşitliği sağlamak üzere yapılacak düzeltimler üzerinde duruluyordu. Çok geçmeden Abdülmecid öldü, Abdülaziz tahta oturdu (1861).
Savurganlıklar, parasal bunalımlar ve sürekli borçlanmalarla geçen bu dönemde Eflak ve Buğdan'ın adım adım bağımsızlığa doğru giderek Romanya Devleti'ni oluşturmaları, Sırbistan, Karadağ, Mısır, Tunus, Lübnan, Girit, vb. sorunları başgösterdi. Bunlar ülke içinde hoşnutsuzluğu artırdığı gibi, Fuad ve Ali Paşaların yönetimleri de huzursuzluklara yol açıyordu.
Yine bu dönemde " Tanzimat alafrangacılığı" üst sınıflar arasında yayılmaya başlamıştı. Devlet adamları ve varlıklı kesim, giyim kuşamda, ev ve toplum yaşamında "Batı usul ve adetleri"ni uyguluyorlar, Batıdan gelen eşyayı kullanıyorlardı. Özellikle Kırım Savaşı sıralarında, Kırım'a gidecek İngiliz, Fransız ve Sardunya ordularının İstanbul'a uğrayıp bir süre kalmaları, Batı etkisinin önemli ölçüde artmasına yol açtı. Yeni yaşama biçimi,Osmanlı sarayının bile sardı. Padişah yabancı konuklarına balolar veriyor ya da elçiliklerde düzenlenen balolara katılıyordu. Yalı ve konaklarda "Avrupai lüks hayat" yaşayanların sayışı giderek artmıştı. Abdülmecid'in savurganlığı yüzünden devlet bütçesindeki açık sürekli artıyor, açığı kapatmak için dış ve iç borçlanma yöntemine başvuruluyor; bu da, faiz ödemeleri dolayısıyla, açığı daha da büyütüyordu.
Batı'dan çeviriler
Öte yandan, Tanzimat'ın ilanı sıralarında doğmuş, yeni açılan okullarda okumuş ve çoğu Fransızca'yı öğrenmiş gençlerin oluşturduğu bir "Tanzimat kuşağı" yetişmişti.
Bunlar, 18. yüzyıl Fransız yazarlarından etkileniyorlardı. Birçoğu, o dönemin aydınları gibi bürokraside görev alırken, bir yandan da yazarlık alanında adım duyurmaya, basında çalışmaya başlamıştı. Ülkedeki hoşnutsuzluk havası içinde ortaya attıkları yeni görüşler, saltçı yönetime alışkın iktidar çevrelerini öfkelendiriyordu.
İlk yazınsal çevirilerin bu dönemde yayımlanması bir rastlantı değildir: Önce Şinasi'nin Tercüme-i Manzume'si basıldı (1859). Bunda kimi Fransız şairlerinden çevrilen şiir parçaları yer alıyordu. Aynı yıl, Münif Efendi'nin (Paşa) Aydınlanma çağı düşünürlerinden Fontenelle, Fenelon, Voltaire'den çevirdiği diyaloglar yayımlandı (Muhaverat-ı Hikemiye). Üç yıl sonra, 1862'de Yusuf Kamil Paşa, Fenelon'un Telemaque'ını Tercüme-i Telemak adıyla; Münif Paşa, Victor Hugo'nun Sefiller'inin (Leş Miserabiles) bir bölümünü Mağdurin Hikayesi adıyla çevirdiler. Bunları başkaları izledi.
Birkaç kez basılmış olan Telemaque çevirisinde "zalim hükümetlerin kökten yıkılacağı" nın belirtilerek tek kişinin yönetimine eleştiriler yöneltildiği; "suçlananların kötü sanı (su-i zan) karinesiyle cezalandırılmasından kaçınılıp sorgulanarak kabahati belirlenmedikçe aleyhine yargı verilmesi yerinde olmadığı" gibi (2. bas. Matbaa-i Amire, 1283/1867, s.266) başlıklar altında çağdaş hukukun temel kuralları üzerinde durulması dikkati çekmektedir.
Tercüman-ı Ahval, ilk özel ve Osmanlı basınına, dolayısıyla Cumhuriyet dönemi basınına öncülük eden bir gazete oluşuyla seçkinleştiği gibi, özgürlük ve demokrasi istemlerinin -dolaylı bile olsa- ilk kez dile getirildiği yayın organı kimliğiyle de basın tarihimizdeki yerini almıştır. Ancak çıktığı dönemin alabildiğine dağdağalı siyasal, ekonomik ve toplumsal yaşamı içerisinde önemli bir rol oynadığı öne sürülemez. Zaten ömrü pek kısa olmuş; yayıncısı Agah Efendi'nin Avrupa'ya kaçmasından bir süre önce, 1866 Şubatında çıkan 792. sayısında kapanmıştır.
Meraklısı için:
* Agah Efendi, gazetesi yayımlanırken devlet görevlerini sürdürüyordu. Bir ara Posta Nazırlığı'na (genel müdürlüğüne) getirildi ve Türkiye'de ilk posta pulu onun bu görevi sırasında basıldı. Ali Paşa'nın ölümü üzerine Avrupa'dan İstanbul'a döndükten sonra da devlet görevlerinde bulundu.
* Tasvir-i Efkar'ı yayımlayan Şinasi, Tercüman-ı Hakikat sahibi Ahmed Midhat, Sabah'ı çıkaran Mihran vb. gazeteciler gibi Çapanzade Agah da "efendi" sıfatıyla anılmıştır. Öteki yazarlar "bey" diye anılmaktadır. Ahmet Rasim, bunun, patronlara "efendi" denmesinden ileri geldiğini yazmaktadır.
* Yazının basında, yine Ahmet Rasim'in yaşlı bir tanıktan aktardıklarına dayanarak, Tercüman-ı Ahval'in mürettiplerinin (dizgicilerinin) hurufat kasaları önünde bağdaş kurarak dizgi yaptıklarını belirttik. Bu alışkanlıktan çabuk vazgeçilmiş; sonraki dönemlerde mürettipler yazılan ayakta dizmişlerdir. (AK/NH/BB)